Görüşler

Hüseyin Bağcı yazdı: Avrupa ile yüz yüze bakmak zorundayız

Hüseyin Bağcı yazdı: Avrupa ile yüz yüze bakmak zorundayız

Hollanda-Türkiye arasındaki kriz üzerinden Avrupa Birliği’yle yaşanan gerilimi Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Hüseyin Bağcı değerlendirdi.

Son günlerde Türkiye’nin Almanya ve Hollanda’yla özelde ve Avrupa’yla genelde girdiği yüksek tansiyonlu ilişkiler aslında iç politik tartışmaların nasıl küresel bir boyuta dönme olasılığı taşıdığını somut biçimde göstermektedir. Aslında küçük bir olay gibi başlayan ve ‘Medeniyetler Çatışması’  kitabının yazarı Samuel Huntington’un bile öngörmekte zorlandığı bir ‘siyasi karabulut dalgası’ bu kez Balkanlar’dan Türkiye’ye değil, Ankara’dan Hollanda’ya doğru gidiyor. Birdenbire Avrupa’nın gündemine oturan ve neredeyse ‘Hilal ile Haç’ arasındaki bir savaşmış gibi gösterilen bu siyasi dalgalanma ne kadar sürer bilinmez ama bu dalgalanma, Türkiye ile AB ülkeleri arasında yeni bir çatışma sürecini tüm alanlarda başlatmış gibi görünmektedir.

Olay, Türkiye açısından bakıldığında, masum ve hukuki bir hak olarak AB içinde de zaten pratiği olan konuşma özgürlüğünün kullanılması olarak yorumlanmakta, yurtdışındaki Türk vatandaşlarının 16 Nisan’da yapılacak referandum için hükümetin ‘Evet’ oylarına talip olduğu bir süreç gibi görünmektedir. Fakat önce Almanya’da sonra da Hollanda’da başta Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu olmak üzere çok sayıda bakan ve siyasetçinin konuşmalarının bürokratik nedenlerle engellenmesi, ‘siyasi kıvılcımın ateş püsküren yanardağa döndüğü’ bir süreç yaşattı. Nereden bakılırsa bakılsın, Türk siyasetçilerinin bu haklarının engellenmesi, Almanya başta olmak üzere birçok ülke için bir ‘demokrasi açığına’ dönüştü.

ALMANYA KONUMUNU BELİRLEDİ

Türkiye’de zaten var olan kutuplaşmanın şimdi Avrupa’ya taşındığı görülmektedir. Almanya’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından söylem itibarıyla çok sert olan ‘Nazi uygulamalarıyla’ suçlanması, Alman kamuoyunda çok büyük bir tepkiyle karşılandı. Almanya’nın PKK destekçisi ve FETÖ’cüleri koruduğu yönündeki suçlamalara karşı Alman hükümetinin önce ağırdan alan ve Türkiye’yle çatışmaya girmemeye özen gösteren yaklaşımının sona erdiği de görülmektedir. Almanya son günlerde net bir şekilde Hollanda’nın yanında saf tutarak siyasi konumunu belirlemiş oldu. Bunun yanı sıra Hollanda’nın genel seçimler nedeniyle zaten gergin olduğu bir ortamda yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtı söylemleriyle iktidara gelme ihtimali çok yüksek olan Wilders’ın gün geçtikçe güçlenmesi, Başbakan Rutte’yi endişelendirdi.

Rotterdam’da yaşananlar 450 yıllık Türkiye-Hollanda diplomatik ilişkilerinde bir ilk olmuştur. Böylesi bir gerginlik artık ikili siyasi ilişkilerin de kimyasını bozmuş görünmektedir. Özellikle Türkiye’deki referandumda ‘Evet’ verecek olan vatandaşların Hollanda polisi tarafından tartaklanması ve üzerlerine polis köpeklerinin sürülmesi sadece Türkiye’de değil tüm dünyada büyük infial yarattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘devlet terörü’ uygulandığı suçlamasını Hollanda anında reddederken, Türkiye tarafından yapılan her suçlama da misliyle cevaplandırılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hollanda’nın bu yaşananlardan bir ‘özürle kurtulamayacağı’ şeklindeki söyleminin ne anlama geldiği ise görülecektir. Fakat asıl soru şudur: Böyle bir gerginlik ve suçlamalar tam da bu sıralarda çok mu gerekliydi? Gerek Türkiye, gerekse Hollanda durumu düzeltmek için nasıl bir politika takip edeceklerdir veya bu yola hiç girmeyecekler mi? Ucu açık sorular bir kenara, Türkiye’nin Almanya ve Hollanda’yla topyekün bir çatışma içine girmesi mümkün müdür?

AB ile Türkiye arasında uzun zamandır zaten var olan ve tam üyelik müzakerelerinin ‘uyutulduğu’ bir süreçte, 15 Temmuz kalkışması sonrasında AB’nin uzun süre sessiz kalmasının ardından, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetinin duyduğu hayal kırıklığı, Avrupa’dan Ankara’ya gelen her siyasetçiye doğrudan söylendi veya hissettirildi. Fırtına öncesi sessizlik son olarak Angela Merkel’in Ankara ziyaretinde ortaya çıktı. Erdoğan-Merkel görüşmesi olumlu bir sonuç vermediği gibi tarafların birbirinden  net bir şekilde ayrı düşündüklerini gösterdi. Türkiye-Almanya ilişkileri tam dibe vurduğu sırada Hollanda krizi de bunun tuzu biberi oldu. Bundan sonra Avrupa ülkelerinin Hollanda’ya tam destek verecekleri bir süreç başlamış durumdadır. Çok uzun ve zorlu bir süreç  ise Türkiye’yi beklemektedir. AB ülkeleri, zincirleme bir şekilde, Türkiye’ye ekonomik, siyasal ve diplomatik örtülü ambargoları uygulamaya başladılar bile. Türkiye’de en fazla firması bulunan iki ülke Almanya ve Hollanda’dır ve toplam  firma sayısı 7 bin 500 dolayındadır. Türkiye’nin bu yıl içinde Avrupa’dan turizm konusundaki beklentileri de olumsuz olacak gibidir. Ama asıl mesele, ekonomik alandaki yatırım ve projelerin ne olacağıdır. Önümüzdeki süreçte Türkiye’ye yatırımların azalması söz konusu olabilir. 

Türkiye ile Avrupa arasındaki sürtüşme her iki tarafa da zarar verir ama Türkiye daha çok zarar görebilir. Sorun daha fazla büyümeden her iki tarafın da birleştirici söyleme dönmesi gerekir.

Türkiye’nin olası AB üyeliğinin artık bittiği yönündeki sevinç çığlıkları Avrupa basının da gündemde. Türkiye’de de zaten “bizi almayacaklar” şeklinde düşünen kesimlerde bir rahatlık gözlenmektedir. Kimin kime medeniyet dersi vermesi gerektiği yönünde havada uçuşan tezler, kültürel suçlamalar ve ‘sütten çıkmış ak kaşık’ içerikli açıklamalar sağlıklı analiz yapmayı zorlaştıran bir durum yaratmaktadır. Özellikle Türkiye’den yöneltilen ve Avrupa tarihinde yaşananları, bugün iktidarda olanların devam ettirdikleri yönündeki ‘Nazi ve Faşizm artıkları’ söylemleri, Avrupa ile Türkiye arasındaki görüş ayrılığını daha da derinleştirmektedir. Avrupa mantığı ile Türk mantığı arasında keskin bir fark var mıdır sorusuna verilecek yanıt hiç de kolay değildir. Bütün bu toz duman geçtiğinde ortaya çıkacak olan gerçek, bu coğrafyada Avrupa ile Türkiye’nin bir arada yaşama gerçeği olacaktır ve her iki taraf da sonradan ‘utanacakları’ açıklamalardan kaçınmak zorundadır. Ama bu sıralar pek böyle bir tavır söz konusu değil! Ağıza alınmayacak sözler ve benzetmeler her geçen gün daha da olumsuz algılara neden oluyor ve yeni bir ‘kültür ve medeniyet düşmanlığı’ yaşanıyor.

Kültür ve medeniyet kavramlarını Avrupa ve İslam dünyası açısından yorumlayan en iyi felsefecilerden biri Prof. Mehmet S. Aydın’dır. Mehmet S. Aydın, ‘Siyasetin Aynasında Kültür ve Medeniyet’ isimli kitabında, İslam medeniyeti hakkında Batı’da açıkça görülen bilgisizliği, kültürel ırkçılığı ve İslamofobi’yi ortaya koyarken diğer yandan İslam dünyasında hukuk devleti, adalet, özgürlük, şeffaflık gibi medeniliğin temeli olan değerlerin neden etkin olamadığına da işaret etmektedir. Bunun değişmesi için diyaloğun devam etmesi gerektiğini önermektedir. Bilindiği üzere, bir dönem siyasette de bulunan Prof. Mehmet Aydın, Hollanda’da en fazla televizyon programlarına katılan Türk düşünürlerden birisidir. Avrupa medeniyeti ve kültürünün iki önemli ülkesi olan Almanya ve Hollanda ile siyasi anlamda bir görüş ayrılığı olabilir ama Avrupa’ya medeniyet dersi verme söylemi ters tepmektedir. Burada belirleyici olan ders vermek değil karşılıklı etkileşimdir. Şu anda siyasi söylem olarak kullanılan sözlerin sertlik derecesi çok ağırdır ve kimseye faydası yoktur. Avrupa’da yaşayan Türklerin ve onların çocuklarının yaşamlarının zorlaşması ve huzurlarının bozulması olasılığı bile hoş değildir. Ama bu sert söylemler devam ettikçe Avrupalı ülkelerin sessiz ve derinden alacakları önlemler artacak gibidir. Avrupa’da yükselen popülist hareketlerin nereye evrileceği ayrı bir tartışma konusudur.

İKİ TARAFA DA ZARAR VERİYOR

Dikkat çekilmesi gereken bir nokta da İslam dünyasından Türkiye’nin bu çıkışına destek gelip gelmeyeceğidir! Özellikle Arap ülkelerinin ve İran’ın bu ‘Türk-Avrupa çatışmasını’ merakla takip ettikleri görülmektedir. Sonuçta yine Türkiye, AB ile yalnız ve baş başa kalacak gibi gözükmektedir. Avrupa kendi içinde zaten birçok sorunla uğraşmaktadır. Thomas Schmidt, ‘Europa ist tot, es lebe Europa’ (Avrupa öldü, yaşasın Avrupa) isimli kitabında Avrupa’nın iç tartışmalarını anlatır. Bir referandum sebebiyle AB ile böyle bir medeniyet ve siyaset çatışmasına girmek kolay bir süreç olmayacaktır ve gerekli de değildir. Burada Türkiye’nin ne kazandığını veya kazanacağını değerlendirmek güç olacaktır. Avrupa’daki Türkiye karşıtları hiç bu kadar güçlü olmamışlardı. Avrupa’daki Türkiye destekleyicileri de hiç bu kadar zayıf… Sonuçta Avrupa’nın kaybetmesi söz konusu değildir, zira ortada 28 ülkenin ortak aklı olan bir Avrupa Birliği vardır. AB, Avrupa sorunun nedeni olduğu kadar sorunun çözümüdür de…

Türk aklı’ ile Avrupa ‘ortak aklı’ arasındaki bu sürtüşme her iki tarafa da zarar verecektir ama daha fazla zarar görecek olan Türkiye olabilir. Sorun daha fazla dallanıp budaklanmadan acilen her iki tarafın da mantıklı ve akıllı hamleler yapması gerekmektedir. Avrupa’yla kavga, Rusya veya İsrail’le kavgadan nicelik ve nitelik olarak farklıdır. Türkiye’nin kutuplaştırıcı değil, birleştirici söyleme geri dönmesi gerekir. Tıpkı 2002-2010 arasında olduğu gibi... Kimsenin kimseye söylecek lafı yok aslında. “Sırça köşkte oturuyorsanız komşunuzun evine taş atmayın” der bir Rus atasözü. Daha fazla taş atıp Avrupanın sırça köşkünü kırmamak gerek, sonuçta biz de sırça köşkte oturuyoruz… Bu coğrafya zaten yeterince sorunlu, yeni sorunlara gerek yok. ‘Türk aklıyla hareket etmek’ güzel ama Avrupa aklıyla düşünmek de bizler için zorunlu. Zira Avrupa’yla birbirimizin yüzüne bakmak zorunda olduğumuzu unutmamamız lazım.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir