Görüşler

Prof. Dr. Mahmut Aydın yazdı: İslam’ın Pavlusu: Fetullah Gülen

Prof. Dr. Mahmut Aydın yazdı: İslam’ın Pavlusu: Fetullah Gülen

Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Aydın, Fetullahçı Terör Örgütü’nün bugünkü fonksiyonunu çarpıcı bir kıyaslama ile kaleme aldı.

PROF. DR. MAHMUT AYDIN

Bu yazıda günümüz Hristiyanlığının mimarı olarak kabul edilen Pavlus ile İslam’ı Hristiyanlaştırma ve Müslüman dünyayı bölük pörçük yapma misyonu ile hareket eden sapkın Fetullah Gülen’in ana hatlarıyla bir karşılaştırması yapılacaktır.

Bilindiği üzere Hz. İsa’nın temel misyonu, döneminin insanlarını günahlarından vazgeçmeye davet ederek onları, bir olan Tanrı’nın iradesinin hakim olduğu bir düzeni ifade eden, Tanrı’nın Krallığına çağırmaktı. Hz. İsa’nın mesajının merkezinde Tanrı ve onun iradesine teslimiyet vardı. Hz. İsa hayattayken kendisiyle hiç karşılaşmamış olan ve ölümünden sonra da taraftarlarını dönemin yetkililerine jurnalleyerek ceza almasını sağlamaya çalışan, aslen Yahudi olmakla birlikte Tarsus’da dünyaya geldiği için Roma vatandaşı olan Pavlus, “Resullerin İşleri” 9:3-5; 22: 6-9; 26:13-15’de anlatıldığı üzere Şam yolunda İsa-Mesih’i gökyüzünde gördüğünü ve onun kendisini “milletler havarisi” olarak tayin ettiğini iddia ettiği bir vizyonla birlikte günümüz Hristiyanlığının yapı taşlarını döşemeye başlar. Öğretisini Tanrı’nın değil de “İsa’nın Rablığı” etrafında, Hz. Adem’in cennetten kovulmasına neden olan asli günahtan insanlığı kurtarmak için Tanrı’nın İsa’da bedenleşerek yeryüzüne gelmesi, çarmıhta fidye olarak kanının akıtılmasına izin vermesi ve bu şekilde Hz. Adem’in işediği günah sonucu Tanrı’dan uzaklaşan insanoğlunun tekrar Tanrı ile barışmasının sağlanması söylemleri üzerinde kurgulayan Pavlus, Mesih-merkezli Hristiyanlığın çerçevesini çizmiştir. Pavlus kurguladığı bu öğretiyi yaymak için verdiği vaazlar, yaptığı misyon seyahatleri ve yazdığı mektuplarında kendisinin tanrısal oğul İsa-Mesih tarafından özel olarak seçildiğini ve kendisinin “çarmıhtaki ölümü boşa gitmesin diye, bilgece sözlere dayanmaksızın Müjde’yi yaymaya gönderdiğini” iddia etmiştir (1 Korintliler 1:17). Dahası Pavlus kendisini daha ana rahmindeyken Tanrı tarafından seçilip görevlendirilmiş (Galatyalılar 1:15-16 ); İsa Mesih ve Baba Tanrı aracılığıyla elçi olarak atanmış (Galatyalılar, 1:1-2) olarak tasvir etmekte ve öğretisini kimseden öğrenmediğini, aksine doğrudan Mesih’den aldığını (Galatyalılar, 1:12) iddia etmiştir.

Hz. İsa’nın Tanrı-merkezli mesajını tahrif ederek oluşturduğu Mesih-merkezli din algısını yaymak için yola çıkan Pavlus, daha çok kişiyi etkileyerek öğretisini geniş kitlelere yaymak için takiyyeci bir misyon anlayışı benimsemiştir. Kendi ifadesiyle: “Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Musa Yasasının denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı’nın yasasına sahip olmayan değil de Mesih’in yasası altında olan biri olarak, Yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum.” (1 Kor. 9: 19-22).

Pavlus bu ifadeleriyle “amaca giden her yol mübahtır” şeklindeki Makyevelist anlayışın adeta fikir babası olmuştur. Dahası Pavlus “milletler havarisi” olarak tayin edildiğini iddia ettiği ve Hz. İsa’nın çekirdek cemaatinden -dolayısıyla da Yahudilikten- tamamen bağlarını koparmadığı dönemde, putperest Roma kenti Antakya’da misyon faaliyetinde bulunmaya başladığı yıllarda, daha çok putperest kökenli kişiyi taraftarı yapabilme adına bir Yahudi peygamberi olan İsa-Mesih’i kabul etmek için erkeklerin sünnet olmayabileceklerine fetva vermiştir. Maddi yardımda bulunmak suretiyle de bu fetvasını Kudüs’deki İsa cemaatine kabul ettirmiştir.

Görüldüğü üzere kendisi tarafından “Rab” olarak nitelendirilen İsa-Mesih tarafından özel olarak seçilip görevlendirildiği iddiasıyla yola çıkan Pavlus, etrafında taraftar toplayabilmek için önce Hz. İsa’nın Kudüs’deki çekirdek cemaati ile iyi ilişkiler kurmuş hatta onları “istenirse sünnet olmama” ve “putperestlerle aynı sofrayı paylaşma” gibi Yahudi geleneğini yumuşatma karşılığında maddi olarak desteklemiştir. Kalabalıkları etkileyerek taraftar sayısını artırınca da hem Kudüs cemaatiyle ilişkisini kesmiş hem de Hz. İsa’nın Tanrı-merkezli mesajını tamemen tahrif ederek İsa-Mesih’in tanrısallığı üzerine oturan bir dini yapı tesis etmiştir. Pavlus geliştirdiği bu öğretiyi yayarken mevcut Roma idaresini kutsayan bir politika izlediğinden ötürü de putperest Roma vatandaşları tarafından ciddi kabul görmüştür. Dahası Hristiyanlık adı altında kurumsallaşan bu dini yapı birkaç yüzyıl süren bir baskı döneminden sonra Roma’nın devlet desteğini alarak bir imparatorluk dini olmuştur.

Pavlus ile ilgili verdiğimiz bu öz bilgilerden hareketle şimdi de “FETÖ lideri Gülen’i hangi özellikleriyle Hristiyanlığın mimarı Pavlus ile özdeşleştiriyoruz?” sorusunu yanıtlamaya çalışalım:

Gülen’in söylemlerine baktığımızda ilk dikkatimizi çeken şey, tıpkı Pavlus gibi bilgi kaynağının ağırlıklı olarak vizyonlar/rüyalar olduğudur. Örneğin Pavlus, İsa’nın vizyonla görünerek kendisini özel bir misyonla görevlendirdiğini ve söz konusu vizyon sonrası sık sık Mesih ile irtibat kurarak tebliğ ettiği tüm öğretileri Mesih’ten aldığını iddia ederken, Gülen de sıklıkla Hz. Peygamber’i rüyasında görerek ondan doğrudan bilgi ve direktif aldığını iddia etmektedir. Hatta hem Pavlus hem de Gülen, taraftarlarının bağlılık ve sadakatlerini en üst düzeyde tutmak için rüya, vizyon ve ilham gibi kişisel bilgi kaynaklarına sürekli başvurma yoluna giderek muhataplarına sahip oldukları bilginin doğrudan Tanrı’dan alındığı, dolayısıyla da mutlak hakikati temsil ettiği izlenimini vererek öğretilerine karşı çıkmanın ya da reddetmenin Tanrı’ya karşı çıkmak olacağı algısını oluşturma yoluna gitmişlerdir.

Pavlus’un vaazlarında ve yazdığı mektuplarda devamlı olarak (bazen kendini II. Korintliler 12:5-10’da olduğu gibi değersiz gösteren sıfatlarla tasvir etmiş olsa da) kendi şahsını öne çıkarması gibi Gülen de 1970’lerde İzmir Kestanepazarı’nda başladığı vaaz hayatında ve sonrasında bazen şahsı ile ilgili “Kıtmir”, “Abd-I aciz”, “Fakir” gibi tevazuyu çağrıştıracak ifadeler kullanmasına rağmen her zaman kendi şahsını ön plana çıkarak merkezde tutmuştur. Hem Pavlus hem de Gülen’in takındığı bu tutum, karizmatik bir yapı oluşturmak için tevazu adı altında sahip oldukları azametli kibrin bir yansımasından başka bir şey değildir.

Pavlus’ın öğretisini yaymada benimsediği “herkesle herşey olma”, “istenirse sünnet olmama” “putperestlerle birlikte aynı sofraya oturma”, “kişinin bulunduğu idareye boyun eğmesi” gibi takiyyeci politikası gibi Gülen de müritlerinin açığa çıkmamak için “devamlı olarak ima yoluyla namaz kılma”, “içki içme”, “gayri İslami ortamlarda bulunma”,“zina yapma”, “flört etme” ve benzeri İslam dışı eylemlerde bulunmalarına fetva vermektedir. Pavlus’un, daha çok kişiyi etkileme adına Yahudi şeriatini ihlal etmesi neticesinde öğretisinin “Hristiyanlık” adı altında ayrı bir din olmasına yol açması gibi eğer 15 Temmuz 2016 darbesi gerçekleşmiş olsaydı “Gülenizm’in” de İslam’ın dışına çıkıp ayrı bir din olması oldukça muhtemeldi. Nitekim Bahri Şenkal adlı FETÖ yazarı aylar önce “Rabbimiz bu son dinini de lağvedebilir ve yerine yeni bir hak din gönderebilir!..” diyerek bu olasılığa işaret etmiş olsa gerek.

Pavlus ile Gülen arasındaki bir diğer önemli benzerlik de öğretilerini geniş kitlelere yaymak için muhataplarına yönelik diyalog, hoşgörü, sevgi ve şefkat gibi söylemleri dillerinden düşürmemeleridir. Ancak öğretilerine ve misyonlarına tehdit söz konusu olduğunda hem Pavlus hem de Gülen hemen tutum değiştirerek muhataplarına ağır hakaretlerde bulunmaktan çekinmemektedir. Örneğin Pavlus, Galatyalılar 1:7-9’da kendi öğretisine ters düşen bir öğreti ortaya koyanlara lanet etmektedir. Aynı şekilde FETÖ de 17/25 Aralık sonrası misyonuna tehdit olarak gördüğü kişilere yönelik beddua seansları düzenlemiş ve Sayın Cumhurbaşkanımıza “Firavun, Yezid” gibi ağır hakaretlerde bulunmuştur.

Pavlus’un statükocu ve mevcut otoriter yapı yanında yer alması gibi Gülen de 1980 ve 28 Şubat darbelerinde darbecilerin yanında saf tutmuş hatta onları desteklemiştir.  Nitekim 28 Şubat darbesinin ünlü simalarından Çevik Bir’e mektup yazarak otoritesini kabul etmiş, istenirse FETÖ’nün sahip olduğu okulların kendilerine devredilebileceğini ifade etmiştir. Dahası bu politikanın bir sonucu olarak FETÖ, İsrail ablukasını delerek Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisi uluslararası sularda İsrail tarafından basılınca, mazlumların ve şehitlerin yanında olacağına otorite olarak kabul ettiği İsrail’den izin almadan geminin Gazze’ye gitmesini eleştirerek zalimden yana tavır almıştır. 

Günümüz Hrisityanlığının şekillendiricisi olan Pavlus ile 15 Temmuz darbesiyle Müslüman coğrafyanın imamesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalama görevi kendisine verilen “Gülenizm” hareketinin lideri, terörist Gülen arasında ana hatlarıyla yaptığımız karşılaştırmalardan şu sonucu çıkarmamız mümkündür: Nasıl ki başlangıçta Hz. İsa’nın misyonuna karşı olan Yahudilerden biri olmakla birlikte aynı zamanda Roma vatandaşı olan Pavlus, kendisinden sonra “Pax Romanayı” yani Roma barışını sağlayacak bir dini yapı oluşturduysa Gülen de Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi olarak bilinen, Müslüman Orta Doğu coğrafyasını işgal ve sömürme projesine taşeronluk yapmak için yetiştirilmiş ve palazlandırılmış bir şahsiyet olması hasebiyle İslam’ın Pavlus’udur.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir