Görüşler

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Afrin’de kapanmayan makaslar

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Afrin’de kapanmayan makaslar

Zeytin Dalı Operasyonu’nun başladığı günlerde büyük bir heyecan dalgası oluşmuştu

Zeytin Dalı Operasyonu’nun başladığı günlerde büyük bir heyecan dalgası oluşmuştu. Yakın tarihimizin en önemli dış politika hamlelerinden birisine tanıklık ediyorduk. Televizyon ekranlarında görmeye alıştığımız kişiler ulusal güvenlik ihtiyacının dayattığı tedbirlerden, aydın bildirileri ise barışın anlamından bahsediyorlardı. Türkiye biraz böyledir. Kavramlar ağdalı sözlerle ve romantik bir tonda ifade edilir ancak “nasıl” sorusu bir türlü sorulmaz. Zeytin Dalı Operasyon’u başladığından beri akademik tartışmalar bu yüzden oldukça arka planda kaldı. Bu yazının amacı, kısık sesle dile getirilen endişeleri daha belirgin kılmak ve Türk dış politikasının Afrin meselesinde nasıl konumlandığını tespit etmektir.

18-04/06/screenshot_2.jpg

Egemen devletlerin güvenlik ihtiyaçlarını sorgulamıyorum. Mamafih, bu güvenlik ihtiyacı beraberinde tehditleri de tanımlamayı getiriyor. Bu çerçevede, Türkiye’nin, özellikle çözüm süreci sona erdikten sonra, Suriye’nin kuzeyindeki PYD/YPG varlığını bir güvenlik tehdidi olarak kabul ettiği ve bunu yüksek sesle beyan ettiğini biliyoruz. Benimsenen politika, kaçınılmaz olarak sert güç enstrümanlarını kullanmayı gerektirdi. Bu gereklilik sınır ötesi operasyonun odağının da sadece Afrin ile sınırlı olmayacağının sinyallerini verdi. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin stratejisi, Suriye’nin kuzeyindeki PKK ve PYD unsurlarını gerekirse askeri yöntemler kullanarak sınır hattından uzaklaştırmak üzerine kuruldu. Bunu, Türkiye’nin siyasi amacı olarak kabul etmek ve Zeytin Dalı Operasyonu’nun başarısını bu amaç üzerinden ölçmemiz gerekecek.

ABD’de Mike Pompeo’nun görevi devralması, Suriye’de ve radikal İslami terör karşısında ABD ve Rusya’nın karşılıklı anlayış içinde hareket etmesini ve Ankara’nın görmeyi sürekli olarak umduğu iflah olmaz rekabetin şiddetinin azalmasını beraberinde getirebilir.

Bu amaca ulaşmak için iki parametreyi göz önünde bulundurmak icap ediyor. Birincisi, Türkiye ile PYD arasındaki materyal güç paritesi. Her ne kadar, kendi içinde yaşadığı sorunlardan dolayı zayıflamış bir görüntü verse de Türk ordusunun harekat kabiliyetini muhafaza ettiğini ve savunma sanayisindeki teknolojik gelişmelere çabuk adapte olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Kullanılan modern silahlar ve insansız hava araçları bu operasyona damgasını vurmuş durumda. Öte yandan, PYD ve PKK’nın daha arkaik ve romantik bir savaş tarzını temsil ettiğini söyleyebiliriz. Ancak Türk ordusu Afrin’e girerken direnmeyi seçmeyen ve bu bölgeden çekilen PYD, Türkiye’yi caydıracak güçte bir devletin koruması olmadan çatışmayı tercih etmeyeceğini kabul etmiş oldu. Diğer bir ifadeyle Afrin için savaşmanın mukadder olanı değiştirmeyeceği kanaatine vardı. 

Bu durum, Türkiye ve Kürtler açısından ikinci parametrenin önem derecesini göstermesi açısından manidar. Zira, ikinci parametre Türkiye ve PYD arasındaki güç paritesinden ziyade yapısal aktörlerin ve üçüncü devletlerin politikalarını da gözetmeyi dikte ediyor. Zira, kurulacak ittifaklar Türkiye ve PYD arasında güç hiyerarşisini anlamsız kılabilir.

Daha net olmak gerekirse, operasyon başlarken Türkiye’nin siyasi amaçlarına ulaşması için yapması gereken şey Kürtlerin ABD ve Rusya ile ittifak kurmasını engellemekten başka bir şey değildi. Böylece, mevcut materyal güç üstünlüğünün avantajını kullanarak siyasi amaçlarına ulaşabilirdi. Birçoğumuzu şaşırtan, Türkiye’nin birbiri ile rekabet içinde olan ABD ve Rusya gibi ülkeleri aynı anda nötrleştirme konusunda sağladığı başarı oldu. Ancak bu başarı, donuk ve statik bir boşluktan ziyade, her an kapanmaya veya daha da fazla açılmaya hazır bir makası anımsatıyor. İddiamız şudur ki, Türkiye’nin siyasi amaçlarına ulaşabilmesi için, üç tane makasın aynı anda ve şu andaki seviyesinden açık olması gerekiyor.

RUSYA-KÜRT MAKASI

Afrin’e düzenlenecek operasyon öncesi akıllardaki soru, Rusya’nın nasıl ikna edileceğiydi. Elimizdeki bilgiler, Türkiye ile Rusya arasındaki pazarlıkların içeriğine dair yorum yapmamızı engelliyor. Ancak, yapılan analizler üç konunun pazarlık masasında görüşüldüğü üzerinde duruyor. İlk olarak, iki ülke arasında yapılan enerji anlaşmalarının Rusya’nın isteği doğrultusunda şekillendirildiği iddia ediliyor. İkinci olarak, Türkiye’nin İdlib bölgesinde bazı muhalif grupları Astana sürecine dahil etmeyi başarması ve cihatçı gruplar arasında bir bölünme yarattığı öne sürülüyor. Son olarak, Rusya’nın Türkiye’ye gösterdiği anlayışın asıl amacının, Türkiye ile NATO arasındaki ilişkileri sorunlu hale getirmek olduğu sıkça dile getiriliyor. Günün sonunda, Rusya, Afrin Operasyonu’na sessiz kalarak iktisadi, askeri ve siyasi avantajlar elde etmişe benziyor. Ne var ki, bu durum Rusya ile Kürtler arasındaki makasın açılmasını beraberinde getirdi. Afrin Operasyonu’na verdiği izin, kaçınılmaz olarak Rusya ile Kürtler arasındaki ilişkinin soğumasına sebep oldu. Rusya’nın Kürtleri tamamen kaybettiğini, bunun karşılığında Türkiye’yi tamamen kazandığını söylemek için erken. Her ne kadar bu konuda ciddi alametler belirse de... Öte yandan mevcut durumda, Türk-Rus ilişkilerinin Kürtlerin aleyhinde geliştiği rahatlıkla iddia edilebilir. Ancak diğer makaslardaki gelişmeler, bu temkinli yaklaşımımızı bir yana bırakmamızı beraberinde getirebilir.

ABD-KÜRT MAKASI

ABD ile PYD arasındaki ilişki, IŞİD’in varlığı ile doğrudan alakalı. 2014 senesinden bu yana PYD, IŞİD’e karşı mücadele ederek meşruluk devşiriyor ve etki alanını genişletiyor. IŞİD’in uluslarararası sistemin neredeyse bütün aktörleri tarafından kabul edilen şeytaniliği, PYD’nin bir terör örgütünden ziyade meşru bir aktör olarak görülmesini beraberinde getirdi. ABD ile Suriye Kürtleri arasındaki ilişkilerin gelişmesi, bu yüzden ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri kaçınılmaz olarak olumsuz etkiledi. Türkiye’nin ABD ve PYD arasındaki makası açma gayretine uzun süredir şahitlik ediyoruz. Özellikle Menbiç bölgesindeki Kürt varlığından muzdarip olan Ankara, ABD ile bir çatışma yaşamadan bu bölgeye askeri bir operasyon yapma niyeti taşıdığını açıkça beyan etti. Üstelik, bunu başarmak için oldukça risk almaya hazır. Moskova ile Ankara ilişkilerinin stratejik işbirliği seviyesinde seyretmesi, S-400 meselesi ve AKP hükümetinin benimsediği Batı karşıtı eleştiren ton, ABD ile PYD arasındaki makasın açılmadığı takdirde olabilecekler hakkında ipucu niteliğinde. Diğer bir ifadeyle, Türkiye riskli bir strateji benimsemişe benziyor ve ABD’yi ikna etmek için Rusya ile yakınlaşma kartını oynuyor. Bu politikanın başarısız olması durumunda Ankara’nın belirlediği siyasi amaçlara ulaşmasına yardım edeceğini düşünmek, yani Afrin’den sonra Menbiç yolunun açılacağını beklemek, naif görünmektedir.

ABD-RUSYA MAKASI

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik formüle ettiği siyasi amaçlarına ulaşmak için açık kalması gereken en önemli makas ABD ile Rusya arasında. Biz de şu ana kadar bahsettiğimiz ihtimalleri bu rekabetin yaratacağı tepkimeler üzerine kurduk. Ankara da bu fikirde. Dolayısıyla, Suriye’de ilerleyebilmek için bu iki ülke arasındaki rekabetin devam etmesi gerekiyor. Bununla birlikte, her iki ülkeyi de aynı anda ikna edebilmesi için kendi pozisyonunu sürüncemede bırakması, herhangi bir aktör ile olan makasının tam olarak kapanmaması veya tam olarak açılmaması gerekiyor. Belki de bu yüzden, resmi ağızlardan çelişkili açıklamalar duyuyoruz. Bu, bilinçli bir sürüncemede bırakma politikasına ve oluşacak fiili durumlara göre her an dönüşebilecek bir stratejiye işaret ediyor olabilir. Türk dış politikasına hakim olan bu tavır, Rusya ile gireceği asimetrik bir ilişkinin Menbiç’in kapılarını sonuna kadar kapatacağının farkında. Benzer şekilde, ABD ile ilişkilerde yaşanan pürüzlerin giderilmesi ve ortak stratejik amaçlarda buluşmanın, Kürtler ile Rusya’yı yeniden yakınlaştıracağının ve Afrin’deki konumunu tehlikeye sokacağının da farkında. Bu yüzden, ABD ile Rusya arasındaki rekabetin yarattığı boşlukların nimetlerinden faydalanmak, muğlak ve çelişkili beyanatlarda bulunmak ve süreci sürüncemede bırakırken bir yandan askeri ilerleyişine devam etmek gibi bir yol seçmiş görünüyor.

Mamafih, bu yaklaşım önemli bir meydan okumayla karşı karşıya. Özellikle Pompeo’nun Dışişleri Bakanlığı görevini devralması, Suriye’de ve radikal İslami terör karşısında ABD ve Rusya’nın karşılıklı bir anlayış içerisinde hareket etmesini ve Ankara’nın görmeyi sürekli olarak umduğu iflah olmaz rekabetin şiddetinin azalmasını beraberinde getirebilir. Çok acele etmemekle beraber, Trump’ın çok yakında Suriye’den çekileceklerine dair yaptığı açıklama bu zaviyeden değerlendirilebilir. Diğer bir ifadeyle Washington ile Moskova arasında makas daralabilir. Bu durum, tartışılmaz bir şekilde Türkiye’nin siyasi amaçlarını yeniden tanımlamasını gerektirecektir.

Öte yandan, ABD-Rusya makasının mevcut halinden daha fazla açılacağı da ihtimaller arasında. Özellikle İngiltere’de meydana gelen Skripal’in olayı Batı bloğu ile Rusya arasındaki iplerin gerilmesine sebep oldu. Avrupa Birliği ve NATO üyesi ülkeler Rus diplomatları sınır dışı etme kararı alırken, Rusya bu duruma ayniyle mukabele edeceğini duyurdu. Bu gelişmeler meydana gelirken, Balgat hadiseyi oldukça önemsizleştirdi ve verebileceği en zayıf tepkilerden birini verdi. Bu durumun, Türkiye’den Batı güvenlik mimarisi için oynaması beklenen rolü yerine getirmeyeceği kanısı oluşturduğu iddia edilebilir. Rusya’nın izniyle Afrin’de bulunan Türkiye, eğer ABD (ve Batı bloğu) ile Rusya arasındaki makas daha fazla açılırsa taraf seçmeye zorlanabilir ki bu sert kutuplaşma, Zeytin Dalı’nın Afrin ile sonlanmasına veya Afrin’den feragat edilerek Menbiç’te devam etmesine yol açabilir.

TÜRKİYE’NİN KENDİ MAKASI

Türkiye’nin Suriye politikası 2011 senesinden beri oldukça riskli seyretti. Kurulan modellerin işlemesi için sabit kabul edilen değişkenler Ankara’nın umduğundan daha dinamik tepkiler verdiler. Dolayısıyla, soyut düzlemde kurulan modeller somut gerçeklikler karşısında işlerliğini yitirdi. Bu durum, sadece Türk dış politikasını değil aynı zamanda Türkiye’nin iç atmosferini de oldukça etkiledi. Dış politikada bir açılıp bir kapanan makasların benzeri iç politikada da yaşandı. Toplumsal ve siyasal gruplar arasındaki ilişkiler oldukça kutuplaştı ve Türkiye 2000’li yılların ilk on yılında üretmeyi başardığı parlak iktisadi ve siyasi hikâyeden epey uzaklaştı. Bütün bunların Suriye İç Savaşı’yla aynı zamana denk gelmesi basit bir korelasyonun ötesinde bir anlam taşıyor. Belki de Suriye’de kapanmasın diye uğraştığımız makasların bize yaşatacağı zafer ve başarı duygusunun Türkiye içindeki karşılığı, kendi vatandaşlarımız arasındaki makasın daha fazla açılmaması için gayret göstermektir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir