Görüşler

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Batı dünyası 15 Temmuz’u hafife mi alıyor?

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Batı dünyası 15 Temmuz’u hafife mi alıyor?

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Ramazan Gözen, 15 Temmuz darbe girişimine Batı dünyasından gelen cılız tepkileri ve bunun Türkiye’de nasıl karşılık bulduğunu kaleme aldı.

PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN

15 Temmuz darbe girişimi tüm dünyada ama özellikle Batı ülkelerinde muğlak ve ikircikli tepkiler doğururken buna tepki olarak Türkiye’de yükselen bir Batı karşıtlığı gelişmiştir. Bu karşılıklı tepkiler darbe anıyla sınırlı kalmayıp daha da tırmanıp genel bir Türkiye-Batı “çatışmasına” doğru sürüklenmektedir. Türkiye’de yapılan kamuoyu yoklamalarında sadece ABD ve AB üyelerine karşı değil kategorik olarak tüm Batı’ya karşı yükselen bir kızgınlığın ve hatta nefretin geliştiği görülmektedir. Buna yol açan nedenler sadece darbe girişimine dönük muğlak tepkiler değil, aynı zamanda Batılıların OHAL kapsamındaki operasyonların hukuki olmadığı, yanlış tutuklama ve uygulamaların yapıldığı, Erdoğan liderliğinin daha da otoriterliğe doğru gitmekte olduğu yönündeki eleştirileri ve özellikle ABD’nin Fetullah Gülen’i iade etmediği gibi onu korumaya devam etmesi ve hatta onun görüşlerine öncelik vermesidir.

Benim bu manzara ve gidişata, Türkiye’nin geleceği ve çıkarları açısından biraz serinkanlı, mantıklı, rasyonel ve özellikle hakkaniyetli olunması gerektiği bakımından itirazım var. Bunun nedenlerini dört başlık altında değerlendirmek istiyorum. Birincisi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yükselen Batı karşıtlığının objektif temellere dayanmadığını, genelde içinde bulunduğumuz sübjektif atmosferden kaynaklandığını düşünüyorum. Halkın, bireylerin veya siyasi aktörlerin duygularıyla hareket etmesi anlaşılabilir olmakla birlikte, bu durum hem siyaset bilimi ve tarihi bilgiler ışığında hem de ulusal ve siyasal çıkarlar açısından sağlıklı değildir. Böylesi kritik zamanlarda halkların duygularına rağmen devlet yönetimlerinin ve yüksek aklının rasyonel hareket etmesi beklenir ki 15 Temmuz sonrasında bu yönde gelişmelerin olduğunu görmek hem sevindirici hem de ümit vericidir. ABD Genelkurmay Başkanı’nın acil bir şekilde Türkiye’yi resmi ziyaret etmesi ve darbe girişimini şiddetle eleştirmesi, TBMM Dışişleri Komisyonu başkanlığında bir grup milletvekilinin ABD’ye gidip çok yönlü temaslar yaparak darbeyle ilgili açıklamalar yapması, Avrupa Konseyi Başkanı’nın Ankara’yı ziyareti ve destek açıklaması, aklıselimin devrede olduğunu gösteren işaretlerdir.

İkincisi, bu tavrı aklıselim olarak tanımlamamın nedeni, Türkiye’nin yaklaşık iki yüzyıllık devlet ve dış politika müktesebatı bakımından Batı ile ilişkilerde sürekliliğin ve istikrarın gerekli ve yararlı olmasından kaynaklanan görüşümdür. Bu görüşüm ise, Batı’yla ilişkilerimizin durumu olumlu veya olumsuz yönleriyle dikkate alınmadan bugünün ve geleceğin Türkiye’sini kurmanın mümkün olmayacağına dayanmaktadır. Bu uzun tarih gösterir ki, Türkiye özellikle 19. yüzyılda dünyadaki ve bölgesindeki ittifakları ve dengeleri yanlış okuması sonucunda toprak ve siyasi bütünlüğünü kaybetmiş, Rusya ve Batılı ülkelerle yaptığı savaşları kaybettiği için büyük bir imparatorluktan olmuştur. Ama Türkiye Batı’yla ittifak içinde olduğu sürece hem istikrarını korumuş hem de geçmişe kıyasla daha da gelişip güçlenmiştir. Burada, her ne kadar birçok açıdan şiddetle eleştirmiş olsam da Türkiye’nin NATO üyeliğinin ülkenin güvenliği ve istikrarına, Avrupa Konseyi üyeliğinin demokratik ve sosyal gelişmesine, AB’ye üyelik sürecinin yine demokratik, ekonomik, mali, sosyal ve başka konularda kalkınmasına, genel olarak Batı’yla müttefik olmasının dünya politikasındaki konumunun güçlenmesine katkı sağladığını teslim etmem gerekir.

Bu süreçten benim edindiğim ders ya da sonuç şudur: Türkiye genelde Cumhuriyet dönemi boyunca ama özelde Soğuk Savaş ve sonrası dönemde Batı sistemi içinde olduğu için/kaldığı sürece toprak bütünlüğü korunmuş, istikrarına (maalesef Soğuk Savaş’ta bazen askeri darbeler yoluyla olsa da) destek verilmiş ve gerektiği şekillerde ekonomik, siyasi ve askeri yardımlar yapılmıştır. Ve kanaatim odur ki, örneğin geçmişte Yugoslavya’nın, bugün Irak’ın, Suriye’nin, Yemen’in, Libya’nın, Afganistan’ın parçalanmasının nedeni, bu ülkelerin Batı ittifak sistemi dışında olması ve Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında kendilerini koruyacak güçlü bir uluslararası destekçilerinin kalmamış olmasıdır. Bu durum, özellikle Arap Baharı sürecinde geçerliğini devam ettirmektedir.

Burada üçüncü ve kritik noktaya geldim: Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu bölgesel ve küresel kriz dönemi ve süreci, Batı’yla ittifakın sürekliliğini kaçınılmaz yapmaktadır. Zira Türkiye’yi de çok ama çok yakından ilgilendiren Suriye ve Irak’ın yeniden yapılanması sürecini ve bu süreçte Rusya’nın ve ABD öncülüğündeki Batı’nın bir yandan rakip olduğunu ama diğer yandan sınırlarımızı da içeren bölgenin yeniden yapılandırılması konusunda anlaşma içinde olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü ile Türkiye’nin toprak bütünlüğü, 1919 döneminden sonra ilk kez bu kadar birbiriyle bağlı hale gelmiştir. Türkiye’nin bu kavşakta, aynen 1922-23 yıllarında olduğu gibi, doğru bir noktada durması ve pozisyon alması gerekir. 1922-23’teki Türkiye liderliği, mevcut sınırlarımızı temin eden Lozan Antlaşması’nı sağlamak için Fransa ve İngiltere’nin, yani Türkiye’yi destekleyen Batı’nın yanında durmayı tercih etti. Bu politika sonucunda Türkiye Cumhuriyeti sınırları ve rejimi konsolide oldu. Bugün, Sykes-Picot’un yüzüncü yılında yeni senaryoların konuşulduğu bir dönemde, Türkiye’nin Lozan statükosunu korumak için doğru bir konumda, yani Türkiye’nin NATO ve Batı ittifakı içinde durması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, bu aktörleri ve dünyayı karşısına alacak bir stratejik hatadan kaçınması gerekir.

Zira, son nokta olarak, aynen geçmişte olduğu gibi bugün de Batı’da, Doğu’da ama özellikle ABD sistemi içinde yer alan ve Orta Doğu sınırlarının yeniden çizilmesini ve bu sürece Türkiye’nin de dahil edilmesini planlayan ulusötesi gruplar, ağlar veya şebekeler mevcuttur. Hatta bu şebekelerin, Türkiye’nin zaten Batılı olmadığını, Batılı kurumlardan çıkarılması gerektiğini, aynen diğer bölge ülkeleri gibi Türkiye’nin sınırlarının ve siyasetinin de yeniden çizilerek cezalandırılması gerektiğini savunduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’yi ABD ve AB ile karşı karşıya gösterip Batı kamuoyları nezdinde imajını yıkmaya çalışan bu gruplar, sadece Batı medyasını değil iktidardaki liderleri de etkilemeye ve ikna etmeye çalışmaktadır. 15 Temmuz darbesine karşı Batı’dan güçlü bir tavrın gelmemesi, bu şebekelerin etkili olduğunu göstermektedir. Her ne kadar iktidardaki meşru liderler ve kurumlar Türkiye’nin demokratik bir sistem olarak Batı kurumları içinde kalmasını istiyor olsalar da ulusötesi şebekelerin çalışmaları ve dezenformasyon, bu liderlerin darbe karşısında net bir tutum takınmasını zorlamaktadır. Bu iktidarlar ve liderler, kısmen Türkiye hakkındaki önceden mevcut önyargıları ve eleştirileri nedeniyle kısmen de kendi kamuoylarına ters düşmemek için darbe girişimini hafife alıyor olabilirler.

Sonuç olarak, sağduyu sahibi Türkiye kamuoyunun ve özellikle yöneticilerin Batı’yı haklı olarak eleştirirken “sapla samanı birbirine karıştırmaması” gerekir: Sınırlarını değiştirmeyi ve istikrarsızlaştırmayı düşünecek kadar Türkiye’ye karşı olan “kötü niyetli şebekeler” ile Türkiye’nin Batı içinde kalarak istikrarını, güvenliğini ve geleceğini savunan “iyi niyetli aktörler” arasında net bir ayırım yapılmalıdır. Birincilerin sadece Türkiye’ye değil aynı zamanda Bat’ının savunduğu demokrasiye karşı askeri darbeyi savunmalarını eleştirmek elbette çok gerekli ve yararlıdır ama tüm Batı’yı kategorik olarak karşımıza alarak o şebekelerin ekmeğine yağ sürmek, tuzağına düşmek ve böylece kendimizi Batı’dan dışlamak ise çok zararlı ve tehlikelidir. Bu bağlamda Türkiye, sadece iç politikada değil ama daha önemlisi dış politikada evrensel kuralları ve yüz yıllık müktesebatını dikkate alarak hareket etmelidir. Bunu yapması, hem güvenliğini, istikrarını ve demokrasisini garanti altına alabilir hem de tüm darbecilerin temizlemesini ve Fetullah Gülen’in iadesini sağlayabilir. Doğru davranış, Türkiye’nin dostları ile düşmanlarını ayırarak hareket etmek ve yanlış bir rotaya girmemektir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir