Görüşler

Beytullah Demircioğlu yazdı: Arap-İslam NATO’su ve endişeler

Beytullah Demircioğlu yazdı: Arap-İslam NATO’su ve endişeler

Altınoluk Dergisi Dış Haberler Editörü, gazeteci Beytullah Demircioğlu, Trump’ın Orta Doğu ziyaretinin bölge aktörleri açısından neler ifade ettiğini değerlendirdi.

BEYTULLAH DEMİRCİOĞLU

ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk yurtdışı ziyaretleri kapsamında Suudi Arabistan, İsrail işgali altındaki topraklar ve Vatikan’a gerçekleştirdiği ziyaretinin yankıları hâlâ sürüyor. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın dediği gibi İslam, Yahudilik ve Hristiyanlığı temsil ‎‎ettikleri için seçilen bu noktaların ziyaretini, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster tarihi olarak niteledi. Amerikalı diplomatların tarihi olarak nitelediği bu ziyaretlerin ardından Orta Doğu’yu ne bekliyor sorusunun cevabı aranıyor şimdilerde. Tarihi diye nitelenen ziyaretten tarihi sonuçlar çıkar mı? Mesela Filistin barışının tesis edilmesi gibi...

Şöyle de sorulabilir: 550 milyar doları cebine indirerek Amerikan silah sanayiini ihya eden Trump sayesinde, ziyaretin ekonomik olarak en kârlı çıkanı hiç şüphesiz Amerika oldu. Ya siyasi sonuçları açısından en kârlı çıkacak olanlar kim ya da kimler olacak? “İran tehdidine” karşı koruyup-kollanma sözü alan Körfez’deki Arap dünyası mı? Yoksa İsrail mi? Ya da ortak düşman olarak niteledikleri İran’a karşı her ikisi birden mi? Tabii buna mukabil bir başka soruda kendiliğinde ortaya çıkıyor: Siyasi açıdan ziyaretin en ağır faturasını kimler ya da hangi ülkeler ödeyecek? İran mı? Filistin halkı mı? Ya da cümleten tüm bölge halkları mı? Orta Doğu medyasına yansıyan değerlendirmeler eşliğinde, ABD Başkanı Donald Trump’ın tarihi diye nitelenen ziyaretinin, muhtemel bölgesel siyasi sonuçlarını analiz etmeye çalışalım ama önce ziyaretin Orta Doğu kamuoyunda tepki çeken yönlerine kısaca değinelim.

AMAÇ MEŞRUİYET SAĞLAMAK MI?

ABD’deki seçim sürecinde ve sonrasında ırkçı ve İslamofobik söylemi nedeniyle tepkileri üzerine çeken Donald Trump’ın, İslam dünyasının en simge ülkesinde bu denli şaşalı biçimde ağırlanması Orta Doğu kamuoyunda ve medyasında ziyaretin en çok eleştiri alan yönüydü. Eleştirilerin merkezinde ise toplamda 550 milyar dolarlık devası boyuttaki silah ve alt yapı anlaşması vardı. Silahlanmanın gerekçesi olarak sunulan “İran tehdidi” gerçekten de bu çapta silah alımını gerektiriyor muydu? Alınan son derece sofistike silahları kullanmaya Suudi Arabistan askerleri ne kadar yetkindi? Silahlar geçmişte olduğu gibi çürümeye mi terk edilecekti? “İran tehdidi” ile Obama döneminde de 120 milyar dolarlık silah anlaşması imzalanmış ama Obama günün sonunda İran ile uzlaşarak Arap âlemini sırtında bıçaklamıştı. Peki, ne yapacağı öngörülemeyen, dün söylediği pek çok konuda geri adım atan Trump’ın da Suudi Arabistan’a ve Körfez ülkelerine benzer “kazığı” atmamasının bir garantisi var mıydı? Arap dünyasında konuya eleştirel yaklaşanlar tarafından gündeme getirilen yerinde sorulardı bunlar.

Eleştirilerin bir diğer yönü ise hiç kuşkusuz ziyaretin siyasi hedeflerine yönelikti. Trump bu ziyaret ile ne gibi siyasi sonuçlar elde etmeyi hedeflemişti ve ne almıştı? Arap kamuoyuna göre gizlenmeye çalışılan siyasi hedefler şunlardı:

Körfez ülkelerinin son derece haklı İran fobisi kullanılarak hem İran’a karşı hem de İsrail ve bölge ülke yönetimleri tarafından, şeytanlaştırılan, terörist ilan edilen Hamas ve İhvan Hareketi de dahil tüm İslami siyasi oluşumlara karşı Arap-İsrail işbirliğinin tesis edilmesi istenmektedir. Terörle mücadele kılıfıyla kurulacak İsrail destekli, bir anlamda “Arap-İslam NATO”su eliyle bölgenin güvenliği sağlanmak istenmektedir. Konunun tartışıldığı platformlarda bölge güvenliğinden kastın ise bölgenin değil İsrail işgal devletinin güvenliği olduğu ısrarla vurgulanmaktadır. Yine “terörle mücadele” kılıfı altında bölgenin İslami siyasi oluşumlarının bertaraf edilmesi sadece İsrail’in işine değil aynı zamanda bu coğrafyanın diktatöryel  yönetimlerin de işine geldiği vurgusuyla birlikte...

Arap-İsrail normalleşmesinin hızla sağlanması ve nihayetinde Arap dünyasının İsrail’i, “İşgalci” diye tanımlamaktan vazgeçirilmesi bu ziyaretin siyasi hedefleri arasında sayılmaktadır.

‎Trump’ın ziyaretinin ardından İsrail’in işgal altındaki topraklardaki siyasi duruşundan en ufak geri adım atmadan, Arap ‎dünyası ile ilişkilerinin normalleştirileceği yönünde bir izlenim, bir kaygı var Arap kamuoyunda ve medyasında. Bu yöndeki kaygıların gerekçelerini biraz açalım. ABD Başkanı Donald Trump, ziyaretinin İsrail durağında; “Önümüzde, bu bölgede terörü bitirmek, güven, istikrar ve barışı sağlamak için eşsiz bir fırsat var.” ifadelerini kullandı. Peki, Trump neden mevcut konjonktürü “İstikrar ve barış için tarihi bir fırsat” diye niteledi? El-Cezire’deki tartışma programında Beyrut Üniversitesi öğretim görevlisi ve gazeteci, Dr. Neşet Aktaş, “tarihi ve eşsiz bir fırsatın” var olduğunu teyit ediyor. Ama bunun Trump’ın kastettiği gibi barışın tesisi için değil, Filistin’in teslim alınması ve Yahudi halkının güvenliği için tarihi bir fırsatın ortaya çıktığını söylüyor.

Aktaş gerekçeleri şöyle sıralıyor: Çünkü Filistin yönetimi ikiye bölünmüş vaziyette, rekabet halinde ve Arap yönetimleri de onların değil, ABD’nin de etkisiyle İsrail’in yanında duruyorlar… Bölge yıkım halinde. Dolayısıyla bu konjonktür barış için değil Filistin’in, İsrail tarafından teslim alınması için tarihi bir fırsat niteliğinde görülüyor ABD ve İsrail yönetimleri tarafından. Hamas’ı terör örgütü ilan eden 50’yi geçkin Arap yönetimleri Trump’ın önerilerini destekliyor, terörle mücadele edilmesi konusunda hemfikirler yani. Dolayısıyla “terörü” yani kastettikleri “Filistinlileri” yenmek için tarihi bir fırsat yakalanmış (!) olduklarını düşünüyorlar Turmp ve şürekâsı.

Neşet Aktaş vb. akademisyen ve gazeteciler gibi Filistinliler de, Trump’ın Orta Doğu ziyaretinin siyasi faturasının kendilerine çıkartılacağından son derece endişeliler. Çünkü Trump’ın Filistin-İsrail barışını tesis etmeye yönelik bir planı yok. Zaten Filistin politikasını, başta damadı olmak üzere Yahudi asıllı diplomatlara ve İsrail’in çıkarları odaklı siyaseti benimseyen Neo-con taifeye havale etmiş durumda. Dolayısıyla Beyaz Saray’dan Filistinlileri memnun edecek bir barış formülü sadır olması neredeyse imkânsız gözüküyor.

Velhasıl, Orta Doğu siyasi analizlerinde Filistin-İsrail sorununa ilişkin çözüm dayatacak olan tarafın daha güçlü pozisyonda gözüken İsrail olacağı belirtiliyor. Artık ABD’nin mali desteğine ihtiyaç duymadan, dünyaya satacağı doğalgaz ile kendi ayakları üstünde durmak isteyen işgal devletinin istikrar ve sükûnet istediği tespitiyle birlikte… İsrail’in çözüm adına dayatacağı formüle ilişkin dillendirilenler ise Filistin halkının asla kabul etmeyeceği bir mahiyet taşıyor.

Peki, İsrail’in çözüm adına dayatmak isteyeceği formül ne? Öncelikle, İsrail, çok geniş bir bölümünü işgal altında tuttuğu Batı Şeria’dan dini ve ideolojik gerekçelerle çekilmeyi kabul etmeyecektir deniyor. Yine Kudüs’te bir Filistin devleti de istemiyor. Ancak Gazze’de kurulacak bir Filistin devletine razı olabilir. Amerika ve Arap yönetimlerin de İsrail’in, Filistin sorununa çözüm bulma adına bu dayatmaya destek verebileceği, Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin yönetimlerine baskı yapabileceği dillendiriliyor.

KAYGI VERİCİ TABLO

Sonuç olarak, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ilk yurtdışı ziyaretinin özellikle bölgeye ilişkin muhtemel siyasi sonuçları gerçekten kaygı vericidir. Bu kaygının en önemli müsebbibi de gücünü halkından değil dışarıdan alan meşruluk yoksunu bölge yönetimleridir. Trump ziyaretinin ortaya çıkardığı fotoğraf bölge halkları tarafından haklı olarak utanç verici bulunmaktadır. Bu utancın ortaya çıkmasının müsebbipleri sayesinde İsrail kendi açısından tarihi bir fırsatı yakaladığını düşünmektedir. Ve yine bu utancın ortaya çıkmasında ümmeti değil kendi ulusal çıkarlarını önceleyen, Şiiliği Pers yayılmacılığı için kaldıraç olan kullanan İran yönetiminin de çok ciddi payı olduğunu belirtmemiz gerekiyor elbette.  ‎«Arapların terk ettiği Filistin davasının tek savunucusu biziz» iddiasına inanmamızı bekliyor Tahran yönetimi, Suriye’de binlerce masumun katili Esed’in, suç ortağı kendileri değilmiş gibi…

Velhasıl bu coğrafyada ekilen fitne tohumlarının yeşermesinde, İslam dünyasının izzetinin bu denli kaybedilmesinde Arap dünyasının meşruluk yoksunu yönetimlerin çok büyük payı var. Ancak Tahran yönetimlerinin bitmez tükenmez yayılmacı hırslarının payı da en az onlar kadar büyüktür. Arap yönetimlerinin günahlarını saymak Tahran’ın yönetimin elindeki kanı temizlemiyor.

ABD’nin, Irak’ı işgaliyle başlayan süreçte Şii İran’ın önünün açılmasını tesadüfi diye ‎okumak mümkün mü? ABD yeşil ışık yakmasa İran, Irak’ı adeta kendi vilayeti haline ‎getirebilir miydi? İranlı yetkililer bugün dört Arap başkentinin kontrolünün kendi ellerinde ‎olduğunu söyleyip güç gösterisinde bulunuyorsa unutulmasın ki bu, “Büyük Şeytan” ‎dedikleri Amerika’nın onlara alan açması sayesinde gerçekleşmiştir.‎ ABD’nin, “Tavşana kaç tazıya tut” politikasını Tahran yönetimleri de görememiş ya da görerek bile bile fırsat bu fırsat deyip nüfuz ettiği coğrafyayı genişletmeye çalışmıştır. Sürekli İslam dünyasını nasıl birbirine yediririz diye kafa yoranlara onlar da katkı sağlamıştır.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir