Görüşler

Doç. Dr. Hasan Kösebalaban yazdı: Obama’nın Ortadoğu karnesi: Başarı mı fiyasko mu?

Doç. Dr. Hasan Kösebalaban yazdı: Obama’nın Ortadoğu karnesi: Başarı mı fiyasko mu?

Obama 2008’de Kahire’deki konuşmasında Müslüman dünyaya ‘yeni bir başlangıçtan’ söz etti, ‘değişimden korkmayın’ dedi. Ancak Arap Baharı sırasında halkların yanında durmadı. Suriye’de çözüme önayak olamadı. Fakat İran ile nükleer anlaşmayı imzaladı. İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hasan Kösebalaban, görev süresi Ocak 2017’de dolacak Obama’nın Ortadoğu karnesini değerlendirdi.

[Karar]
DOÇ. DR. HASAN KÖSEBALABAN

Obama yönetiminin izlediği realist dış politikanın temel ilkeler açısından en önemli uygulama alanı kuşkusuz Ortadoğu ve İslam dünyasına yönelik politikalarla ilgilidir. Öz babası Kenyalı, üvey babası ise Endonezyalı olan Başkan; Irak ve Afganistan işgallerinin, diktatör rejimleri ve İsrail’i destekleme politikalarının Amerika’nın bölgedeki imajında oluşturduğu tahribatı tamir açısından kendisine büyük beklentiler yüklemişti. Geniş İslam dünyasında da Barack Hüseyin Obama’nın başkanlığa gelişi benzer ümitleri uyandırmıştı.

Irak Savaşı’na karşı çıkan tek başkan adayı olan Obama, seçim kampanyası boyunca Guantanamo Hapishanesi’nin kapatılacağını, Irak ve Afganistan’dan Amerikan askerlerinin çekileceğini ve İran’la müzakere sürecinin başlatılacağını söylemişti.

Seçimden hemen sonra ise ilk ziyaretini 2009 yılında Türkiye’ye gerçekleştirdi. Bu ziyaretine büyük anlam yüklendiğini ve bir mesaj taşıyıp taşımadığının sorulduğunu, bu soruya cevabının ise, “Evet!” olduğunu Türkçe olarak vurgulu bir şekilde söyledi. Obama, Ankara’dan hemen sonra Mısır’da bir konuşma gerçekleştirdi. Genç başkan bu konuşmasında insan haklarından, kadın haklarından ve demokrasiden bahsetti. Adeta Mısırlı gençler nezdinde bütün Ortadoğu’ya, eğer siz demokrasi istiyorsanız biz buna engel olmayacağız, destekleyeceğiz mesajı verdi. 

 Ancak sekiz yıllık süreç içerisinde Obama’nın Ortadoğu’da bıraktığı mirasın özellikle bölge halkları nezdinde büyük bir hayal kırıklığı olduğu ortadadır. Doğrusu 2011’de başlayan demokratik isyanlarda Washington, diktatörleri destekleme yönündeki geleneksel Amerikan politikasından uzaklaşarak demokratikleşmeye destek verdi. Mısır’da Mübarek’in iktidardan ayrılması Amerikan desteği olmadan mümkün olmayacaktı. Yine Libya’da Kaddafi’yi iktidardan uzaklaştıran askeri harekata da Amerika’nın verdiği destek olmasaydı ülkenin kırk yıllık diktatörlüğünün yıkılması mümkün olmayacaktı. Ancak demokratikleşme mevcut diktatörlerin devrilmesinden ibaret bir süreç değildi.

Amerikan yönetimi, bu ülkelerdeki yönetici değişikliklerine desteğini kapsamlı bir ekonomik ve siyasi yardım programıyla bütünleştiremedi ya da bu konuda bir uluslararası çabaya öncülük etmedi. Nitekim çok geçmeden Libya’da, Yemen’de demokratik isyanların yerini iç savaş süreçleri aldı. Mısır’da ise seçimle işbaşına gelmiş ilk Cumhurbaşkanı bir askeri darbe ile devrildi. Bu darbe, Amerika’nın demokratikleşmenin bölgesel muhalifi olan, bölgedeki müttefiklerinin Obama yönetimine rağmen sağladıkları destekle gerçekleştirildi. Darbe sonrasında Amerikan yönetimi yeni rejimi tanımakta ve ilişkilerini devam ettirmekte gecikmedi.

 Ancak bunların hiçbiri Suriye krizi kadar uzun vadeli ve yıkıcı etkiler bırakmadı. Suriye konusunda Obama müdahalesizlik doktrinini sonuna kadar uyguladı ve bizzat kendi koyduğu kırmızı çizgilerin Esad rejimi tarafından ihlal edilmiş olmasına rağmen askeri müdahaleden kaçındı. Rejim muhalifi ılımlı gruplara söz verilen etkinlikte bir askeri yardım da yapılmadı. Irak’taki Şii hükümetin baskılarının ve Suriye’deki krizin uzamasının getirdiği ortamda ortaya çıkan IŞİD terör örgütüne karşı Washington, bu örgütü ortadan kaldırmak için gereken kapsamlı bir kara müdahalesinden kaçındı. Bunun yerine etkisiz hava müdahaleleriyle ve karada PYD güçlerini kullanarak mücadele etme stratejisini tercih etti.

Başkan Obama IŞİD’in Amerikan çıkarları açısından varoluşsal bir tehdit olmadığını ve örgütü yok etmek için yapılacak bir askeri müdahalenin Ortadoğu’daki radikalizmi daha da tırmandıracağını ileri sürdü. Suriye konusundaki Amerikan müdahalesizliği Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesine imkân sağladı. Bu politikalar özellikle nükleer anlaşma sayesinde İran’ın güçlenmesine izin vererek Amerika’nın bölgedeki geleneksel müttefikleri olan Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail’le gerilim yaşamasına neden oldu. 

 Özellikle 2011 yılından sonra, Suriye ve Yemen iç savaşlarının tetiklediği mezhebi gerginlik ortamında terör ve şiddet kartını sonuna kadar kullanan radikal Selefi akımlar, demokratik yönelimli İslami parti alternatiflerinden daha popüler hale geldiler. Gelinen noktada IŞİD,  El Kaide’nin en güçlü döneminde dahi tasavvur edemeyeceği bir güç, finansal kaynak ve küresel eylem alanına sahip durumda. İran hem IŞİD tehdidinin hem de nükleer anlaşmanın  sağladığı meşruiyet ve diplomatik başarı ortamında, mezhepçi dış politikayı sonuna kadar kullanmaktan kaçınmıyor.

Önemli sayıda Şii azınlığa sahip Riyad, bir yanda İran yayılmacılığını varoluşsal bir rejim sorunu olarak hissediyor, diğer yandan mezhep gerginliğinde bayrağı radikal gruplara kaptırmamak için bizzat gerginliği daha da tırmandıran politikalar izliyor. Ankara 2003 Irak savaşından sonra Ortadoğu ile sınırının bütünüyle İran kontrolüne geçmesinden rahatsızken, şimdi gelinen noktada, kendisinin bir terör örgütü olarak tanıdığı ve silahlı mücadele yürüttüğü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD’nin Amerika ve Rusya tarafından teçhiz ediliyor olmasından dolayı tedirgin. İsrail ise Filistin çözüm sürecinin durmasından, başta Mısır olmak üzere Arap demokratikleşme sürecinin akamete uğramasından ve Suriye’nin parçalanmasından dolayı memnun olsa da, İran nükleer anlaşmasını engelleyemediği için Obama yönetimine öfkeli durumda. 

 Ortadoğu’dan bakıldığında, İran dışındaki ülkeler açısından, Başkan Obama’nın geride bıraktığı Ortadoğu’nun devraldığı Ortadoğu’ya nazaran, çok daha güvensiz ve potansiyel olarak bütün bölgeye felaket getirecek gerginliklere sahip olduğu ileri sürülebilir. Başta Suriye’ye yönelik izlenen pasifist Amerikan stratejileri, Rusya’nın bölgeye yerleşmesine izin verdi, İran’ı daha da güçlendirdi ve etkileri Avrupa’ya kadar uzanan yeni bir radikalizm dalgasının ortaya çıkmasına imkan verdi.

Başkan Obama, Guantanamo Hapishanesi’ni Kongre engellemelerinden dolayı kapatamadığı gibi Yemen, Pakistan ve Afganistan’da Bush dönemine kıyasla, Amerikan insansız hava araçları saldırılarıyla daha fazla sayıda Müslüman öldürüldü. Uluslararası hukuku ihlâl eden bu saldırılarda sadece Washington tarafından terörist olarak nitelendirilenler değil, çok sayıda kadın ve çocuk da hayatını kaybetti.

Özellikle ABD kaynaklı realist bir okumaya göre, Obama yönetimi Amerikan dış politikasının yeniden realist temellere oturtulması açısından başarılı bir revizyon dönemidir. Ahlaki ilkeleri değil çıkarları esas alan bu bakış açısına göre Amerika’nın İsrail, İran ve Suudi Arabistan’la ilişkileri rasyonel temeller üzerinde yeniden tanımlanmalıdır. İsrail zaten kendisini savunabilecek bir askeri güce sahipken, Amerika’nın İsrail güvenliği için bölgede masraflı bir askeri varlık bulundurması gerekmiyor. Diğer tarafta, İran tehdidiyle başetmenin en etkili yolu bu ülkenin askeri tehditler yoluyla köşeye sıkıştırılması değil, diplomatik açılım yoluyla küresel ekonomiye entegre edilmesidir.

İran’dan dolayı tedirgin olan Suudi Arabistan kendi güvenliğini, Amerikan ittifakıyla değil, iç sorunlarına çare bularak sağlayabilir. Kaldı ki Sünni ve Şiiler arasındaki kökleri tarihsel olarak derin gerilimi, dışarıdan müdahalelerle sona erdirmek mümkün değildir. Realistlere göre bölgedeki Amerikan askeri varlığının azaltılması, masraflı askeri müdahalelerden kaçınılması, Amerika’nın sebep olmadığı ve çözemeyeceği sorunlardan uzak durulmuş olması, Obama yönetiminin başarısıdır.

2003’ten önce uygulanan ve Irak savaşıyla terkedilen offshore balancing stratejisi, yani Amerikan askeri mevcudiyeti olmaksızın Ortadoğu’daki ülkeler arasında tabii bir güç dengesinin kurulması, Amerikan çıkarları açısından en doğru olan stratejidir. Asıl önemli olan küresel rekabet Çin’le Doğu Asya’da yaşanıyor ve Amerika’nın sahip olduğu sınırlı kaynakları Ortadoğu’dan çekerek Doğu Asya’ya kaydırması gerekiyor. Obama’nın Asya’ya yönelik diplomatik hamleleri bir sonraki yazının konusu olacak.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir