Görüşler

Cezayir Savaşı: Kurmaca ve belgesel arasında

Cezayir Savaşı: Kurmaca ve belgesel arasında

‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı “Cezayir’deki bağımsızlık mücadelesinin belirli bir evresini dramatize eden filmi Cezayir Savaşı, anti-sömürgeci mücadeleye destek veren çevrelerde büyük ilgi görmüştür” diyor.

Gillo Pontevorvo’nun Cezayir’deki bağımsızlık mücadelesinin belirli bir evresini dramatize eden filmi Cezayir Savaşı politik sinemanın en etkili örneklerinden biridir. Yapıldığı tarihten bu yana anti-sömürgeci mücadeleye destek veren çevrelerde büyük ilgi görmüş, sinema kulüplerinin her daim repertuarında yer almıştır.

Pontecorvo genç yaşta PCI’ya (Partito Comunista d’Italia-İtalya Komünist Partisi’ne) üye olmuş, Paris’te fotoğraf eğitimi görürken 1943 yılında direnişe katılmak üzere İtalya’ya dönmüş ve savaşın sonuna kadar Garibaldi tugaylarında, Mussolini’ye ve işgalci Nazilere karşı savaşmıştı.1956’da PCI ile bağlarını koparmıştı.

Bu kararı almasında Macaristan’da Stalinist rejime karşı yükselen halk isyanının Sovyet tanklarıyla ezilmesinin, halkın özgürlük taleplerinin şiddet yoluyla bastırılması etkili olmuştu. Savaş ertesinde bir süre gazetecilik yaptı, daha sonra politik düşüncelerini ifade etmenin en etkili yolu olduğunu düşündüğü sinemayı seçti.

Edward Said, Pontecorvo’nun iki filminin, Cezayir Savaşı’nın (ve yanısıra İsyan’ın ya da diğer adıyla Queimada’nın) bütün zamanların en iyi politik filmleri olduğunu belirtir. Said’e göre Cezayir Savaşı’nı “imparatorluk çağının büyük sinematik belgelerinden biri“ olarak niteler ve İtalyan yönetmenin filmi için “özünde şiddet bulunsa da ruhunda zengin kaynaklı devrimci iyimserlik var” hükmüne verir.

Onun “Cezayir halkının zaferini lirik bir biçimde kaydetmiş“ da olduğunu vurgular. (Edward W.Said,’The Quest for Gillo Pontecorvo ‘ Reflections on Exile and other Literary and Culturel Essays içinde Granta Books, 282-292) Pontecorvo’nun filmlerinde lirizm bulan başkaları da vardır. Film eleştirmeni Pauline Kael onun için , ”En tehlikeli Marksist türü: şair Marksist“ nitelemesine başvurur İtalyan yönetmenin şair olduğunu belirtirken onun filmlerindeki lirizmin varlığına dikkat çeker.

***

Cezayir Savaşı ilk kez 1966 yılında Venedik Festivali’nde gösterildi. Fakat Fransa’da yasaklandı, bu yasak on yıl kadar sürdü; ancak 1971’de gösterilebildi. Günümüzde post-kolonyalist araştırmaların konusu olmakta. Siyah Panterler bu filmde Amerikan şehirlerinde yürüttükleri mücadelede başvurabilecekleri taktikler buldular Ama aynı film askeri akademilerde kontra gerilla eğitimi derslerinde de gösterilmekte.

Cezayir’in Fransız sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesi 1954’de FLN’in (Front de Libération Nationale–Ulusal Kurtuluş Cephesi) yayımladığı bağımsızlık bildirisi ve çağrısıyla başlamıştı. Mücadele önce kırsal alanlarda yürütüldü. Kırsalda yeterince etkili olamadığını gören örgüt eylemlerini şehirlere, özellikle de başkent Cezayir’e kaydırdı; medyada yer bulacak bombalama eylemleri gerçekleştirdiler.

Sömürge yönetimi bu eylemlere çok sert tepki verdi, zülüm politikalarının yoğunlaştırdı. Çok sayıda FLN militanı öldürüldü. Fransız ordusunun askerleri, paramiliter unsurlar yakaladıkları şüphelilere, onlarla irtibatlı olduklarını düşündükleri sivillere ağır işkenceler uyguladılar. Bu sömürgeciler ile yerli halk arasındaki gerilimi daha da yoğunlaştırdı.

Bu açıdan bakıldığında FLN şehirlerdeki eylemleriyle amacına ulaşmış, halk desteği kazanmıştı. Ancak örgütün söz konusu eylemleri hayli sorunlu bulunmuş, tartışılmıştır. Her iki tarafın da teröre başvurduğu ileri sürülmüştür. Albert Camus’un annesinin can güvenliği açısından tehdit oluşturduğunu ileri sürdüğü ve bu gerekçeyle bağımsızlık mücadelesine destek vermekten kaçındığı eylemler esas olarak bunlardı.

***

Pontecorvo’nun filmi de esas olarak bağımsız mücadelesinin bu epizodunu ele alır. Pontecorvo ve senaryo yazarı Franco Solinas Cezayir’deki anti-sömürgeci mücadele konusunda bir film yapmayı bağımsız savaşı başladığından beri istiyorlardı. İtalyan yönetmen daha 1957 yılında çektiği ilk konulu filmde Franco Solinas ile işbirliği yapmıştı.

Solinas’ın bir romanının uyarlaması olan ve Geniş Mavi Yol adını taşıyan bu filmin senaryosunu da kendi yazmıştı. Aralarındaki işbirliği genç bir Yahudi kadının Treblinka ölüm kampında yaşadıklarını anlatan ve Pontecorvo’ya bir yönetmen olarak saygınlık kazandıran Kapo ile devam etti.

Cezayir Savaşı İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin bazı özelliklerine sahiptir, hatta kimilerince bu akımın son yetkin örneği kabul edilir. Özellikle Rossellini’nin savaştan hemen yaptığı ve işgal altındaki şehirdeki örgütlü direnişin öyküsünü anlattığı Roma, Açık Şehir ile kıyaslanır.

Belirli benzerlikler gerçekten mevcuttur. Ancak Cezayir Savaşı’nı farklı kılan bir özelliği de söz konusudur: Görsel üslubu, olaylara yaklaşımı ve bakışıyla, oyuncu seçimiyle belgesele olabildiğince yakın bir filmdir.

***

Pontecorvo fotoğraf eğitimi almıştı ve profesyonel fotografçıydı. Çekimlerde kameraman Marcello Galli ile mükemmel bir işbirliği gerçekleştirdi. Siyah-beyaz görsellik filmi etkili kılan özelliklerden biri. Bu görüntüler aslında hiç kullanılmadığı halde Cezayir Savaşı’nın bazı bölümlerinde haber (aktüalite) filmi kullanıldığı izlenimi uyandırıyor. Bu da Pontecorvo’nun filmini belgesele yaklaştırıyor.

Pontecorvo bir süre kompozisyon dersleri de almış, Ancak maddi durumu yetersiz olduğu için müzik eğitimi sürdürememişti. Filmlerinde müziğin sahneyi biçimlendirmede ne kadar etkili olduğunu ifade edebilmek için müziği imge ses ( image sonore ) olarak niteliyordu.

Cezayir Savaşı’nda, hareket eden imgelerle tınıları örtüştürmede çok başarılı bir besteci olan Ennio Morricone ile işbirliği yapmışlardı. (Sergio Leone westernlerinin kült statüsü kazanmasında Morricone’nin payını kim inkar edebilir?). Filmde müzik mağdurların ıstıraplarını izleyiciye yansıtmada gerçekten çok etkileyiciydi. Perküsyon sesleri güçlü dramatik efekt sağlıyor, militarizmi, Fransız askerlerinin ayak seslerini duyuruyordu.

Filmde yakın geçmişte yaşanmış, yakın tarihe ait politik olaylar gerçekleştikleri mekânlarda canlandırılmış, dramatize edilmişti. Bir-iki istisnanın dışında profesyonel aktörlere yer verilmemişti. Aktör olarak yer alanlardan neredeyse tamamı canlandırdıkları olayları gerçekten yaşamış kimselerdi, aralarında işkence görmüş olanlar vardı. Deneyimlerini yeniden yaşadılar. Filmin belgesele yakınlığının bir başka nedeni de budur.

***

Pontecorvo ve Solinas daha henüz senaryonun yazımından önce FNL militanları ile biraraya gelip görüşmüş, olay mekânlarını gezmiş, militanlar bombaları nereye ve nasıl yerleştirdiklerini göstermişlerdi. Esasında ikisi de İtalya’da anti-faşist direnişe katıldıkları için yeraltında örgütlenme ve eylemde bulunma tecrübesine sahiptiler.

Sömürgecilere karşı savaşan bağımsızlık savaşçılarının bombalama eylemleri sorunlu bulunmuştur. Bu asimetrik savaşta sivillerin de sıklıkla bulundukları yerlere bomba yerleştirilmesinin bir terör eylemi olup olmadığı tartışılmıştır.

11 Eylül 2002’deki intihar saldırılarından sonra filmde canlandırılan bu eylemlere karşı liberal ve kimi sol çevrelerin yaklaşımını da değişti, çok daha eleştirel oldu. Filmin değişen koşullar altında İslamcı terörü sempatiyle yaklaştığı, El Kaide gibi İslami terör örgütlerine yol gösterdiği ileri sürüldü.

***

Pontecorvo’nun etkilendiği temel kaynak Franz Fanon’un Ölen Sömürgecilik ve Yeryüzünün Lanetlileri başlıklı kitaplarıydı. Dolayısıyla onun FNL’in yürüttüğü şiddet konusundaki düşüncelerini Fanon üzerinden okuyabiliriz Fanon’un Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde sömürgeleştirilmiş halkın başvurduğu her türlü şiddeti onayladığı ve özgürleşme adına meşru saydığına, “devrimci şiddet” kapsamında gördüğüne dair yaygın bir görüş vardır.

Ancak onun Cezayir gerçeğine yakından bakmak için kale aldığı Ölen Sömürgecilik’de yazdıkları bunun çok da doğru olmadığına açıklık kazandırıyor. Gerçekten Fanon sömürgecilerin acımasız saldırılarına, işkencelerine aynı şekilde karşılık veremeyeceklerini; aksi halde bağımsız için mücadele eden taraf olmaktan çıkıp “kirli savaş”ın diğer tarafına dönüşeceğini ileri sürmüştü.

Fanon bu savaşın iki taraf için farklı anlamlar taşıdığını vurguluyordu. FLN açısından sömürgecilere karşı bağımsızlık için yürütülen haklı bir savaştı. Sömürgeciler ise bir “kirli savaş”la madunların, “yeryüzünün lanetlileri”nin bağımsızlık ve özgürlük taleplerini boğmaya çalışıyorlardı. O halde, tarafların yöntemleri ve araçları aynı olamazdı.

Madunlar, kirli savaş yöntemlerine başvuramazlardı. Örneğin, tutsak aldıkları Fransız askerlerine, paramiliter unsurlara işkence yapamazdı. Aksi halde kirli savaşın öteki tarafı olurdu. (P.Hudis, Fanon: Barikatların Filozofu, çev.İ.Yıldız, Dipnot Yayınları ,2020, özellikle ‘Angaje Filozof : FLN ve Cezayir Devrimi” başlıklı bölüm, s. 103-132. Fanon’un Cezayir bağımsız savaşı üzerine yazdığı yazılar için bkz. Fanon, Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine Yazılar, çev.K.Çayırlı,Sel Yayıncılık,2020,)

[email protected]

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir