Görüşler

Gazeteci Ali Bayramoğlu yazdı: 16 Nisan’da neyi oylayacağız?

Gazeteci Ali Bayramoğlu yazdı: 16 Nisan’da neyi oylayacağız?

Gazeteci Ali Bayramoğlu 16 Nisan’da yapılacak anayasa referandumunu değerlendirdi.

ALİ BAYRAMOĞLU

Anayasa referandumu bu ülkede son 15 yıl içinde yapılan tüm seçim, plebisit ve yoklamaların şüphe yok ki en önemlisi, en belirleyicisi. Geleceğimize, özgürlüklere, iktidarın kullanımına dair geri dönüşü güç ve tersine çevrilemez bir tercih anının eşiğindeyiz. 16 Nisan referandumuyla ülkeyi 4 ya da 5 yıl yönetecek kişi ve partileri seçmeyeceğiz. Oylarımızla sınırlı odak bir konudaki herhangi düzenlemeyle ilgili kanaatimizi söylemeyeceğiz. Referanduma sunulan paketin ve muhtemel sonuçlarının güncel siyasi sorunların çözümüyle de yakından uzaktan bir ilgisi yok. Türkiye 2003’ten bu yana siyasi istikrara sahip. Son 45 yılın en güçlü ve cesur siyasi iradesi tarafından yönetiliyor. Sorun Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Yıldırım’ın iddia ettiği gibi ülkenin bir anda tehdit ve tehlike tarafından kuşatılması – ki pek abartılı- ve bu konuda ortaya çıkan siyasi zafiyetse, bunların istikrar meselesiyle, mevcut anayasayla, parlamenter düzenle hiç bir ilişkisi yok. Mevcut sistem yürütme gücüne, fiili durum ise cumhurbaşkanına pek az sistemde görülecek bir güç veriyor. Mantığı zorlamanın anlamı yok: Güncel siyasi konularda sorunlar varsa, bu sorunların kaynağı ülkedeki kurumsal yapıda değil, siyasi iktidarın tercihlerinde ve konjonktürel dalga değişimlerinde yatar.

Sandık başına geleceğimizi oylamak, olmak istediğimizi tanımlamak, yeni siyasal düzenimiz hakkında karar vermek için gidiyoruz.

Anketlerde, ‘evet’in yaklaşık AK Parti’nin Haziran 2015’te aldığı oy düzeyinde olması boşuna değil.

Bu konuda, en azından benim açımdan, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin ne söylediğinin, ne önerdiğinin bir anlamı yok. PKK’nın, Gülenci çetenin referandumdan ne umduğunun da bir karşılığı yok. Önemli olan, benim, bizim, vatandaşların, tek tek seçmenlerin anayasa değişikliği önerisi, bu değişikliğin ruhu ve getirecekleri ve götürecekleri hakkında ne düşündüğüdür. Ne var ki büyük yanılsamanın etrafında dönüp duruyoruz. Parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasındaki bir tercih karşısında bulunduğumuzu sanıyoruz.

Ama işin özü bu değil!

Anayasa değişikliği önerisi, “tercih masası”na, ülke demokrasisinin derinliğini, özgürlükler düzenini, güçler dengesini ve çoğulculuğu koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında önerilen değişiklikle, güç tek elde toplanmakta, fiili anlamda kuvvetler birliğine geri dönülmekte, yasama ve yürütmenin patronu olacak partili başkan modeli üzerinden parti-devlet emareleri ortaya çıkmaktadır. O zaman, açıktır ki, 16 Nisan günü yarışma, bir kurgusal retorik ile çıplak bir gerçek arasında, “güçlü ve tehlikede Türkiye” retoriğiyle “demokratik ve özgür bir gelecek” fikri arasında yaşanacaktır.

HERKESİN SORDUĞU SORU

Kritik soru şudur: Bu noktaya nasıl geldik? Soruları çoğaltalım: AK Parti reformculuktan, değişimcilikten kopup bu noktaya nasıl geldi? AK Parti’nin yeni Türkiye modeliyle kastettiği, farklı toplumsal gruplar arasında köprü kurmak, demokrasinin katılımcı yönlerini beslemek miydi yoksa kimlikçi ve ataerkil bir itaat ve istikrar modeli mi?

Gözlemler ve anketler gösteriyor ki, bu soruyu soranlar sadece muhalifler değil, aynı zamanda pek çok muhafazakâr ve AK Partili de bunu soruyor. Nitekim referandum konusunda en yüksek kararsız oranı hala AK Parti seçmeninde. Saha araştırmalarında AK Partili kararsızların ya da AK Parti’ye oy vermiş olup bu kez “hayır” diyeceğini söyleyen seçmenin ana motifi demokrasinin dokusunun tahrip olacağı, kalıcı ve uzun dönemlere uzayacak bir tek adam düzeni üreteceği riski olarak görülüyor.

Kaldı ki bu endişe yeni değil. İlk emareleri 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ortaya çıkmıştı. Malum, bu tarihte AK Parti ilk kez Meclis’te salt çoğunluğu elde edememiş, bir önceki genel seçimlere göre yüzde 9 oranında oy kaybetmişti. Bu kayıp, Kasım 2015 seçimlerinde, muhafazakarların istikrar arayışı, kazanımlarını kaybetmeme güdüsü, şiddet ortamı üzerinden geri gelmiş olsa da, Haziran 2015 seçimleri bir milattı. Fiili ve çıplak bir gerçekti, seçmen duyarlılıkları açısından Kasım seçim sonuçlarından daha hakikiydi. AK Parti kurmaylarının hiçbir şey olmamışçasına, kaybedilen oyu sadece çözüm sürecine, geri gelen oyları ise Erdoğan’ın koalisyonu bloke eden “dehası”na bağlayarak geçiştirmelerine rağmen, kitlesel siyasi davranışlar hafife almaya gelmez. Uzun süre toplumun farklı kesimlerini eşitleyen, reformcu ve özgürlükçü politikalar izleyen AK Parti’nin, sıra bu farklı kesimler arasında köprü kurmaya, onları aynı anda kuşatmaya gelince sıkıntılar yaşamaya başladığına hiç şüphe yok.

Önemli olan, seçmenlerin anayasa değişikliği önerisi ve bu değişikliğin ruhu hakkında ne düşündüğüdür.

AK Parti’nin Haziran 2015’te yaşadığı kırılmanın en önemli nedeni bu zafiyetin bir tezahürü olmak kadar, son birkaç yıldır yaşanan seri krizler, AK Parti’nin bu krizlerdeki yeri, bu krizleri yönetme biçimi, tüm bunların seçmende oluşturduğu birikimdi. Bu birikimin arkasında yatan tortuların listesi oldukça uzundur: AK Parti’nin politikalarında ve sorunları ele alış biçiminde reformcu ve özgürlükçü iklimden uzaklaşması… Siyasi iktidarın şahsileşmesi… Siyasi iktidarın yeni elitleriyle toplumsal, ekonomik, medyatik düzenin hayatın her noktasına müdahale etmeye başlaması... Çatışmacı, hoyrat, tahammülsüz, buyurgan kimlikçi bir dilin doğması… Asayiş tedbirlerinde ölçünün muhalefetin boğulmasına kadar uzanacak kadar kaçması ve keyfiliğin boy göstermesi… Yolsuzluk dosyalarının aklanma biçimi… Parti içi gerginliklerin, iç tasfiye mekanizmalarının bu siyasi hareketin imajında ve içinde yarattığı tahribat…

BU NOKTAYA NASIL GELDİK

7 Haziran seçim sonuçları kendi seçmen kitlesinin AK Parti’ye bu çerçevede yaptığı ciddi bir uyarıydı. O günlerde bir yazımda şu soruyu sormuştum: “AK Parti, bu durumu hafifseyip, sonuçları kendisine yönelik komplolarla, psikolojik harekatlarla açıklayıp, siyaset tarzında hukuk ve meşruiyeti dışlamaya devam mı edecek yoksa bu tarzı gözden geçirip, özgürlükçü iklime ve dile geri dönmeye mi çalışacak?”

Ne yazık ki, gerçekleşen ilk şık oldu. Şimdi benzer, ancak çok daha ciddi ve önemli bir sınav karşısındayız. Referanduma ilişkin yapılan anketlerde, kararsızlar dağıtılmadan “evet” oylarının, üç aşağı beş yukarı AK Parti’nin Haziran 2015 seçimlerinde aldığı oy düzeyinde seyretmesi boşuna değildir. Nitekim AB ülkeleriyle yaşanan kriz ve milliyetçilik dalgasının etkisi bile sınırlı olmuştur. Sandıktan ne çıkacağı elbet belli olmaz ama, en azından araştırmalara göre direnç ve direnç noktaları eski günlere oranla çok daha kuvvetli görünüyor.

Sonuç olarak, AK Parti’nin ilk dönemini ifade eden toplumun siyaseti kuşattığı günlerden, tekrar siyasetin toplumu avucuna aldığı zamanlara, siyasi kültürümüzün bir hastalığına geri dönmüş bulunuyoruz. Referandumda çıkacak “hayır” sonucu, diğer ifade edeceklerinin yanında buna yönelik toplumsal bir itirazı simgeleyecektir. “Evet” ise, mevcut gidişi pekiştirecektir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir