Görüşler

Beytullah Demircioğlu yazdı: Liberal veliaht prens taht yolunda!

Beytullah Demircioğlu yazdı: Liberal veliaht prens taht yolunda!

Altınoluk Dergisi Dış Haberler Editörü Beytullah Demircioğlu, Suudi Arabistan’daki veliaht değişimini Katar krizi bağlamında değerlendirdi.

BEYTULLAH DEMİRCİOĞLU

ABD Başkanı Donald Trump’ın ‎Orta Doğu gezisinin hemen ardından ‎patlak veren Katar krizini sonlandırmak için yürütülen çabalardan bir sonuç çıkmadı. Krizde üç hafta geride kaldı. Gerek krizin taraflarının gerilim yüklü demeçleri gerek medyalarındaki karşılıklı ‎atışmalar, sosyal medya kanalıyla savrulan salvolar, krizin öyle kısa vaade sonlanamayacağını işaret ediyor. Yani Orta Doğu tansiyonu çok daha yüksek günlere doğru sürükleniyor. Son olarak Körfez’in büyük abisi Suudi Arabistan’da, Katar krizinde farklı yerde duran Veliaht Prens Muhammed bin ‎Nayif’in azledilmesi, yerine krizin mimarı olarak bilinen Kral Selman’ın oğlu Muhammed bin Selman’ın getirilmesi Katar krizinin daha da ‎derinleşme ihtimalini yükseltmiş vaziyette. ‎Muhammed bin Selman’ın veliaht prens olarak atanması aslında sürpriz değil. Böyle bir değişimin olacağı bekleniyordu. Ancak bu değişikliğin bu denli erken olması beklenmiyordu. Bu kararın ‎erkene alınmasında Katar krizinin çetrefilleşmesinin etkili olduğuna işaret ediliyor.‎

Zamanlaması açısından sürpriz olarak değerlendirilen bu değişim hem Suudi Arabistan içerisindeki iç dengeleri hem de bölgesel dengeleri etkileyebilecek bir potansiyele sahip. 34 üyeli Sadakat Konseyi’nin 31’inin oyunu almasına ve Prens Muhammed bin Nayif’in  kendisine biat etmesine rağmen, torunlara taht kapısını açan, Suudi Arabistan yönetim hiyerarşisindeki bu köklü değişim hanedanlık içerisinde ciddi çalkantıları da beraberinde getirir mi? Suudi Arabistan iç dengelerini iyi bilen kalemlere göre böyle bir ihtimal kuvvetle muhtemel. Muhammed bin ‎Selman’ın son dönemde, kendi siyasi görüşlerine muhalif pek çok kişiyi “terör ‎bağlantısı” ithamı ‎ile  ‎tutuklattığı yönünde haberler Orta Doğu medyasında bir hayli yer buluyor. Muhalif seslere gözdağı olarak okunan bu tutuklamaların artabileceğine de işaret ediliyor… ‎

Uzun yıllar Suudi Arabistan’ı yöneteceği öngörülen 31 yaşındaki yeni Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın muhtemel tarzı siyasetinin ne olacağı konusunda Orta Doğu medyasında yapılan değerlendirmelerden en ilginci, Selman’ın kendisini tanımlarken dillendirdiği “Ben çok zeki bir devlet adamı ve barış insanı değilim” sözleri. Bu ifadeler üzerinden Muhammed bin Selman’ın ülke yönetiminde “Demir yumruk” politikasını tercih edeceğine işaret ediliyor. Selman’ın tarzı siyasetine ilişkin bir diğer anekdot ise ülkesindeki “güvenirliğini kaybetmiş” ulemayla arasına mesafe koyacağı yönünde… Selman’ın, Suudi Arabistan’ın petrole dayalı siyasetine son verecek neo-liberal ekonomi programına ilişkin de ciddi eleştiriler dillendiriliyor. Çok yakında Selman’ın, kemer sıkma politikasını devreye sokabileceği söyleniyor.

Katar krizinin, iki veliaht prensin başının altından çıktığı, Arap kamuoyunun ortak kanaati neredeyse. Bunlardan biri, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman diğeri Abu Dabi ‎Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid.‎ Fiili olarak ülkelerini yöneten, Katar krizinin mimarı iki veliahttın özellikle bölgesel sorunlara yaklaşım tarzları açısından oldukça önemli ortak noktaları bulunuyor. Mesela, her ikisi de Arap Baharı ‎karşıtı. Her ikisi de Müslüman Kardeşleri, “terör örgütü” olarak tanımlıyorlar. Bölgedeki İslami hareketleri ‎‎“tehlikeli” olarak görüyor ve mücadele edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Yine her ikisinin de ‎Mısır’daki cunta yönetimiyle ilişkileri oldukça güçlü. Mısır’ı stratejik ortak olarak ‎görüyorlar. ‎Her ikisinin bir diğer ortak noktası Arap dünyasının İsrail ile normalleşmesi gerektiğini ‎dillendirmesi. Orta Doğu medyasında yapılan analizlerde her iki veliaht prensin, özellikle bölgedeki ‎‎“radikal İslam” ile mücadele edilmesi konusunda ABD Başkanı Donald Trump ile örtüşen ‎görüşlere sahip olduklarının altı çiziliyor. ‎

Kimilerine göre “Beyaz-Yumuşak Darbe” nitelendirmeleriyle tahtı garanti altına alan ve ülkeyi fiilen yöneten Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, bölgesel ‎konularda çok iyi anlaştığı Abu Dhabi Veliaht Prensi Muhammed Zayid ile birlikte Körfez’deki ‎krizi daha da derinleştireceği beklentisi var. Özellikle Muhammed bin Selman’ın ‎tecrübesizliğine vurgu yapılarak, Bin Selman’ın “Hayalleri peşinden koşarken” bölgeyi ateşe atacak adımlar atabileceğine dikkat çekiliyor. Bu noktada Muhammed bin Selman’ın ABD Başkanı Donald Trump ile ilişkilerinin derinleştirmesinin doğurabileceği riskler de var. İki liderin de ne yapacağı öngörülemeyen bir profile sahip oldukları, bu anlamda aralarında küçük farklar bulunduğu, işbirliklerinin her iki tarafın içeride ve dışarıdaki hedeflerine ulaşıncaya kadar sürdürecekleri beklentisi mevcut. “Prens Muhammed bin Selman, Körfez’deki krizi sonlandırma ya da daha da derinleştirme noktasında ne yapacak? Bu adımların muhtemel sonuçları ne olur?” gibi bu krizin nereye doğru evrileceğine dair öngörülere geçmeden evvel “Nereden çıktı bu kriz?” meselesine kısaca değinelim. Krizin birçok boyutu var. Bunlardan biri, Donald Trump yönetimi ile birlikte ABD’nin Obama döneminde İran’ın önünü açan siyasetine artık “dur” denileceğiyle alakalı. Trump’ın ve ekibinin İran’a yönelik sert açıklamaları Tahran yönetiminin bundan böyle ABD’nin hedefinde olacağını gösteriyor.

İran’ın, çevreleneceği beklentisi İran’ın Şii-Pers yayılmacılığından muzdarip Körfez ülkeleri için oldukça iyi bir haberdi kuşkusuz.  Ancak Trump’ın İran’a, nasıl “Dur” diyeceği ya da çevreleyeceği konusu net değil. Bu konuda en çok dillendirilen “Arap-İslam NATO’su” diye tanımlanan, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkeleri ve Mısır’dan müteşekkil cephenin bu görev için hazırlandığı yönünde. İran’a yönelik çevreleme operasyonu öncesi cephenin tahkim edilmesi gerekiyordu ve bu anlamda en problemli Körfez ülkesi Katar’dı. İran’ın, Suriye’deki politik duruşları nedeniyle en çok suçladığı, Türkiye ile birlikte iki ülkeden biri olan Katar, İran karşıtı koalisyonun Körfez’deki temsilcileri tarafından neden İran’ı desteklemekle suçlanıyordu? Bunda bir terslik yok muydu?

Katar’ın, İran’ı desteklemekle suçlanması işin bahanesi aslında. Bu suçlamanın ayağı yere basan hiçbir gerekçesi yok çünkü. Körfez’de İran ile ticari ilişkileri bakımından beşinci sırada bulunan Katar, İran’ı destekliyor suçlamasına muhatap oluyor ama bu anlamda 21 milyar doları aşan ticaret hacmiyle birinci sıradaki BAE, İran’ı desteklemiş olmuyor. Aynı şekilde Umman’da İran ile dost denecek kadar yakın ilişki içerisinde ama bu hiç problem olarak görülmüyor. İroni bu yana, İran işbirlikçiliği ile suçlayıp Katar ile diplomatik ilişkileri kesenler,  İran ile ilişkilerini koparmayı akıllarına getirmiyorlar her nedense. ‎

Dolayısıyla Katar, İran ile işbirliği yapıyor iddiası boş bir iddia. Peki, Katar’ın, Körfez’deki kardeşlerinin hedefi haline gelmesinin gerçek nedeni ne? Bu sorunun cevabını biraz gerilerden başlayarak cevaplamamız gerekiyor. ‎Arap Baharı, Orta Doğu coğrafyasının yaşadığı önemli kırılma noktalarından biriydi.  ‎Despotik ‎yönetimlere karşı başlayan halk isyanları Orta Doğu’nun hemen hemen hiçbir ülkesinde ‎gerçek bir bahara dönüşmedi. ‎Darbelerle, kanla bastırıldı halkların özgürlük talepleri. Halk devrimleri başarısız olmuştu, ‎çünkü mevcut statükonun sürmesi için onlara karşı mücadele eden bölgesel ve küresel güçlerden ‎müteşekkil bir çevre vardı karşılarında. Halkların, bu çok uluslu koalisyona karşı başarılı olmaları ‎gerçekten çok zordu. Öyle de oldu. Halk devrimleri, karşıt devrim söylemleriyle, darbelerle, siyasi ayak oyunlarıyla akamete uğratıldı.‎ Kimler vardı bu koalisyonda? Halk isyanlarının kendi ülkelerine de sıçrayacağı endişesi ve korkusu içindeki monarşiler. Bölgesel ‎çıkarları tehlikeye düşecek Batı emperyalizmi. İşgal devleti İsrail. Tüm bu çevre halk devrimlerinin önüne geçme, İslami çizgideki siyasi oluşumların ülke yönetimine gelmelerinin engellenmesi ortak noktasında buluştular. ‎Statükonun yanında yer alarak büyük bir dayanışma örneği gösterdiler. ‎

Orta Doğu coğrafyası, Arap isyanlarıyla birlikte yaşadığı travmayı hâlâ aşabilmiş değil. Meşruiyetlerini halklarından almayan despotik yönetimler, bölgenin kırılgan yapısı nedeniyle kendilerini diken üstünde hissediyor.

Nihayetinde Orta Doğu halklarının kendi kendilerini yönetme hayali çok kısa sürede suya düştü. ‎Statüko, çok uluslu çetenin maddi, manevi desteğiyle demir yumruğunu halkların yine tepesine ‎indirdi. ‎Katar, Türkiye gibi Arap Baharı sürecinde halkların yanında yer alan ender ülkelerden biriydi. Özellikle sahip olduğu El-Cezire kanalının, yönetimleri sorgulayan yayın politikası, Körfez’deki tüm monarşilerin ve despotik yönetimlerin tepkilerine neden oldu.  Bir taraftan ekonomik gücünü, diğer taraftan en önemli markası haline gelen El-Cezire ile siyasal etkinliğini artıran Katar, bölgenin abisi Suudi Arabistan’ı gölgelemeye hatta onun önüne geçmeye başladı. Arap Baharı sürecinde tepkileri üzerine çeken El-Cezire, halk isyanlarının darbeyle bastırılması sonrasında da yayınları sebebiyle Körfez ülkelerinin hedefinde. Özellikle, cunta yönetimindeki Mısır’da yaşanan hukuksuzlukları, insan hakları ihlallerini, S.Arabistan’ın, BAE’nin akıttığı milyarlarca ‎dolarlık ‎ekonomik yardımlara rağmen, Sisi döneminde Mısır ekonomisinin nasıl uçurumun eşiğine getirildiğini; ‎Libya’da, ‎BAE ile birlikte gerçekleştirdikleri darbe girişimlerini gün yüzüne çıkartan yayınları ‎ cunta yönetimini ve monarşileri çileden çıkartıyordu. Özetlenecek olursa Körfez’deki monarşiler ve despotik yönetimler açısından Katar’ın hedef tahtasına oturtulmasının birinci sebebi, vesayeti kabul etmemesidir. İkinci olarak, El-Cezire’nin sorgulayan yayın politikasıdır. Üçüncü olarak ise yönetimlerin alternatifi Müslüman Kardeşler gibi İslami siyasi oluşumları desteklemesidir. Belki dördüncü bir faktör olarak Türkiye gibi bölgesel ve küresel güçlerle kurduğu güçlü ilişki Katar’ı, Körfez’deki kardeşlerinin hedefi haline getirmiştir. 

Orta Doğu coğrafyası, Arap isyanlarıyla birlikte yaşadığı travmayı hâlâ aşabilmiş değil aslında. Özellikle ‎meşruluklarını halklarından almayan despotik yönetimler, bölgenin kırılgan yapısı nedeniyle ‎kendilerini diken üstünde hissediyorlar. Güç ama Orta Doğu’yu yeniden Arap Baharı öncesindeki fabrika ‎ayarlarına döndürmek için yoğun bir çaba sarf ediyorlar.‎ ‎Mısır’da, Mısır tarihinin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yönetimini darbeyle ‎deviren uluslararası koalisyon da İslam coğrafyasını formatlama sürecinde despotik yönetimlere destek veriyor. Bu anlamda neler yapılıyor peki? ‎“Özellikle İslam’ı referans alan ve bölgedeki meşruluktan uzak yönetimlerin en büyük alternatifi olan, “ılımlısı, ılımsızıyla”  bölgedeki tüm İslami hareketler ve siyasi partiler başta terör yaftasıyla ötekileştiriliyor, medya üzerinden yürütülen kampanyalarla şeytanlaştırılıyor. Onlara maddi manevi destek veren Katar gibi, bu anlamda bölge halklarına örneklik teşkil eden Türkiye gibi ülkeler de hedef tahtasına konuyor.

Mısır’da başarılıyla icra edilen komplo Türkiye’ye karşı da denenmedi mi? ‎ Türkiye de “Terör örgütü DAİŞ’i destekliyor” iftiralarına maruz kalmadı mı? MİT tırları manipülasyonu ile yapılmak istenilen neydi? Gezi eylemlerinden bu yana Türkiye de Orta Doğu’da halkların iktidarına mani olan bu çok uluslu koalisyonun hedefinde. Önce,  ‎yargı darbesi ile Türkiye’yi ele geçirmeye çalıştılar. Ama başaramadılar. Ardından dış destekli olduğu şüphe götürmez, içerideki hainlerle kanlı ‎‎15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye esir alınmak istendi. Halkımızın destansı direnişi ile ona da muvaffak olamadılar. Dolayısıyla Katar krizi, sadece bölgeyi ilgilendiren Körfez ülkelerinin iç meselesi değil. Orta Doğu’yu yeniden formatlama sürecinin bir parçası. Katar’da başarılı olurlarsa bunun arkasını getireceklerinden kimse şüphe etmiyor.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir