Görüşler

Adnan Demircan yazdı: Tarih perspektifinden hilafet

Adnan Demircan yazdı: Tarih perspektifinden hilafet

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan, hilafet kavramı üzerinden İslam medeniyetindeki yönetim anlayışını değerlendiriyor.

ADNAN DEMİRCAN

Zaman zaman gündemden düşse de ülkemizde nerdeyse iki asırdır hilafetle ilgili tartışmalar yapılıyor. Nisan ayının 16’sında anayasa değişikliğiyle ilgili yapılacak referanduma yaklaştığımız süreçte tartışmayı hilafetle bağlantılı olarak sürdürmek isteyenler var. Ancak tartışmanın genel olarak tarihsel perspektiften ve medeniyet deneyimimizden yoksun bir boyutta yapıldığını söylemek abartılı olmaz.

Öncelikle ifade etmeliyiz ki hilafet, nasla belirlenmiş bir rejim değil, Müslümanların tarihî tecrübeleri çerçevesinde şekillenen yönetimlerin adlarından biridir. İslâm medeniyetinde Müslümanların yöneticileri için, halife unvanının yanı sıra müminlerin emiri [emirü’l-müminin], imam, sultan ve padişah gibi unvanlar da kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in (SAV) tebliğ faaliyeti Medine’ye hicretten sonra ümmetin yönetilmesi süreciyle birlikte devam etmiş; İslâm medeniyetinin ilk devlet tecrübesi, onun yönetiminde şekillenmiştir. Allah Elçisi (SAV) vefat ettiğinde yerine geçecek kişiyi belirlemediği gibi bu hususta Müslümanlar için bir yöntem de göstermemiştir. Onun vefatından hemen sonra arkadaşlarından bir grup [Medineli Ensâr], yerine geçecek kişiyi belirlemek için bir toplantı düzenlediler. Muhacirleri toplantıya çağırma gereği dahi duymamışlardı. Ancak toplantıdan haberdar olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh toplantı mahalline gelerek görüşmelerin seyrini değiştirip Hz. Ebû Bekir’in yönetici seçilmesini sağladılar. O sırada Ensâr, Saʻd b. Ubâde’ye biat etmek üzereydi. Birkaç yıl sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’i kendisinden sonra yönetici olarak tayin etti.

508 YILDA 37 YÖNETİCİ

Hz. Ömer, altı kişilik bir şura belirleyerek yönetici seçimini onlara bıraktı. Sürecin sonunda Hz. Osman yönetici oldu. Hz. Osman, bir grup muhalif tarafından evinde katledildikten sonra Hz. Ali, asilerin baskı yaptığı bir ortamda yönetici oldu. Hz. Ali’nin bir Haricî tarafından uğradığı suikastın ardından Kûfe’de bulunan taraftarları oğlu Hz. Hasan’ı seçtiler. Aynı günlerde Şam eyaletinde Muâviye de yönetici olarak biat almıştı. Hz. Hasan, bir antlaşma çerçevesinde yönetimi Muâviye’ye devretti. Muâviye, yönetimi kendi oğlu Yezîd’e bıraktı. O da oğlu Muâviye’ye… Muâviye görevden ayrılınca Dımaşk (Şam) şehrinin güneyindeki Câbiye’de toplanan Ümeyyeoğulları ile onları destekleyen bürokratlar ve kabile liderleri, Mervân b. el-Hakem’i yönetici seçtiler. Ayrıca onun iki veliahtını da belirlemişlerdi. Mervân veliahtlarını değiştirerek yerlerine iki oğlunu veliaht yaptı. Kendisinden sonra yönetici olan Abdülmelik’ten sonra oğulları Velîd ve Süleyman, Süleyman’dan sonra amcaoğlu Ömer b. Abdülaziz yönetime geldi. Ardından gelen amcaoğlu II. Yezîd, kardeşi Hişâm ile kendi oğlu Velîd’i veliaht olarak bırakmıştı. Emevilerin yıkılışına kadar Mervân’ın soyundan gelenler iktidarda kaldı.

Emevîlerin yıkılmasından sonra Abdullah b. Abbas’ın soyundan gelenler halife oldu. Doğuda 750-1258 yılları arasında otuz yedi kişi yöneticilik yaptı. Moğolların Abbasîler Devleti’ni yıkmasından kısa bir süre sonra aileden biri Memlukler tarafından Mısır’da yönetici yapıldı. Ancak uzun zamandan beri bu yöneticilerin sembolik yönetimlerinin yanında devleti yöneten sultan ya da emir denen yöneticiler vardı. Mısır, Yavuz Sultan Selim tarafından 1517’de Osmanlı hâkimiyetine geçinceye kadar aynı aileden yirmi iki kişi sembolik olan bu yönetime getirildi. Hz. Peygamber’in vefatından Yavuz’un Mısır’daki son halife Mütevekkil’i İstanbul’a götürmesine kadar Müslümanların lideri sıfatıyla yönetime gelen ya da getirilen bütün yöneticiler halife olarak çağrıldıkları gibi emirü’l-müminîn olarak da çağrıldılar. Onlardan başka Endülüs Emevî emirleri halife unvanını aldılar, Fatımî yöneticileri de bu unvanları kullandılar.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde hilafet Müslümanları birleştirici bir siyasî makam olarak görüldü. Aslında o zamana gelindiğinde kavramın mahiyetinde ve işlevinde büyük değişiklikler meydana gelmişti. Hz. Ebû Bekir, kendisinin “Halîfetü Resûlillah [Allah Elçisi’nin ardından gelen]” olarak çağrılmasını istediğinde bir sistem kurmaktan ziyade konumunun Hz. Peygamber’in yönetiminin devamı olduğunu vurgulamak istemişti. Bu durumda Hz. Ömer’e “Halîfetü Halîfeti Resûlillah [Allah Elçisi’nin ardından gelenin ardından gelen]” denmesi gerekiyordu. Ancak Hz. Ömer bu adlandırmayı uzun bulduğu için kendisine Emîrü’l-Müminîn [Müminlerin Emiri] denmesini istedi. O dönemden sonra Müslümanların başındaki yönetici için bu iki unvan kullanıldı.

Halife unvanını, tarihte iyilikleriyle anılan yöneticiler kullandığı gibi kötülükleriyle ve başarısızlıklarıyla anılan yöneticiler de kullandı.

Halife unvanını, tarihte iyilikleriyle anılan yöneticiler kullandığı gibi kötülükleriyle ve başarısızlıklarıyla anılan yöneticiler de kullandı. Örneğin Yezîd b. Muâviye yaşadığı dönemde halife olarak isimlendiriliyordu. Ömer b. Abdülaziz de, ondan sonra iktidara gelip başlattığı icraatlara son veren II. Yezîd de halife olarak anıldılar. Hatta Abbasîler döneminde komutanların ve bürokratların oyuncağı olarak yönetime getirilen çocuklar da halife olarak çağrıldılar.

Abbasîler döneminin ilk asrından sonra halifeler, siyasî nüfuzlarını kaybettikleri için kutsal emanetleri ellerinde bulundurdukları ve Hz. Peygamber’in makamında oturdukları için sembolik olan yönetimlerini meşrulaştırdılar. Bazı halifelerin otoriteyi sağlama çabaları sonuç vermedi. Nihayet Osmanlı’nın son döneminde sultanlar, halife unvanını sultan unvanının önüne geçirdiler. Bunun o dönemde etkili bir siyasî tercih olduğu ifade edilmelidir. Emevîler devleti yıkıldıktan birkaç yıl sonra Müslümanların yaşadıkları bölgelerde farklı devletler ortaya çıktı. 756 yılından günümüze kadar Müslümanlar hiçbir zaman tek bir yönetici tarafından yönetilmediler. Bazen yöneticiler halife unvanını kullanmayıp onun yerine liderliklerine vurgu yapacak başka unvanlar kullandılar. Ancak fiiliyatta halifeyi Müslümanların mutlak olarak itaat edilmesi gereken yöneticileri olarak görmediler.

İşte bugün birkaç paragrafla özetlediğimiz tarihî süreçte zamanla değişerek şekillenen bir kurumu, tarihî serüvenini dikkate almadan ele almaya ve günümüzü buna göre değerlendirmeye çalışıyoruz. Kuşkusuz Müslümanların izzet sahibi olmaları, medeniyet aidiyetleri çerçevesinde birliğe sahip olmalarıyla mümkündür. Ancak bunun romantik taleplerle gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Her şeyden önce Müslümanların bu bilinci inşa etme yükümlülükleri vardır. Tartışılması gereken yönetimin adı değil, Müslümanların yoğun yaşadıkları ülkelerin iyi yönetilip yönetilemediğidir. Bir ülkenin adalet, liyakat, hakkaniyet, meşveret gibi ilkeler gözetilerek yönetilmesi, adı hilafet olan ancak iyi yönetilemeyen bir devletten çok daha iyidir. Zarfa değil mazrufa bakarsak; önyargılarımızla değil, akıl ve ilim ışığında soruna eğilirsek hem kendimize hem ülkemize hem medeniyetimize hem de insanlığa daha yararlı işler yapmış oluruz.

Referandum sonucunun, ülkemize, milletimize, medeniyetimize ve insanlığa hayırlar getirmesi temennisiyle…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir