Görüşler

Abdulbaki Değer yazdı: Biz, Butimar ve güneşe söylenen kaside

Abdulbaki Değer yazdı: Biz, Butimar ve güneşe söylenen kaside

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, “Eğitime gösterdiğimiz büyük ilgi ve önem başarısızlığı, memnuniyetsizliği engelleyemiyor” diyor.

Sadık Hidayet ‘Kör Baykuş’ isimli romanının kısacık bir yerinde Butimar’dan bahseder. Denize âşık bir kuş olan Butimar, deniz kıyısına konar, kanatlarını açarak denizi seyreder. Denizin kuruyacağından tasalanır, bu tasası yüzünden su içemez. Ve nihayetinde suyun kenarında susuzluktan ölür. Hidayet’in hikâyesinde değindiği Butimar, İran mitolojisinde yer alan bir kuş ve mitolojideki hikâyesi de aşağı yukarı ifade edildiği gibi: Sıvı ihtiyacını deniz suyu ile karşılayan denize âşık bir kuş. Deniz kıyısında kendinden geçmiş şekilde denizi seyredip denizin kuruyacağından endişeye kapılan ve bu endişesi yüzünden su içemeyip susuzluktan ölen kuş.

Duygulu olmaları ölçüsünde akıllı, basiretli olmaları beklenen Müslümanların ‘analitik düşünmeleri’, hangi anlamsız gelenekleri, işlevsiz alışkanlıkları sürdürdüklerini görmeleri gerekiyor.

Butimar’ın tavrında tanıdık gelen bir düşünme ve eyleme tarzı var. Bize benzeyen, bizim kullandığımız tarza benzeyen. Bu tarzı, bu tavrı anlamak, onunla yüzleşmek ve şüphesiz onu hal yoluna koymak vaziyetimizin niteliği dikkate alındığında önemli bir vazife olarak duruyor. Pür oryantalist bir tespitin/ithamın dışavurumu olan ‘batı-dışı toplumlarda analitik düşünce yoksunluğu’ savının görece yerindeliğini de tüm çekincelerimi muhafaza ederek bazı hususlara değinmek istiyorum. Rahmetli Malik bin Nebi, İslam dünyasının sömürgeleştirilmesine ilişkin analizinde; sömürgecinin kimliğinden ve mevcudiyetinden daha önemli ve öncelikli olan şeyin sömürgeleşmeye müsait veya sömürgeleştirilmeye engel olamayan bir İslam dünyası gerçekliğinin altını çiziyordu. Oryantalist söylemin birer değişmez sabite şeklinde zihinlere kancaladığı ithamların sosyo-kültürel yapımızca atılan gollük paslardan hayli yararlandığını, işin bizim cephemize açılan bir penceresinin olduğunu not etmek için söylüyorum.

Eğitimi, örgütlenmesini, felsefesini gözden geçirmek yetmiyor. Bu yapının hangi koşullarda hayat bulduğunu ve hangi vetirelerden geçerek bugüne geldiğini de irdelemek gerekiyor.

Anlamak, yüzleşmek ve şüphesiz hal yoluna koymak için ele almamız gereken bu tarzda sorgulanan şey ne Butimar ne de âşık olunan deniz! Ne aşk, ne de sadakatle bağlanma! Aşk, âşık, sadakat üzerinden aşkı, aşığı ve sadakati anlamsızlaştıran tarzda bir tuhaflık söz konusu! Kıskanç, ‘ya benimsin ya kara toprağın’ diyen karasevdalı âşıklar gibi ya kendisini veya aşığını öldüren bu ilişki biçiminde tuhaflık. Kamusal işleyişimizde yerleşik olan bu tutum meseleyi aşk, âşık olma, ölümüne vurulma şeklinde algılamakta ve o düzlemde tutmaktadır. Önemli olan, dikkate alınan kısmı bu oluyor. Hâlbuki aşk, âşık, bağlanma, önemseme, sadakat vs. gibi tüm hususlar süreci nasıl yönettiğimizle, ilişkiyi nasıl kurguladığımız ve yürüttüğümüz ile ilintili. Aşk, âşık, bağlanma, önemseme ancak bu ‘yolculukta’, bu süreçte, bu işleyişte karşılığının verilip verilmediği anlaşılacak hususlar. Yolculuğu, süreci, ilişki biçimini göz ardı ederek aşkın, aşığın, bağlanmanın mevcudiyeti üzerinden işi götürmek; karasevdalı gencin sevdiğini kara toprağa verişini, Butimar’ın deniz kenarında susuzluktan kendine ölüme bırakışını onaylamak anlamına gelir. Süreç, yolculuk, ilişki biçimi üzerinden dikkat çektiğimiz şey nedir o zaman? Aşkı, aşığı, bağlanmayı makul, meşru kılan şey nedir?

18-09/26/screenshot_3.jpg

Eğitim üzerinden somutlaştırırsak örneğin, Türkiye’de, Osmanlı’dan tevarüs etmiş şekilde eğitimin önemine ilişkin bir literatür birikti. Eğitim’in neliğinden, nasıllığından bir fasıl açmaya çalıştığınızda biteviye onun önemine ilişkin bir retorik ile muhatap kılınırsınız. Bu retorik, eğitim muhitinde yerleşik olduğu gibi toplumuzun tüm diğer muhitlerinde de yerleşik. Eğitim denince insanların zihninde eğitimin önemine ilişkin klişeler canlanıyor. Muhtemelen bu yüzden Namık Kemal ‘itikadımca maarifin faydasından bahsetmek güneşe kaside söylemek gibidir’ demişti. Eğitimin faydasız olduğuna ilişkin bir kalkışmaya şahitlik etmedik ki güneşe kaside söyleyelim. Tıpkı adaletin, özgürlüğün, barışın önemsiz olduğuna ilişkin bir söyleme muhatap olmayışımız gibi. Dolayısıyla bu fasılların her birinde, adaletin, özgürlüğün, barışın veya eğitimin önemli oluşuna ilişkin vurgularımız ancak o öneme uygun bir eylem ile buluşuyorsa anlamlıdır. Aksi takdirde Butimar’ın deniz kenarında deniz için tasalanıp hiçbir şey yapmadan ölüme gidişi gibi bir vurgu, bir aşk, bir âşık açık ki Butimar’ın kendisine hayrı olmadığı gibi âşık olunan denize de bir faydası yok.

Eğitim üzerinden devam edelim. Eğitimin önemli olduğu, önemsenmesi gerektiği ve şüphesiz önemsendiği açık. Zira inanılmaz düzeyde yer, personel, zaman, sermaye ayırıyoruz, büyük bir ilgi ve önem atfediyoruz. Tıpkı Butimar’ın hayatı pahasına denize gösterdiği ilgi ve önem gibi. Ancak sürecin, yolculuğun, ilişkinin serencamında karşımıza çıkan şeyin aşkımıza, ilgi ve önemimize, bağlanmamıza uygun olmayışı da ortada. Eğitime gösterdiğimiz büyük ilgi ve önem başarısızlığı/memnuniyetsizliği engelleyemiyor. Tersine, denize olan aşkı Butimar’ı nasıl ölüme götürüyorsa eğitime bu şekilde gösterdiğimiz ilgi ve önem de bizi başarısızlığa ve memnuniyetsizliğe mahkûm ediyor. Eğitimi önemsemek, ilgi ve önem göstermek hele hele yaşayarak öğrendiklerimizin ardından ‘güneşe kaside söylemek’ ile iktifa etmememiz gerekliliğini icbar ediyor. Eğitimi, örgütlenmesini, felsefesini, ilişki biçimini gözden geçirmek yetmiyor. Bu yapı ve örgütlenmenin hangi koşullarda hayat bulduğunu ve hangi vetirelerden geçerek bugüne geldiğini de irdelemek gerekiyor. Bu da yetmiyor; içinde bulunduğumuz dünyanın ne tür bir dünya olduğunu, ne tür bir hegamonik ilişki ağında cendereye alındığımızı, ne tür ön kabullerle şartlandırıldığımızı da açığa çıkarmamız gerekiyor. Bunlar da yetmiyor. Aynı zamanda kim olduğumuz ve mevcut yapı ve ilişki ağında ne şekilde var olmamız gerektiğine ve bunun için neye ihtiyaç duyduğumuza ilişkin bir anlayışımızın da olması gerekiyor. Bütün bunlarda netleştiğimiz de bile eğitim ile ilişkimiz sabit, stabil ve steril bir düzeyde ilerleyemez. Uygulamadan gelen her yeni veri denklemi yeniden şekillendirecek bir etki yaratacaktır. O yüzden son derece rafine bir işi gösterdiğimiz ilgi ve önemin fazlalığı, taşıdığımız samimiyet ve iyi niyet ile hal yoluna koyamayız. Dünya pek çok trajediyi, felaketi, ölçü tanımaz hezimeti samimi ve iyiniyetliler elinden yaşadı. Butimar’ın samimiyetinden şüphe duymak ne mümkün! Kafka gibi “hüzünlü ve sessiz bir incelik ve derin bir duyarlılık var Butimar’da. Saflık veya budalalık değil, sonu ölüme varan büyük bir özveri” şeklinde de okuyabiliriz şüphesiz. Lakin en azından duygulu olmaları ölçüsünde akıllı, basiretli, ferasetli olmaları beklenen Müslümanların ‘analitik düşünmeleri’, hangi anlamsız gelenekleri, hangi işlevsiz alışkanlıkları sürdürdüklerini görmeleri gerekiyor. Bizim meselemiz başarısızlık/memnuniyetsizlik üreten bir formun muhafazası/müdafaası olamaz! Üstelik söz konusu formun bizim zihnimizde müstesna bir yeri olan eğitim ile ilişkisinin ne olduğu da meçhul. Butimar gibi sonu ölüme (felaketimize) giden aşklar/tasalanmalar yerine direnişimize/dirilişimize yol verecek, bizi öz(ü)gür kılacak aşka, aşklara ihtiyacımız var. Öldüren değil hayat bahşeden aşklara.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir