Görüşler

Kutlu Kağan Dalkılıç yazdı: Islahatçılığın acı tarihi ve zihniyet taassubu

Kutlu Kağan Dalkılıç yazdı: Islahatçılığın acı tarihi ve zihniyet taassubu

İki asırdır Türk siyasi hayatının gündeminde olan modernleşme serüvenimizin niçin bir türlü doğru istikamette yol almadığına dair Kutlu Kağan Kılıç, değerlendirmede bulunuyor.

Türk modernleşmesi süreci 18, 19 ve 20’nci asır birlikte incelendiğinde, karşımıza oldukça karmaşık ve bir o kadar küçük parçalar halinde incelenmesi gereken bir süreç olarak çıkıyor. Özellikle bu dönemlerde ıslahat ve reform hareketlerinin hangi davranış kalıpları ile neyi hedeflediğini kendi tarihsel bağlamlarında anlamlandırmak gerekiyor. Zira davranış kalıpları ve hedeften bağımsız bir inceleme, sürecin güzergâhını kaçırmamıza sebep olabilir. Bu süreçte davranış kalıbı olarak “keskinlik” yani reformlar, ıslahatlar ve akabinde radikal devrimler, hedef olarak ise “devletin yaşatılması” gerçeğini önümüze koyabiliriz.

Şerif Mardin, “ıslahat” kelimesinin modernleşme sürecinin bütün aşamaları incelendiğinde tek ve tekilci bir siyasetin ifadesi olduğunu vurguluyor. Burada Şerif Mardin’in, yukarıda belirttiğimiz devleti yaşatma gayesi ile bu gayenin yarattığı toplumsal değişimlerdeki keskinliği kastettiğini düşünüyorum. Zira olan biteni bu kavrama dayandırmadan izah etmek neredeyse imkân dâhilinde değil.

İlk ıslahat çabaları, Batı karşısında bilhassa savaş meydanlarında, Osmanlı cihan devletinin sarsılan itibarı ve hayali bile tahammül sınırlarını zorlayan kayıplarıyla başlayan bir sürecin tabii neticesi olarak karşımıza çıkıyor. Yazının amacı tarihi bir savaş kronolojisi sunmak değil. Ancak zihniyeti ortaya koymak adına “ıslahat” kavramına hem batılı oryantalist yaklaşım hem de kendi dünyamızdan mukayeseli bir kesit sunmamızın yeterli olacağı inancındayım.

Popülerleşen batıcı dünya görüşü, devlette ve yaşam tarzında aktif olarak görülen “kadercilik” anlayışını ve bunun İslamiyet’le irtibatını her zaman olduğundan daha fazla öne çıkarma çabasındadır. Bu görüşe göre “kadercilik” anlayışı geriliğin baş aktörü ve ıslahatların önündeki en büyük engeldir. Müslüman yaşam tarzında elbette kadercilik ve teslimiyet unsuru önemli bir psikolojik yaşam desteği vazifesi görmektedir. Özellikle rasyonel ve hesabi konularda değil, geleceğin plan ve programlanmasında içerisinden çıkılamayacak kertede bir gaybilik ve irrasyonellik varsa burada kadercilik anlayışının hâkimiyetini görüyoruz. Ancak bunun edilgenlik ile karıştırılmaması gerekiyor, zira yıllarca cihat meydanında gaza ruhu ile rasyonel hesaplar yapabilen Türkler, sadece kendi coğrafyası için değil Avrupa tarihinin de birinci etkeni ve dinamiği olma vasfı taşıyor.

17-11/13/screenshot_1-1510532108.png

Esas problemin, mukayesemizin bu tarafını ifade eden, kendi dünyamızdaki bakış açısında gizli olduğunu; bilhassa “retrospektif” yani geriye doğru bir tarih saplantısında ve muhafazakâr sayılabilecek ölçüde metafizik güdülenme ile dünyevi gelişmeleri okuma alışkanlığında yattığını görebiliriz.

Burada Osmanlı içerisinde gerek saray gerekse ulema içerisinde hâkim olan sürekli bir “geriye dönüş”, “şanlı maziye ulaşma arzusu” ile dirilmenin mümkün olduğu algısından söz ediyorum. Bunun üzerine bir de tüm eksiklik ve geri kalmışlıkların, itikad ve ibadette eksiklikten meydan geldiği, yaygın kanaat olarak eklenince, zannedersem “ıslahat” kavramının önündeki en ciddi engel karşımıza tabii olarak çıkıyor. Ayrıca ıslahatların karşılaştığı bu zorluklar sonraki dönemde modernist ıslahatçıların radikal ve keskin tavrını da aslında doğal kılıyor. Çünkü zihniyet bu denli dünyadan ve anterospektif anlayıştan, yani ileri tarihçilikten kopunca, devrimler de süreç içerisinde elitizme mahkûm kalıyor diyebiliriz.

Batı savaş tekniklerini incelemek için ilk heyeti gönderen ve peşinden ilk modernist layihayı hazırlayıp padişah III. Ahmed’e sunan, modern reformculuğun ilk destekçisi olarak görebileceğimiz Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa, meseleyi özetlerken şöyle demekteydi: “Din-i Muhammedi hak ve galib-i mutlaktır, vaki olan kendi kusurumuzdandır.” İşte bu ifade, artık din temelli değil dünya ve eşya temelli bir kaybedişi fark etmenin belki de ilk ipucu sayılabilir.

Nevşehirli İbrahim Paşa ile başlayan modernist ıslahatçılık, peşinden İbrahim Müteferrika ile devam etti. Yine Müteferrika’ya göre Batı dini dünyevi meselelerde deruni bir anlama sahip olmadığından, hadiseler karşısında dünyevi çözümler üretmek insan aklına kalmıştı. İşte rasyonalizasyona ve dünyevileşmenin akıl temelli bir dünyayı kavrayışa işaret etmesi yine kendini gösteriyordu. Ancak yine de Müteferrika bile, tüm raporlarında bilhassa kendini korumak için, diyanet ve takvaca eksilmeden söz etmek zorunda hissediyordu. Arkasından ise dünyevi hadiselere odaklanıyor ve çözümler buluyordu. Maalesef zihniyet henüz değişmemişti.

II. Mahmud döneminde muhafazakâr ve retrospektif “altın çağa dönüş” iddiası yavaş yavaş geçerliliğini kaybetmeye başlayacaktı. Yeniçeri ocağının kaldırılması gibi keskin reformlara ve kamusal modernizme imza atan padişah bile, yer yer metafizik temelli argümânlara sığınmaktan kaçamıyordu. Örnek için; Keçeçizade İzzet Molla, yaklaşan Rus harbine girilmemesi gerektiğini söyleyecek ancak II. Mahmud bunu kabul etmeyecekti. Çünkü aradaki cüzi farkın “ilahi yardıma dayanmak” suretiyle kapatılacağını düşünmekteydi. Keçecizade burada o müthiş soruyu sorarak zihniyeti ortaya koyar: “Bizim devletimiz Şeriat devleti midir? Akıl devleti mi?” İşin en hazin yanı ise Keçecizade’nin sunduğu modernist layihadan dolayı en modernist padişahlardan biri olarak bilinen II.

Mahmud tarafından idama mahkûm edilmesidir. Cezası hafifletilerek sürgüne dönüştürülse de bu örnek, tarihimizin “modernist ıslahatlar” konusunda ne denli acılarla dolu olduğunu ortaya
koyuyor.

Yine burada, Şerif Mardin’in Türkiye Günlüğü dergisinin 131. sayısında yayımlanmış “Türk ıslahatçılarının zihin dünyası” başlıklı yazısında aktardığı önemli bir örneğe yer vermek istiyorum:

...Nefi’ye göre gündüzün geceye inkılabı, bu dünyadaki her şeyin faniliğini gösteren bir uyarıydı. Şinasi’nin buna cevabı ise ayın yükselmesini bir uyarı olarak telakki etmekti. Nef’i hak yolunun ancak Allah’ın tevfikiyle bulunabileceğine kati olarak inanıyor, Şinasi ise bu fiillerin bizzat kendilerinin, mahiyetleri ne olursa olsun, öteden beri yaptıklarının karşılığı olduğunu
söylüyordu.

Sözü uzatmayalım, bunca sıkıntıyla geciken, ertelenen ve hedefinden sürekli sapmaya mecbur bırakılan bir “ıslahat” mücadelesiydi anlatmaya çalıştıklarımız. Ardından ıslahat reformları, tanzimat hareketleri, meşrutiyet mücadelesi ve cumhuriyet kazanımları… Haddizatında tüm modernleşme hamleleri işte bu tarihsel arka plandaki taassubun neticesidir. Adeta bir tepki ve reaksiyon ürünüdür.

Özellikle 19. asrın sonu ve 20. asrın başında ortaya çıkan tüm inkılap hareketleri maalesef acelecilik ve devlet kurtarma çabasına mahkûm kalmıştır. Kaybedilen yaklaşık üç asrın kaygısıyla, ortaya çıkan tüm ideolojik akımların, bilhassa cumhuriyet sürecine yaklaştığımız dönemlerde Batıcılık, İslamcılık (nispi retrospektif), Türkçülük gibi ana akımların tüm gayesi, işte bu retrospektif tarihçilikten kurtulma ve dünyevi bir “devlet kurtarma” hamlesi yapma çabasıdır diyebiliriz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir