Görüşler

İsmail Özcan yazdı: Zulmen idamının 56’ncı yılında Adnan Menderes

İsmail Özcan yazdı: Zulmen idamının 56’ncı yılında Adnan Menderes

Merhum Başbakan Adnan Menderes’in idama getiren süreci anlatan İsmail Özcan, onun idamının Türkiye için ne anlama geldiğini analiz eden bir yazı kaleme aldı.

Demokrat Parti'yi ve Menderes’i iktidar yapan 14 Mayıs 1950 seçimlerinin Türk siyasal tarihinde bir milat olduğunda şüphe yoktur. 14 Mayıs 1950, Türk halkının tarihte ilk defa özgür iradesiyle siyasal iktidarı belirlediği bir tarihtir. Aynen bunun gibi 27 Mayıs 1960 ihtilali de Türk siyasal tarihinin kilometre taşlarından biri ve kendisinden sonraki bütün darbelerin ve müdahalelerin referansıdır. Demokrasinin bir türlü kökleşememesinin, çağdaş standartlara kavuşamamasının sebebi 27 Mayıs darbesidir ve bu darbenin kendisinden sonraki darbe ve müdahalelere belli bir meşruiyet kazandırmasıdır. Bu darbenin en olumsuz ve geniş bir halk kesiminin bağrında onulmaz bir yara açmış olan icraatı ise, başbakan olarak bir devre adını veren Adnan Menderes’in ve iki bakanının 17 Eylül 1961’de idam edilmesidir. 17 Eylül 2017 bu nefretlik idamın 56. yılıdır.

27 Mayıs İhtilalinden sonraki günlerde Ankara Üniversitesinden bir grup öğretim üyesi, bir grup öğrenci ile birlikte bir cumartesi akşamüzeri Ankara çevresindeki köylerden birine ihtilalin propagandasını yapmaya, Menderes ve DP’yi karalamaya giderler. Gittikleri köyde muhtarı ve köylüleri köy odasında toplarlar; gece boyunca hiç uyumadan ihtilalin ne kadar gerekli olduğunu anlatıp Menderes ve DP’yi karalarlar. Köylüler hep susarlar, sadece dinlerler. Bu öğretim üyesi ve öğrenciler, sabah olunca yine köylülerle birlikte köyü gezmeye çıkarlar. Bir profesör köyün ortasındaki betonarme çeşmeyi ve gözün alabildiği kadar uzaklardan çeşmeye su getiren boruları göstererek, “Bunları kim yaptı?” diye sorar. Muhtar, “Menderes yaptı” diye cevap verir. Bu ilk soru ve cevap üzerine köylülerin dili çözülür. Önce muhtar konuşur: “Beyim, siz akşamdan beri konuşuyorsunuz, biz susuyoruz. Ama şunu bilin, söylediklerinizin hiçbirinin doğruluğuna inanmıyoruz! Bizim doğru bildiğimiz bir şey var, biz adam olduğumuzu, bu ülkede bir değerimiz olduğunu Menderes sayesinde anladık!”

Bir başka köylü, “Menderes’ten önce benim ayağımdaki çarıkların eskimişlikten dağılmış parçalarını kapabilmek için arkamda bir köpek sürüsü dolaşırdı. Menderes sayesinde ayakkabılarımız ve botlarımız oldu da bir adama benzedik!”

Çekingenliği üzerlerinden atan diğer köylüler de art arda benzer şeyler söylerler. Profesörler, akşamdan beri söylediklerine inanmış gibi kendilerini sükûnetle dinleyen köylülerin bu tutumu karşısında şaşkına dönerler. Akşamdan beri havanda su dövdüklerini anlayıp apar topar geri dönerler.

27 Mayıs’tan sonra ülkenin neresine gidilse benzer tepkilerle karşılaşılırdı. Ama DP’yi ve Menderes iktidarını karalama kampanyası o kadar yoğun ve şamatayla yapılıyordu ki kimse onların yanlışlığını, uydurma olduğunu söylemeye cesaret edemiyordu. Son senelerde çok sözü edilen, politik lügate iyice yerleşen mahalle baskısı o günlerde tam gaz görev başındaydı ve bu baskının tarihi örnekleri sergileniyordu.

17-09/15/1509krr11a.jpg

Üniversite öğrencilerinin öldürülüp Et ve Balık Kurumunun kıyma makinelerinde kıyma yapıldığı, tankların paletleri altında pestil gibi ezildiği tarzındaki akıl ve iz’an dışı suçlamalar ve iftiralar bile o baskı altında kabul görüyordu. İhtilali gerçekleştirenlerin ve onları perde gerisinden destekleyenlerin Demokrat Parti iktidarına ve Menderes’e karşı kin ve nefretinin şiddeti o günlerde Türkiye’de görevli yabancıların bile dikkatini çekmişti. İhtilal sırasında Türkiye’de görev yapan ABD Büyükelçisi Fletcher Warren şöyle demiştir:

“Bütün meslek hayatım boyunca Menderes ve DP liderlerine karşı aydınların ve ordunun duyduğu gibi bir nefreti hiçbir yerde görmedim...”

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi nasıl Cumhuriyet Türkiye’sinde bir milat, bir kilometre taşı ise, on yıllık iktidarı boyunca Adnan Menderes’in icraatları da sosyal ve ekonomik anlamda bir milattır, bir kilometre taşıdır. Çünkü Türkiye’de ilk defa onun iktidarında, CHP iktidarının halkçılık, laiklik, devletçilik, devrimcilik gibi ideolojik sloganları terk edilmiş; iş, çalışma, imar, kalkınma, para ve refah gibi sosyal ve ekonomik kavramlar telaffuz edilmeye başlanmıştır.  Menderes her zaman devletin millet ve memleket için, onlara hizmet için var olduğu bilinciyle davranmıştır. Türkiye’de gerçek anlamda kalkınma ve modernleşme DP iktidarı ve Menderes’le başlamıştır. Bunu da o günlerin şartlarında büyük ölçüde başardığını Yassıada’da kendilerini yargılayan önyargılı mahkeme bile dolaylı olarak kabul etmiştir. Mahkeme başkanı Salim Başol, mahkeme salonunda subayların en kalabalık olduğu bir gün Adnan Menderes’e, “Şu kadar yıl ülkeyi yönettiniz; köylüye, tüccara şu hizmetleri yaptınız; milyonlarca para harcadınız, şu şerefli subaylar için bir şey yapmadınız. Bu subaylar ya çatı katlarında ya bodrum katlarında ağır şartlar içinde yaşadılar. Bu güruha yaptığınız hizmetleri bu şerefli subaylara yapsaydınız bunlar başınıza gelmezdi.” diye hitap ederek salonda mevcut subayları kışkırtmak ve onlara Menderes’i yuhalatmak istemiş. Fakat Menderes anında yerinden kalkıp öyle bir cevap vermiş ki, başta o salondaki subaylar olmak üzere herkes sus pus olmuş: “Muhterem Başkan! Omuzlarında bu şerefli yıldızları taşıyan subaylarımızın millete yapılan hizmetleri ve bundan doğan saadetlerini kıskanacaklarını hiç düşünmedim. Bu düşüncemi şu anda bile muhafaza ediyorum!”

HALK DP İLE KENDİSİNİN BİR DEĞERİ OLDUĞUNU KEŞFETTİ

Artık hizmetler halkın ayağına götürülüyor; köyler peyderpey yol, su, elektriğe kavuşuyordu.

Köylünün ürünü ilk defa Menderes zamanında parasal bir değer ifade etmeye başlamış; köylü köyünde dururken cebi para görmüş, buna dayalı olarak da ezilmişlik, itilmişlik, kakılmışlık duygusunu üzerinden atmıştır. Menderes, halkın refah seviyesini yükseltmeye; Türkiye’ye yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar vb. kazandırarak uygarlığın nimetlerine kavuşmakta geç kalmış olan Türk halkına büyük bir samimiyetle uygarlığın nimetlerini sunmaya çalışmıştır.

On yıllık Demokrat Parti iktidarının güçlü ve sembol kişisi olan Adnan Menderes, hem kişisel hem de politik yaşamında hep kibarlığı ve beyefendiliği ile ön planda olmuştur. Hiç kimseye karşı kaba, kırıcı olmamış; kimseye karşı intikamcı hislerle davrandığı görülmemiştir. “Devr-i sabık yaratmama” sloganıyla geçmişe değil geleceğe yönelik projelere odaklandığını daima vurgulamıştır. Onun affediciliğine dair bir anıyı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, “Gençlik ve Edebiyat Anıları” adlı kitabında görmekteyiz. Bir gün başbakanlık müsteşarı, Başbakan Menderes’e imzalatmak için bir tomar belge getirir. Elinde ayrı tuttuğu bir belge için, “Bu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sizin aleyhinize yazmış olduğu yazıdan dolayı mahkemeye verilmesiyle ilgili evrak” diye hatırlatarak imzalamasını ister. Menderes, “İyi ki hatırlattın, aleyhimde yazı yazmış diye eserlerini okuyarak yetiştiğimiz bir insanı nasıl mahkemeye veririm?” der ve ilgili evrakı yırtıp atar.

Parayı ve zenginliği politikaya atılmadan, iktidar olmadan önce ailesinden görmüş; devlet parasını ve imkânlarını hiçbir zaman kişisel çıkarları için kullanmamıştır. 27 Mayıs’tan sonra bütün kötü niyetli çabalara rağmen bu konuda bir suiistimaline rastlanmamıştır. Türk halkı bu sebeple Menderes ve DP’nin bir ihtilale hedef yapılacak kadar yanlışlar yaptığına, hele asılmasını gerektirecek suçlar işlediğine hiçbir zaman inanmamıştır.

27 Mayıs darbesini yaptıktan sonra Milli Birlik Komitesi (MBK) adıyla ülke yönetimini ele alan darbeciler, Menderes’in halk üzerindeki prestijinden, halkın Menderes sevgisinden daima tedirgin olmuş, daima çekinmiştir. Menderes asıldığı zaman bir ayaklanma, bir isyan bekledikleri rivayeti bile yayılmıştır. İşte bu tür endişelerle MBK, Menderes ve arkadaşlarının Yassıada’ya gönderilmesinden sonra basında ve radyoda ilgililerden halka Menderes’i hatırlatacak yayınlardan kaçınmalarını istemiştir. Üstü kapalı bir emir olan bu istekten sonra bir gün İstanbul radyosu bir müzik programı yayına sokacaktır. Programı hazırlayan Necmi Rıza ile saz heyetinde olan Tamburi Necdet Yaşar arasında şu diyalog geçer:

—Necmi Abi, program hangi şarkıyla başlıyor?

—Köprüler yaptırdım gelip geçmeye/Çeşmeler yaptırdım suyun içmeye şarkısıyla…

—Necmi Abi, sen bizi komitenin gazabına mı uğratacaksın? Menderes’i bu şarkı kadar hangi şey akla getirir?”

Bu uyarı üzerine Necmi Rıza, programa giriş şarkısını değiştirir gelir. Necdet Yaşar sorar:

—Şimdi ne ile başlıyoruz?

—“Adalar sahilinde bekliyorum” şarkısıyla…

Necdet Yaşar,

—Necmi Abi, sen kökümüzü birden işten mi kovdurmak istiyorsun?”  diyerek işin şakaya gelir yanı olmadığını hatırlatır.

Bunun üzerine Necmi Rıza, “Arkadaşlar, bende bugün bir anormallik var, siz uygun olan bir şarkıyla başlangıcı yapın!” der.

Ne yazık ki Türk halkı, ne 27 Mayıs darbesiyle ne de on yılda bir onun arkasından gelen diğer darbelerle oylarıyla iktidar yaptığı liderlerin, kadroların silahlı kuvvetler tarafından defalarca alaşağı edilmesine hiçbir yerde, hiçbir meydanda en küçük bir tepki göstermemiş, gösterememiştir. Demokrasiye ilk darbe olan 27 Mayıs 1960’ta oylarıyla iktidar yaptığı başbakanın ve onun iki bakanının idam edilmesine “bu kadarı da olmaz!” denecek boyutlarda seyirci kalmıştır.

Türk halkının bütün bu olumsuz sicilli geçmişten, milli iradenin onurunun pervasızca çiğnendiği dönemlerdeki inanılmaz pasifliğinden sonra 15 Temmuz 2016’daki darbe karşıtı şahlanışı ise gerçek bir kahramanlık hikayesi, gerçek bir destandır. Türkiye’de darbe karşıtlığının silinemez, kazınamaz ve geçmişteki bütün yanlışlıkları bağışlatıcı bir miladıdır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir