Görüşler

Prof. Dr. Hüsrev Hatemi yazdı: İbadet de kabahat de gizli midir?

Prof. Dr. Hüsrev Hatemi yazdı: İbadet de kabahat de gizli midir?

Onbir ayın sultanı Ramazan ayının büyük bölümü geride kaldı. Yazdığı kitaplarla zihin dünyamızı zenginleştiren Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Ramazan’ı farklı yönleriyle kaleme aldı.

[Karar]
PROF. DR. HÜSREV HATEMİ

Ramazan ve oruç, İslam dinine ait dosyalardır. Kelime-i Şahadet, yani “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın  kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim” bildirimi de bu dosyaların özünü anlamak için kullanılması gereken şifredir. Kullanıcı adı, her Müslümanın kendi adıdır. Kelime-i Şahadet gibi bir şifreye imanı olmadan da bu dosyaları incelemek ve sayfalarca yazı döktürmek mümkündür. Fakat Allah katında ve gerçek inananlar katında bu yazılar ya fasa fisodur veya folklor dininin kutsal kitabından sayfalar demektir. İslam dininde ve diğer “Kitab ehli” adı verilen monoteist dinlerde, Allah’la irtibat, bir insan ömrünün bütün günlerinde sürekli olmalıdır. O halde özel bir ay üzerinde neden duruluyor? Çünkü dinler de politik  görüşler de sadece öznel (sübjektif) olaylar değil,  aynı zamanda toplumsal olaylardır.

Gösteriş için yapılmaması şartıyla yeni kuşaklara örnek olmak, aynı inanca bağlı olanlar arasında sevgi ve dayanışmayı güçlendirmek için toplu ibadet de yapılır. Musevilerin, Hristiyanların, Müslümanların yılın belli günlerini oruca ayırmaları, bu toplumsal yönün gerektirdiği uygulamalardır.

Cuma namazı, Hristiyanların pazar ayinlerinin bizdeki karşılığıdır. Bunları göz önüne alırsak bizdeki bazı bilgiçlerin sık sık kullandıkları ”ibadet de kabahat da gizlidir efendim. Her isteyen namazını evinde kılsın buna engel olan mı var?” cümlesinin ne kadar absürd ve zavallı bir ifade tarzı olduğu ortaya çıkar. Meselâ bir din adamı “Anıtkabir ziyaretlerine ne gerek var efendim, Atatürk’ü seven buyursun içinden sevsin gösteriş için yapmasın” derse, Kemalist düşüncede olan vatandaşlarına saygısızlık etmiş olur. Şu halde sık sık böyle cümlelerle ahkâmtıraşlık yapılarak Müslümanlara saygısızlık edilmesi de “ileri düşüncelilik” değil ancak saygısızlıktır.

İslam inancının çok özel bir yönü de yarattığı her kula Allah’ın yakınlığıdır. Kur’anda “Andolsun insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız” buyruluyor.(Kaf Suresi/16)

Ramazan sofralarının nefasite ve çeşit bolluğu İslami bir emir değil, üst gelir tabakasında icat edilmiş ve sonraki yıllar folklorlaştırılmış olaylardır.    

Dikkat edelim “Müslümanlara özel bir yakınlık değil bütün insanlara”. Bazı bilgiçler Kur’an’ın bu bildirisine de saygısızlık ederler: “Allah bütün insanlara şahdamarlarından daha yakın ise neden Stalin, Hitler, Yunus Emre, Mevlana gibi ayrı tipler var?” Böyle düşünenler Allah’ı melekler veya şeytan gibi yaratılmış varlık sanan tiplerdir. Oysaki Allah molekülleri de atomları da kuşatmıştır. “Cümle âlem dopdolu hep hakdürür (Bütün evren, Allah ile dopdoludur.)”

Aynı GSM operatörüne bağlı da olsak yanımızdaki arkadaşımızın telefonuna gelen çağrı bizim telefonumuza etki etmez. Biz onun telefonunu boyun damarımızın üstünde tutsak da bir şey değişmez. Görmüyor olsak da hepimiz ses dalgalarına da elektromagnetik dalgalara da inanıyoruz. Bütün insanlar hangi dinden olurlarsa olsunlar, dua etmekle ruhlarının alıcıları açılır ve Yaratıcı ile irtibat kurabilirler. Allah hem yaratıcı hem yarattıklarını kontrol eden hem onları sınayan hem onları seven hem ödüllendiren hem cezalandırabilen bir güçtür. Sadece tek İlah değil aynı zamanda ebediyen kalacak tek varlıktır. “Bütün her şey, her varlık fânidir. Yalnız Rabbinin ululuk ve kerem sahibi yüzü baki kalacaktır (Rahman Suresi/26,27).

Her Müslümanın kendi dualarıyla, bağışlanma dilekleriyle Allah’a her gün bağlı olması gerekir. Ramazan ayı, kutsal geceler ve dini bayramlar da Yaratıcı’ya bir cemaat veya bir ümmet halinde bağlılık  gösterme fırsatlarıdır. Her Müslüman, yardıma ihtiyacı olanlara her zaman yardım etmekle yükümlü olduğu halde Ramazan ayında yardım etme yükümlülüğü özel bir ağırlık kazanır.

Fitre olarak yapılan yardımlar ve oruç tutmayanların oruç bedeli olarak ödeyecekleri “kefaret” şeklinde yardımlar, bu aya ayrıca bir de “sosyal yardım ve dayanışma ayı” olmak özelliğini kazandırır. Ben yaşım sebebiyle 70 yıl önceki iftarları biliyorum. Hiçbir orta halli Müslüman evinde Ramazan, beslenme festivali gibi geçmezdi. Her zamanki gibi, taze veya kuru fasulye, bulgur pilavı, yoğurt vs. ile iftar yapılır; tek olağan dışı zevk Ramazan pidesi olurdu.

Allah, hem yaratıcı hem yarattıklarını kontrol eden, hem onları sınayan hem onları seven, hem ödüllendiren hem cezalandırabilen bir güçtür.

Osmanlı döneminin iftarları ancak üst gelir sınıfında olanların veya aristokratların verdiği “resepsiyon“ türü iftarlarda olurmuş. Ben kırklı yıllar boyunca süren çocukluğumda festival gibi Ramazanlar görmedim.

Tatlı ve yemeklerin çokluğuna bütün aileler ancak bayram günlerinde özen gösterir, gücü olmayan aileler yine bulgur pilavı, ıspanak, ayşekadın fasulyesi, sütlaç ile bayram ederlerdi. Bu bakımdan Ramazan sofralarının nefaseti ve çeşit bolluğu İslami bir emir değil, üst gelir tabakasında icat edilmiş ve sonraki yıllar folklorlaştırılmış olaylardır. İftar ziyafeti veren belediyeler mütevazi ikram yaparak daha çok Müslümana iftar fırsatı verirlerse asıl sevap bundadır.

Ramazan eğlenceleri diye anlatılanların bir kısmı, devr-i Osmani’nin gerçek adetleridir. Karagöz seyretmek, Meddah dinlemek, fasıl dinlemek gibi folklorik adetler dini emir olmasa da İslam’a aykırı değildir. Fakat Tanzimat sonrası Ramazan eğlencelerine dahil olan “kanto dinlemek ve kantocuya hayran olmak” çok tuhaftır. Katolik dininde perhizden sonra karnaval gelir. Perhiz ayında karnaval yoktur. Yoğun İslami düşüncelerle geçmesi gereken bir ayın her akşamında “Ben kalender meşrebim güzel çirkin aramam” deyu raks eden  bir hatuna meftun olmak nasıl olur da dinin gereği olur? Ama neyse ki Osmanlı devlet erkânı ve şehzadeler, müderrisler, paşalar hiç de düşüncesiz değildi. Tanzimat devrinin hiçbir paparazzisi ne Yusuf İzzettin, ne Seyfettin Efendi’yi hiçbir kanto gösterisinden çıkarken yakalamamış ve “yanındaki hanım ile bir kira arabasına binerek uzaklaştılar” şeklinde bir lezzetli haber yazma fırsatını bulamamışlardı. Kısacası Tanzimat sonrasının Ramazan eğlencelerine rağbet edenler bütün Osmanlılar değil, ancak Laylayloman-ı kiram hazretleridir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir