Görüşler

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek yazdı: Dönüşüm sancısı ya da sancının dönüşümü

Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek yazdı: Dönüşüm sancısı ya da sancının dönüşümü

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, Katar krizinin arka planını yorumluyor.

DOÇ. DR. BURAK BİLGEHAN ÖZPEK

Dönüşüm süreçleri hep kafa karıştırıcı olmuştur. Onu anlamaya çalışanlar kendilerini aciz ve çaresiz hissederler. Asla anlaşılamayacak bir karmaşanın içinde olduklarını düşünürler. Yine de birşeyler söylemek lazım gelirse, dönüşümü açıklamak veya anlamak yerine, dönüşümün tetiklediği somut sorunları tartışmak gibi konforlu bir alanda konumlanırlar. Bu tartışmalar bilinmezliği körükler. O vakte kadar yabancısı olduğumuz politikacıların, stratejik kasabaların, küçük terör hücrelerinin isimleri havada uçuşur. Mikro ilişkiler ağı, yaşanılan sorunun ana sebebi olarak görülür. Sanılanın aksine, mesele detaylandırıldıkça ona olan hakimiyetimiz azalır. Ve niçin böyle bir soruna muhatap olduğumuz sorusu yine cevapsız kalır.

Son günlerde yaşanan Katar krizini de muhtemelen böyle ele alacağız. Öncelikli olarak, Trump’ın Orta Doğu ziyaretinin etkisinden bahsedenler olacak. Bu ziyaretin, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne verdiği kredi konuşulacak. Hemen ardından, Körfez ülkelerinin birbirleriyle kurdukları ilişkilerin doğasına odaklanacağız. Katar’ın yeniden “söz dinleyen” ve “uysal” bir ülkeye dönüştürülmeye çalışılacağı öne sürülecek. Bazı analizler, Körfez monarşilerinin yeni kuşak liderleri ve lider adayları arasındaki güç mücadelesine dikkatleri çekecek. İran’ın rolünden bahsedenler olacak, Türk Dış Politikası’na tavsiye verme niyetinde olanları göreceğiz, Mısır’daki darbe yönetimini suçlayanları okuyacağız. Dediğim gibi, birbirleriyle asla kesişmeyen birçok paralel doğru ortaya çıkacak ve bu süreçte onlarca yeni isimle tanışacağız. Konu popularitesini yitirdiği vakit bunların hepsi unutulacak.

KRİZİN BAŞLANGIÇ NOKTASI

Kriz, geçtiğimiz hafta başladı. Katar Haber Ajansı’nda yayınlanan bir haber, Katar Şeyhi’nin İslami bir güç olarak nitelendirdiği İran ile ilişkilerini geliştirmek istediğinden bahsediyordu. Her ne kadar, bu haber Katar tarafından inkar edilse ve ajansın web sitesinin sabote edilerek bu haberin konulduğu iddia edilse de kriz tırmandı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır gibi önemli bölge ülkeleri Katar ile ilişkilerini kestiklerini ve kara-deniz-hava trafiğini durduklarını açıkladılar. Krizini ne yöne evrileceği ve Orta Doğu’da nasıl tepkimeler üreteceği ise şimdilik spekülatif kalmaya mahkum. Ne var ki, spekülasyonlara ve ideolojik angajmanlarla zehirlenmiş yorumlara teslim olmamalıyız. Bunun için yaşanan dönüşümü kavramsallaştırmalı ve tutarlı bir çerçeve ortaya koymak gerekiyor.

Yaşadığımız krizin, dünyanın küreselleşmeden duyduğu hoşnutsuzluktan bağımsız olduğunu düşünmüyorum. İnsanların, sermayenin, malların ve bilginin sınırlar arasında serbestçe hareket etmesi Soğuk Savaş’ın hemen ardından işbriliği, refah ve barışı müjdeliyordu. Bu kısmen gerçekleşti. Ancak, küreselleşme beraberinde sadece “iyi şeyleri” getirmedi. Ulus devletlerin aşınmasıyla beraber terörizm, göç, radikalleşme gibi olgular kendisini göstermeye başladı. Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi ve ABD’nin Trump’ı tercih etmesi, küreselleşmeye karşı duyulan hoşnutsuzluğun birer göstergesidir. Batılı politikacıların çözüm önerileri arasında, güçlü bir ulus devlet inşa etmek ve ulusal çıkar tanımlamasını değerlerden ve ahlaktan bağışık kılma çabası göze çarpıyor. Zira, her ne kadar refah üretimine katkıda bulunsa da, küreselleşmenin kendilerini güvensiz kıldığını düşünüyorlar.

Elbette bu yaklaşım Orta Doğu’yu da etkilemektedir. Esasında, Orta Doğu kuruluş felsefesi icabı ulus devletlerinin yaşamasının zor olduğu bir bölge. Hinnebusch diyor ki, sınırların kurgusal olarak tasarlanması, farklı kimlik gruplarının aynı ülke içinde ve aynı kimlik grubunun farklı ülkelerde yaşamaları durumunu ortaya çıkarttı. Yani, ulus devletlerin hakimiyet kurmaları için elverişsiz bir ortam kurgulanmıştı. Bu zorlukları aşmak isteyen merkezi hükümetlerin kendi halklarına karşı uyguladıkları şiddet ve kurdukları otoriter rejimler ise mevcut Orta Doğu sorunlarının temelini teşkil ediyor. 2003 yılındaki Irak işgali ve 2010 senesinde başlayan Arap Baharı, Orta Doğu’daki bahsi geçen ulusaşırı kimliklerin harekete geçmesi için önemli rol oynadı. Öncelikle, merkezi hükümetler zayıfladı ve hemen ardından farklı ülkelerde yaşamasına rağmen ortak etnik köken, mezhep veya ideolojiyi paylaşan ulusaşırı ağlar harekete geçti. Memnuniyetsiz kitlelerin başlattıkları bu yeni dalgaya, sermayenin ve malların serbest bir şekilde dolaşabilme durumu destek verdi. Mamafih, bu yeni tablonun aktörleri küreselleşmenin öngördüklerine pek benzemiyordu. Muhalif grupların tutkulu ve radikal, serbest dolaşan sermayenin kirli, malların ise askeri techizattan müteşekkil olduğu bir resim çıktı karşımıza. Tehdit edilen sadece otoriter yönetimler değil, aynı zamanda bölgenin istikrarı ve dolaylı olarak da küresel güvenlik oldu.

MUHALİFLERE DESTEK

2013 yılının Temmuz ayında, General Sisi’nin yaptığı darbe Orta Doğu’daki ulusaşırılık dönemine yapılan bir itirazı temsil ediyordu. Bu darbeye destek veren ülkelerin, bugün Katar ile ilişkisini kesen ülkeler olması tesadüf olamaz. Zira, İhvan ideolojisi tarafından tehdit edildiklerini düşünüyorlardı. Onların çözümü, İhvan ile Mısır’da güçlü bir devlet otoritesinin mücadele etmesi oldu. Suriye İç Savaşı’nın yazdığı hikaye de benzer bir paradigmayı meşrulaştırdı. Rusya’nın Esad rejimine verdiği destek, yeniden güçlü bir merkez kurma politikasına işaret ediyordu. Bu noktada, Suriye’deki muhalif gruplara en fazla destek veren ülkenin Katar olması da tesadüf olamaz. Olmaması gereken bir başka tesafüf de önemli HAMAS liderlerinin Katar’da bulunmaları ve bunun bölgenin en kadim ve güçlü ulus devletlerinden biri olan İsrail’de yarattığı memnuniyetsizlik. Bu noktada, Katar’ın Orta Doğu’daki ulus devletleri tehdit eden, ulusaşırı fikirleri, grupları desteklediğini, bunu yaparken de sermaye ve malların serbest dolaşımının avantajından faydalandığını söylemek hatalı olmayacaktır.

Bu sebeple, Katar krizinin patlak vermesinde İran’ın önemli bir rol oynamasına da şaşırmamak gerekir. Orta Doğu’daki çatışma hattını Şii-Sünni karşıtlığı üzerinden okuyanlar için garip görünse de İran ile Katar ulus devlet karşıtlığı noktasında kolaylıkla buluşabilecek iki aktör. Zira, İran’ın dış politikada öne çıkardığı kimlik sadece  Şiilik değildir. Aynı zamanda siyasal İslamcılık da yeri geldiğinde sandıktan çıkartılabilir. Mübarek’in devrilmesine İran’ın verdiği olumlu tepkiyi hatırlayalım. Ya da Erbakan’ın İran’da nasıl hayırla yad edildiğini. Ve bu siyasal İslamcılık, katı ve merkezi ulus devlet anlayışına karşı koyabilecek yeni bir eksen oluşturabilir.

Suriye İç Savaşı biterken yeni bir çatışma hattı tanımlanıyor. Mezhep çatışması yerini yapısal aktörlerin desteklediği kuvvetli merkezler ile ulusaşırı siyasal İslamcılık arasındaki yeni bir çatışmaya bırakabilir. Katar, siyasal İslamcı hareketlerin hamisi ve merkezi olarak diğer Körfez ülkelerine karşı kendi otonomisini kurmaya çalışıyor olabilir. İran ise Körfez ülkelerinde yaşayan Şii nüfusu mezhep yerine İslamcılık üzerinden örgütlemeyi seçebilir. Aslında Sünni ve İhvancı bir politikacı olan ve Irak Meclisi Başkanlığını yürüten Selim Cuburi’nin, Irak’ın Katar’ın yanında olduğunu belirten açıklaması herşeyi özetliyor. Özellikle, böyle bir resmi tavırın İran’dan habersiz ve izinsiz gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını bilenler için.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir