Görüşler

Mehmet Akif Okur yazdı: Türk kamuoyu ABD’yi niçin ‘makul şüpheli’ sayıyor?

Mehmet Akif Okur yazdı: Türk kamuoyu ABD’yi niçin ‘makul şüpheli’ sayıyor?

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, Türkiye kamuoyunun neden ABD’yi 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki güç olarak gördüğünü kaleme aldı.

MEHMET AKİF OKUR

15 Temmuz darbe girişimiyle ABD arasındaki ilişkinin mahiyeti üzerine başlayan tartışma, sokak aralarından ekranlara, Meclis koridorlarından diplomatik kulislere kadar her mekânda sürüyor. Darbe teröründen sorumlu sayılmasına itiraz eden Amerikan tarafı, hangi “kanıtlara” göre suçlandığını soruyor ve hakkındaki tüm iddiaları “komplo teorisi” ilan ediyor. Öte yandan Türk toplumunun ezici çoğunluğu, tarihimizde ender görülen genişlikteki bir mutabakatla Washington’u darbeden sorumlu tutuyor. “Kanıt” terminolojisine biraz daha yakından bakarak tarihe doğru kısa bir yolculuğa çıkmak, bizi bu gerilimin tahlilini kolaylaştırabilecek bazı ipuçlarına götürebilir.

***

Bir topu doldurduğunuzu ve nişan aldığınız hedefi tek atışla vurduğunuzu varsayın. Saldırıdan sorumlu olduğunuza dair “kanıt”, ateşleme mekanizmasına yakınlığınızı göstermek durumundadır. Topu bizzat ateşlemiş ya da mühimmatı hazırlayıp atışı başkasına yaptırmış olabilirsiniz. Buna benzer başka senaryolar da hatıra gelebilir. Ancak, her halükarda fail-fiil ilişkisinin izi, sınırlı sayıda ihtimal üzerinden ve dar bir zaman dilimi mercek altına yatırılarak sürülecektir.

Top mermisi çekirdeğinin yirmide biri kadar metali küçük bilyeler haline getirdiğinizi ve bunları hedefinizin ayağı kaydığı zaman hayati tehlike yaşayacağı bir güzergâha dağıttığınızı düşünün. Artık hedefinizle aranızdaki uzaklık, ateşleme mekanizması mesafesine kıyasla açılmış vaziyettedir. Bilyelerin serpilmesiyle, hayatına kastettiğiniz kişinin istediğiniz yola girişi arasındaki zaman aralığı genişledikçe yaşanacaklarla ilişkinizi inkâr imkanınız da artacaktır. Kurbanın kendi dikkatsizliği sebebiyle bir kazaya uğradığını söyleyebilir, üzüntülerinizi dile getirebilirsiniz. İsterseniz tartışmaya, ayak sürçmesine bilyelerin sebep olduğunu tümden reddederek de başlayabilirsiniz. Sizi suçlayacak olanlar, farklı renk ve büyüklükteki bilyelerin aynı tezgahta döküldüğünü ve bir plan dâhilinde yola yerleştirildiğini ispata uğraşacaklardır. Geçilecek yolu önceden kestirdiğinizi, hatta kurbanı yönlendirdiğinizi “kanıtlamak”, şüphesiz ki meşakkatli bir iş olacaktır.

Türkiye’yi, ABD’nin darbeyle ilişkili olduğuna inandıran tezler, bu ikinci senaryonun değişik versiyonlarına dayanıyor. Kamuoyunun hızla ikna oluşunda ise şu üç ana husus etkili. Öncelikle ABD, benzer nitelikte hatta daha sofistike planlamalar yapabilecek kudrette bir devlet olarak görülüyor. İçinden geçtiğimiz çağın mücadelelerinde de sosyal gücün, vekil örgüt ve yapılanmaların kullanımıyla sonuç alma arayışının revaçta olduğu biliniyor. İkinci olarak, ABD’nin FETÖ’den PKK’ya uzanan “bilyelerle” münasebetleri yıllardır gündemimizden düşmüyor. Son faktör ise, ABD’nin darbeler tarihimizdeki yerine dair güçlü kanaatler. Geçmişin hatıraları zihinlerde kor halinde yaşıyor. Aktüel siyasi tartışmalar, akademik çalışmalar, belgeseller, sinema filmleri, TV dizileri... Türkiye’nin darbelerle dolu kasvetli mazisini toplumsal hafızamızda güncel tutuyorlar.

***

Bu atmosferin de tesiriyle ABD arşivleri (NARA) ile arşiv belgelerine haiz Başkanlık ve üniversite kütüphanelerinde Türkiye’deki darbeler üzerine yürüttüğüm çalışmalar, bazı önemli gerçekleri karşıma çıkardı. ABD’nin 27 Mayıs ve 12 Eylül’de demokrasi rafa kaldırılırken sergilediği tavırlar ve darbecilerle ilişkileri, günümüze kadar intikal eden şüphe bulutlarının kaynağını oluşturuyor. Nitekim belgeler, Washington’la ilgili soru işaretlerinin hiç de mesnetsiz olmadığını gösteriyor.

Örneğin, Türkiye’de 27 Mayıs üzerine yapılan çalışmalardaki önemli tartışma başlıklarından biri, ABD’nin darbeden haberdar olup olmadığı meselesidir. 25 Mayıs’ta ABD Başkanı Eisenhower’ın önüne konulan “çok gizli” ibareli bir istihbarat notunda, cuntanın kendisine lider aradığı bilgisiyle karşılaşıyoruz. Buradan ABD’nin 27 Mayıs cuntasını bildiği ve izlediği sonucuna varmamız mümkün. Dışişleri evrakı, söz konusu dönemde Menderes’le ABD diplomatik misyonunun sık sık bir araya geldiğini de gösteriyor. Eisenhower’ın Menderes’e son mektubu 21 Mayıs tarihinde iletilmiş, 27 Mayıs’tan hemen önce başka vesilelerle de temaslar gerçekleşmiş. Ancak bu randevuların hiçbirinde, NATO üyesi müttefik ülkenin seçilmiş Başbakanı cuntaya karşı uyarılmamış. Büyükelçi Warren’ın raporları, ABD’nin darbeden sonra cuntayı Türkeş liderliğindeki Milliyetçiler ile Gürsel’in dâhil olduğu Batıcılar şeklinde iki gruba ayırarak değerlendirdiğini belgeliyor. Türk-Amerikan ilişkilerinin 1960’dan sonraki yapısı, ilk grubun tasfiyesiyle ikinciler üzerinden şekillendirilmiştir.

12 Eylül’e giden yolun bazı önemli noktalarını da belgeler üzerinden izleyebiliyoruz. Türkiye’de bir darbe ihtimalinin Beyaz Saray’da ilk telaffuz edilişine, 30 Ocak 1978’de Paul Henze tarafından ABD Başkanı Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’ye yazılan notta rastlıyoruz. Henze, 1 Haziran 1979’da ise “Ordu yanlısı darbe tertipleyicisi olması muhtemel bir grubun” ABD’nin Ankara Büyükelçisi ile temasa geçtiği notunu düşer. Bir ay sonra, CIA tarafından hazırlanan kapsamlı Türkiye raporu Beyaz Saray’da dağıtılır. Rapordaki bazı tavsiyeler, darbeden sonraki hükümet programlarında karşımıza çıkacaktır. Henze’nin 12 Eylül’e giden dönemdeki Beyaz Saray yazışmaları, darbeyi yapacak komuta heyetinin ne kadar güvenilir olduğunu vurgulayan satırlarla doludur. “Bizim çocuklar”, Başkan’ın kadrosuna övülerek tanıtılır. Elbette hiç kimse NATO müttefiki Türkiye’nin seçilmiş makamlarını darbe tehlikesine karşı uyarmayı aklının ucundan geçirmez.

Aynı dönemde ABD’nin Türkiye’den jeopolitik beklentileri de birikmektedir. Darbeden altı ay kadar önce, SSCB’nin müdahalesi halinde İran’ın petrol bölgelerinin Türkiye üzerinden işgali senaryosu Beyaz Saray yazışmalarına yansır. Ankara’daki sivil hükümetle bu hususa ilişkin temasların sonucu olumsuzdur. Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü için Türk vetosunun kaldırılması talebi de masanın üzerindedir. Benzer bir dizi başka mesele darbenin ardından Washington’u memnun edecek şekilde çözülür. 12 Eylül günü Beyaz Saray gayet rahattır. Darbe “anlayışla” karşılanır. Kenan Evren’in Carter’a teşekkür mektubu ve akabinde NATO’daki vetomuzun kaldırılışıyla ilişkiler aksamadan devam eder.

Özetlediklerim, sadece uzun yıllar sonrasında erişilebilen bilgi parçaları. ABD’nin darbeler galerimizdeki tam çehresi, henüz gün yüzüne çıkmamış arşivlerde saklı. Bilinmezlik örtüsü ise Türk milletinin Amerikan politikaları hakkındaki olumsuz kanaatlerini hafifletmiyor, aksine perçinliyor. Oysa 2009’da Obama, hakikati samimiyetle ortaya koymanın “yeni başlangıçlar” için güven tazelenmesinde rol oynayabileceğini göstermişti. Amerikan Başkanı, Mısır konuşmasında İran’daki 1953 darbesini ülkesinin yaptığını itiraf etti. 2013 Ağustos’unda da CIA, İran darbesindeki rolüyle ilgili belgeleri yayınladı. Bir gün, Türkiye temalı benzer içeriğe sahip bir konuşmanın yapılışına şahit olur muyuz?

Bu sorunun cevabını bilmiyoruz. Ancak, iki ülkenin karşısında, dönülürken Türk kamuoyunun tatminini de gerektiren zorlu bir kavşak var. Küresel ve bölgesel dengelerdeki değişimler, büyük mücadelelerle dolu geçecek bir istikbalin habercisi. Türk-Amerikan ittifakının tarihindeki belki de en ağır bunalımın aşılması için Türkiye öncelikle iki ana şey istiyor. Bunlardan ilki; Ankara’nın Türkiye’yi, NATO’ya girişimizle birlikte bürokrasiden sivil topluma kadar geniş bir alanda örülmeye başlanan nüfuz ağlarının vesayetinden azade olarak yönetme iradesinin ‘özde’ kabul edilmesi. Diğeri de FETÖ ve PKK gibi bilyelerin Ankara’ya teslimi/tasfiyelerinin kolaylaştırılması. Bölgesel ve küresel jeopolitiğe dair vizyon ortaklığı için gerekli müzakerelerin akıbeti, bu yeni zeminin tesisiyle yakından ilişkili. Şüpheniz olmasın, yalnızca biz değil, birçok önemli başkent de Biden ziyaretini, bu doğrultuda bir ilk adımın atılıp atılmayacağını merak ederek izliyor.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir