Görüşler

Helin Sarı Ertem yazdı: Gerçek-sonrası zamanlarda Trump’lı günler

Helin Sarı Ertem yazdı: Gerçek-sonrası zamanlarda Trump’lı günler

ABD Başkanı Donald J. Trump’ın seçimleri kazanmasını, göreve başlama töreninde gerçekleştirdiği konuşmayı ve Trump döneminin olası sonuçlarını İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Helin Sarı Ertem kaleme aldı.

HELİN SARI ERTEM

2016 yılının popüler kavramı ‘post-truth’ (gerçek sonrası), belirli bir konuda kamuoyu belirlenirken, duyguların ve kişisel görüşlerin objektif gerçeklerin önüne geçtiği bir zaman diliminde yaşadığımıza işaret ediyor. İçinde olduğumuz bu zaman diliminde, siyasetçilerin iddialarının ne kadarının ‘gerçek’ olduğu değil, kitleleri ne oranda etkilediği daha önemli. Bu durumda en popülist söylemler en çok prim yapanlar oluyor. 21’inci yüzyıl seçmeni en çetrefilli konuların bile basitçe ele alınmasını, kendisininkine benzeyen görüşlerin köpürtülüp, çoğaltılmasını, ‘öteki’ kefesindekilerinse kısa yoldan bertaraf edilmesini istiyor. Amerika Birleşik Devletleri de son aylarda bu gerçek-sonrası siyaset yapma tarzından payına düşeni almış durumda.

20 Ocak 2017 itibarıyla ABD, Donald Trump dönemine “Merhaba” dedi. Ancak bu çok da sıcak bir “Merhaba” olmadı. Washington’daki kongre binasında düzenlenen ve adeta bir saray düğünü kadar masraflı ve ilgi çekici olan devir teslim töreni devam ederken, şehrin diğer semtlerinde polis, sokaklara dökülen protestocuları kontrol altına almaya çalışıyordu. Çöp kutularını deviren, polisi taşlayan, binaların camlarını kıran protestocular “Trumplı Günler”in çetin geçeceğinin işaretiydi. Popüler dünyanın ‘rüyalar ülkesi’ ABD, bu gösterilerden de anlaşıldığı üzere, aslında bir ‘zıtlıklar ülkesi’. Siyahla beyazın, zenginle fakirin ve ‘yerli’yle ‘göçmen’in keskin bir liberal düzen içinde, sözde bir arada ama gerçekte birbirinden oldukça kopuk yaşadığı bir yer. Ve Trump işte bu ABD’nin beyaz, zengin ve ‘yerli’ kitlelerinin yeni gözdesi… Seçim sonuçlarına göre beyaz seçmenlerin yüzde 58’i Trump’a oy verdi. Siyahi ve Hispaniklerin birinci tercihi ise Demokrat aday Hillary Clinton’dı. 

Trump’la ‘geleneksel ABD’, Obama sonrasında genlerine dönüyor. Obama ile dönüşüp yeni toplumsal kimlikle öne çıkan ABD ise Trump gerçeğini içine sindirmeye çalışıyor.

Sadece Demokratlar’ın değil, Cumhuriyetçiler’in bir kısmının da hazmetmekte zorlandığı bir isim Trump… Muhalif Amerikalıların tabiriyle ‘kaba, ırkçı, narsist bir maço’… Bununla birlikte tam bir pragmatist de. Cumhuriyetçi Parti’den önce Demokrat Parti’den aday olma çabası bu pragmatizmin boyutlarını anlatmaya yetiyor. Kerameti kendinden menkul Trump’ın asıl sihri ise iki lafın birinde yaptığı ‘para ve servet’ vurgusu. Donald Trump gelmiş geçmiş en zengin ABD Başkanı; olası kabinesi de bugüne kadarki en varlıklı kabine. Amerikan siyasetinde daha önceki Cumhuriyetçi yönetimlerin de iş dünyası ile yakın bir ilişki içinde olduğu düşünüldüğünde aslında ortada istisnai bir durum yok. ABD’de iş dünyasının çıkarları hep ön plandadır; iç ve dış politika ona göre şekillenir. Ne de olsa orası, iş dünyasındaki bireysel başarı öykülerinin oldukça ilgi çektiği bir ‘fırsatlar ülkesidir’.      

ABD’nin sunduğu fırsatlardan bolca yararlanan isimlerden biri de Donald Trump. Sıklıkla altını çizdiği ‘10 milyar dolarlık’ servetinin yardımıyla, seçim çalışmaları için gereken bağışlara çok da ihtiyaç duymadan, adaylığı için başarılı bir halkla ilişkiler kampanyası yürüttü. Kullandığı sloganlar son derece basit ve anlaşılırdı. “Amerika’yı yeniden güçlü, varlıklı, gururlu, güvenli ve her şeyden önemlisi büyük yapma” sözü verdi. Ve görünen o ki sadece vatanseverlik değil, milliyetçilik de kokan ve geride kalan pek çok ulusu ötekileştiren bu sözleri ile kitleleri etkiledi; onların güvenini kazandı ve oylarını aldı. Kasım 2016 seçimlerine kadar yürüttüğü zorlu seçim kampanyasında altını çizdiği bir başka önemli nokta da yeni iş imkânları ve daha çok yatırım oldu. İşsizlikten, ekonomik krizden, kapanan fabrikalardan yakınan orta ve düşük gelir gruplarının desteğini almasını sağlayan da ‘ekonomiyi millileştirmeyi’ hedefleyen bu vaatleri oldu. ‘Benden sonra tufan’ şiarından, ‘Önce Amerika’ şiarına geçen Trump, seçim macerasına başarı grafiği yüksek, tipik bir Amerikan ‘işadamı’ olarak başladı ve bu macerayı ABD’nin ‘45. Başkanı’ olarak tamamladı. Amerikan halkının nezdinde başarılı bir işadamından başarılı bir başkana dönüşüp dönüşmeyeceğini, vaatlerinin ne kadarının gerçekleşebilir olduğunu hep birlikte yaşayarak öğreneceğiz. Zira Amerikan başkanlarının çoğu, örneğin Jimmy Carter ve Bill Clinton, seçim vaatlerindekilerin tam tersi konulara odaklanmak zorunda kaldıkları başkanlık dönemleri geçirdi.

GELENEKSEL-YENİ MÜCADELESİ

Trump’ın Amerikan halkına yönelik ‘daha fazla iş ve yatırım, daha iyi eğitim’ gibi vaatleri bir yana, ‘Meksika sınırına duvar örmekten, radikal İslamcı terörizmi dünya üzerinden silmeye’ kadar uzanan geniş ölçekli dış politika planlarını nasıl hayata geçireceği de merak konusu. Beyaz, Anglo-Saxon ve Protestan (WASP) nitelikleriyle öne çıkan geleneksel Amerikan kimliğinin dış politikayı nasıl yoğun bir şekilde etkileyebildiğini George W. Bush döneminde yakından görmüştük. 11 Eylül terör saldırılarına cevaben gerçekleştirilen Afganistan operasyonu ABD’yi başlı başına zorlu bir sınava sokarken, o dönemde Washington’da büyük söz sahibi olan Yeni Muhafazakârlar, Afganistan’la yetinmeyip, Irak’ı da işgal etmişti. Siyahi Demokrat aday Barack Obama’yı asıl iktidara taşıyan, 10 yılı aşkın bir süre 2 uzak cephede birden mücadeleye tanıklık eden savaş yorgunu Amerikalılar ve dünya üzerinde artan Amerikan karşıtlığıydı. Eğer ABD, Vietnam’dan sonra bir de Irak travması yaşamamış olsaydı, siyahi ve üstelik Müslüman kökenli bir aileden gelen Obama’nın başkan olması çok daha ileri bir tarihe kalabilirdi. Trump’la birlikte ‘geleneksel ABD’, Obama sonrasında adeta yeniden genlerine dönüyor. Obama ile birlikte değişen, dönüşen ve yeni bir toplumsal kimlikle öne çıkan ABD ise Trump gerçeğini içine sindirmeye çalışıyor. Bizlerse pek çok alanda olduğu gibi burada da gelenekselle yeninin mücadelesine tanıklık ediyoruz. Diğer bir deyişle “Biz Kimiz?” (Who Are We?)  adlı kitabında, ABD’yi, yakın bir gelecekte Siyahilere ve Hispaniklere kaptırma ‘tehlikesine’ işaret eden Samuel Huntington’ın ardıllarının direniş hamlelerini izliyoruz. Bu ‘gerçeklik’ Demokrat aday Hillary Clinton’a oy veren kitleleri en az 4 yıl Trump’a tahammül etmeye mecbur bırakıyor.

Bu zaman diliminde, siyasetçilerin iddialarının ne kadarının ‘gerçek’ olduğu değil, kitleyi ne oranda etkilediği önemli. En çok primi yapanlar da en popülist söylemler oluyor.

Amerikalı bir haber spikerinin, seçim sonuçları açıklanırken, derin bir iç çekişle yaptığı “Kötü bir rüya görmüyorsunuz; ayrıca ölmediniz ve cehenneme de gitmediniz… Bu bizim seçimimiz, bu biziz, bizim ülkemiz ve bu gerçek…” sözleri Amerikan toplumunun Trump-sever olmayan kesiminde yaşanan derin hayal kırıklığının göstergesi aslında. Evet, Amerikan toplumu Trump-severler ve diğerleri diye neredeyse ikiye ayrılmış durumda. Seçim gecesi ekranlarda hüngür hüngür ağlayanlar kadar, ‘Hallelujah’ naraları eşliğinde zafer dansı yapanlar da vardı ve hepsi Amerikalıydı. Dedim ya, Amerika zıtlıklar ülkesi ve her iki kesim de gerçek. Bu dikotomi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’nin, artık ‘Amerika Ayrışık Devletleri’ haline geldiği saptaması ise fazla iddialı. Çünkü yaşanacak büyük bir olay, örneğin 11 Eylül gibi yeni bir terör saldırısı, Trump gerçeğiyle yüzleşmekte zorlanan seçmen kitlelerini dahi beğenmedikleri Trump’ın etrafında kenetlenmeye götürebilir. Hepimiz biliyoruz ki, dış tehditler, ki post-yapısalcılar ve konstrüktivistler tüm tehditlerin sübjektif birer inşadan ibaret olduğunu iddia eder, ulusu bir arada tutabilmenin yegane araçlarından biridir. Tüm dünyanın art arda gelen terör saldırılarıyla inlediği mevcut konjonktürde, Trump’ın eline böyle güçlü bir ‘koz’ geçmesi de ihtimaller dâhilinde.

BÜYÜK SORU İŞARETLERİ

Trump’a göre, ABD’yi durdurulamaz kılacak yegâne güç birleşmiş bir Amerikan toplumu. Ancak seçim kampanyasındakilerden çok da farklı olmayan, temelde bir önceki yönetimi kötülemek üzerine kurulu yemin töreni konuşması ile bu birliği sağlaması mümkün görünmüyor. Törende Trump’ın Amerikan halkına hitaben sıkça tekrarladığı “Ülke yeniden sizin olacak” sözü ‘Obama yönetimi süresince ülke kime aitti?’ sorusunu akla getirdi. Aslında Trump bu sözleriyle, Obama döneminde ABD’yi müesses nizamın (the establishment) yönettiğini iddia ediyordu. Başkanlık yarışından Hillary Clinton lehine çekilen Demokratlar’ın sosyalist adayı Bernie Sanders da benzer şekilde, “Trump’a seçimi kazandıran şeyin Amerikan orta sınıfının müesses nizama öfkesi” olduğunu iddia etmişti. Trump’ın yemin töreninin, Kennedy, Reagan ve G. W. Bush dönemlerini hatırlatan hayli yüksek dini tonu ise ayrıca dikkat çekiciydi. Farklı Hristiyan kiliselerini temsil eden papazların yanı sıra, bir haham tarafından da duaların okunduğu törende, ‘radikal İslamcı terör’ dışında Müslümanların adı bile geçmedi. Oysa Trump yine aynı törende, ‘önyargının’ panzehiri olarak ‘vatanseverliği’ önermişti. Milliyetçilikten güç devşiren vatanseverlik, Trump seçmeninin kendisi gibi olmayanlara karşı duyduğu yoğun önyargıyı nasıl engelleyecek merakla bekliyoruz. Ortadoğu’yu ‘teröristler’, Latin Amerika’yı ise ‘hırsızlar ve tecavüzcüler’ kategorisine indirgediği bir seçim kampanyasından, tüm uluslarla eşit ilişki kurduğu, Suriye krizine acil ve hakkaniyetli bir çözüm bulduğu, çatışmayı değil, işbirliğini öne çıkardığı bir siyaset sahnesine geçiş yapması genelin hayrına. Ancak gerilimden beslenmeyi seven gerçek-sonrası zamanlarda bu ne kadar mümkün, büyük bir soru işareti. Hele Trump’ın daha çok şahinlerden oluşan, çoğu ordudan emekli olası kabine üyelerine bakınca, özellikle Ortadoğu’da Obama’yı mumla arayacağımız günlerle karşılaşma ihtimalini de göz önünde tutmak gerek.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir