Görüşler

Mete Sohtaoğlu yazdı: ‘Uçak düşürme’ diplomasisi gölgesinde Suriye

Mete Sohtaoğlu yazdı: ‘Uçak düşürme’ diplomasisi gölgesinde Suriye

Küresel cihad hareketleri konusunda çalışmalarını sürdüren Ortadoğu uzmanı gazeteci Mete Sohtaoğlu, Suriye’nin bütünündeki son durumu değerlendiriyor.

Ortadoğu’da tarih Suriyeliler dışlanmaya çalışılarak yeniden yazılmaya çalışılıyor. Suriye halkı yıllarca Esad rejiminin hedefi haline gelmişken son dönemde coğrafi, dini, mezhebi mensubiyetlerine göre mesafesi fark etmeksizin farklı başkentlerin ve  ülkelerin hedefinde. “Suç tiyatrosu”nun sergilendiği ülke, her başkent için bir “tasfiye alanı” olduğu gibi ülkede artık “uçak düşürme” ve “füze bombardımanı” diplomasisi söz konusu. Her başkent rekabet halinde ya da düşman olduğu rakibinin askeri gücünü vurabilme yetkisini kendinde görüyor. Savaş ilanı sayılabilecek buna benzer bir sürü durum artık sıradan ve kabullenilebilir bir hale geldi. Herkes bu topraklara saldırmayı, yerleşmeyi ve egemenlik kurmayı meşru görüyor. Bu durum Suriye krizine çözüm aranmadığını ve birbirinden oldukça farklı iradelere sahip olunduğunu gösteriyor. Siyasi görüşmeler artık sadece krizi uzatma hamlesi formuna dönüşüyor. Suriye’ye, Akdeniz’e yansıyan “pastayı” tekelinde bulundurma gayretlerinin sanırım bir benzeri daha görülmedi.

Bu büyük kapışmada Suriye sahasına girmeye çalışan ve Şam’ı işgal altındaki Golan Tepeleri’nden uzak tutmaya çalışan İsrail’e karşı herhangi bir tehdit ya da baskı uygulanmadığı gibi artık bölgede düşmanlık ve rekabeti ayırmak hayli güçleşti. İsrail aldığı destekle Golan Tepeleri’ndeki karmaşanın devam etmesini isteyeceği gibi İsrail’in bu yaz daha fazla alan kazanmak için askeri yollara başvurması da beklenilen bir husus.

18-03/09/screenshot_3.jpg

Gözler Suriye’de Afrin’e çevrilse de başka ilginç gelişmeler yaşanıyor. Esad rejimi, tüm siyasi kartlarını ABD ile beraber açma hususunda tereddüt etmeyen İsrail’in hava saldırılarına karşı hava savunma sistemi kurabilmek, muhalifleri başkentten uzak tutabilmek adına Doğu Guta’ya öncelik vererek bu bölgeye yönelik harekât başlattı. Esad yönetimi, Rusya tarafından “koltuğu” sağlam olarak gösterilse de ülkenin büyük bölümünde egemenlik kuramayan, başkenti Şam’ı bile savunmakta zorlanan, IŞİD’i başkentin güneyine yaklaştırabilecek kadar zayıf bir askeri-siyasi görüntü mevcut. Esad bir dahaki Suriye seçimlerinde aday olacağının/seçileceğinin hayaliyle başkenti korumaya almaya çalışıyor. Esad, Doğu Guta’yı da Halep gibi içinde sivillerin cesetlerinin olduğu bir enkaz yığınına çevirmek için Rusya’nın sessizliğinde adımlar atıyor. Oysa herkes biliyor ki rejim ve dostları sivil bile olsa her muhalife, Esad’a razı olmayan her kişiye “terörist” olarak bakıyor ve onları yok etmek için fırsat kolluyor.

İlginç olan ise -İdlib’te devam eden çatışmalar da hesaba katıldığında- sahada çatışan muhalif grupların umduklarını bulmamasına rağmen çatışan tarafların Suriye cephelerinde mevcut duruma alışık hale gelmesi. Normal savaş şartlarında savaş meydanından geri çekilmek, alan boşaltmak pahalıya mâl olsa da Suriye’de bu “dramatik” çekilmelerin bir askeri-siyasi bedeli olmuyor. Suriye’de Tahriru’ş Şam Heyeti’ne (HTŞ) karşı kurulduğu ifade edilen Tahrir Suriye Cephesi (TSC) nin İdlib’te HTŞ’yi askeri olarak tasfiye etmek için taarruza geçtiği de gözden kaçmamalı. Ankara’nın Afrin, İdlib hatta Lazkiye’ye uzanan bir hattı kontrolüne geçirmesi de beklenilmeli.

İdlib bölgesindeki bu günlerdeki en dikkat çekici gelişme selefi-cihadi çizgideki gruplar arasında yaşanıyor. El-Kaide bağlantılı oldukları bilinen silahlı gruplar, kurulduğunu ilan edilen “Hurras ed Din” grubuna katıldı. “Hurras ed Din” (Dinin Koruyucuları) isimli gruba Ceyşu’l Melahim, Ceyşu’l Badiye ve Ceyşu’l Sahil gruplarının biat (bağlılık yemini) ettiği biliniyor. El-Kaide’nin merkez komutanlığının bu “biar”ları onaylaması halinde Suriye’de El-Kaide resmi olarak sahada yer almış olacak. Tahrir Şam içindeki El-Kaide kökenli üyelerinin de HTŞ ile bir ayrışma/uyuşmazlık içinde olduğu da bilinen bir gerçek.

Gözlerin çevrildiği Afrin’de Zeytin Dalı harekatı devam ederken harekatın ikinci safhaya geçtiği gözlemleniyor. Kuzeybatı ve güneybatıdaki dağlık alanlardaki TSK ilerlemesine bakıldığında Nisan ayında Zeytin Dalı güçlerinin Afrin kapısında olması beklenilebilir. Şehri ikiye ayıran nehir üstündeki köprülerin vurulmasıyla iki ayrılacak şehire Tel Rıfat ve Minnig Hava Üssü’nün TSK kontrolüne geçmesiyle en az üç bölgeden kuşatma olacaktır. Gene harekat öncesi YPG ve Şam arasındaki görüşmelerde YPG’nin rejime Şam’ın ordu ve güvenlik kurumlarının simgesi olarak Afrin’e ve Fırat’ın doğusundaki Kamışlı ve Haseke’ye girmesini kabul ettiği bilgisi açıklanmıştı. Afrin’de önümüzdeki dönemde YPG’nin ağır silahlarını Şam’a “şartsız” bir şekilde devrederek şehre yönelik kuşatmayı engelleme hamlesi de büyük bir ihtimal olarak geçerliliğini koruyor. Önümüzdeki dönemde YPG varlığının siyasi ve askeri alan kaybetmeye başlayacağı öngörülebilir. Bunun ilk siyasi işareti Menbiç’ten gelecektir. ABD’nin burayı YPG’den arındırdıktan sonra yönetimi devralacak bir kadronun organizasyonu için toplantılar düzenlediği biliniyor. Bu hamle ile ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon gücünde bir “çatırdama” yaşanması da büyük bir olasılık. Deyr Ez Zor’da IŞİD’e karşı ağır kayıplar veren YPG’nin tüm gücünü TSK’ya yönlendirmesi de muhtemeldir. Bu da Ankara için Fırat’ın doğusunda YPG’ye yönelik düzenlemeyi planladığı harekatların zeminini oluşturacaktır.

Bu arada IŞİD’in Irak’ta Diyala, Kerkük ve Anbar bölgelerinde Irak güçlerine karşı bir dizi büyük saldırı düzenlemeye başladığını da not edelim. Suriye sınırına yönelik ilerleme amaçlı bu hamlelerin nereye evrilebileceğini önümüzdeki günlerde anlayabileceğiz. YPG, gerçek nüfusu boşalttırılmış ya da göç ettirilmiş alanlarda çeşitli etnik kesimlere  “demokrasiyi tattırma” projesini ABD desteğiyle sürdürmeye çalışsa da mültecilerin geri dönme takviminde özellikle Arapların yaşadığı şehirlerde tutunmakta da zorlanacaktır. Erbil ile kıyaslandığında YPG’nin ne entelektüel ne de siyasi yahut diplomatik olarak böyle bir birikimi, kadrosu, tecrübesi de olmadığı ortada.

Zeytin Dalı harekatı esnasında başta ABD olmak üzere YPG-PKK bağlantısının uluslararası kamuoyunda konuşulur, tartışılır olması da dikkat çekici bir husus. Başta IŞİD ile mücadele eden güç olarak sunulsa da Avusturalya ve İngiltere’nin YPG içindeki yabancı savaşçılar olarak bilinen kendi ülke vatandaşlarını “uluslararası terör” ve “çatışma alanlarında” bulunmak suçlamasıyla yargılamaya başlaması rüzgarın tersine döndüğünün de işareti sayılabilir. Washington’un ise artık Suriye’de Başkan Trump’ın katkılarıyla “kibirden kör olmuş” bir güvenlik stratejisi var. Orta Doğu’da “marjinal” bir konuma düşen/düşürülen ABD yönetiminin bu durumdan Doğu Akdeniz ve İsrail’in çıkarlarını gözeterek ve geride askeri üslerini bırakarak çıkmayı tasarladığı söylenebilir.

Türkiye’nin Suriye sınırında güvenliğini emniyet altına alma stratejisinin iki ana hatta ayrıldığı düşünülebilir: Fırat’ın batısından Akdeniz’e kadar uzanan 500 kilometrelik sınır hattına kendisine bağlı muhalif savaşçıları yerleştirerek burada bir güvenlik bölgesi almak. İkincisi ise bu bölgeye Ayn el-Arap’tan (Kobani) Irak sınırına kadar uzanan Fırat’ın doğu kısmını da eklemek. Fırat’ın doğusunda pek bahsedilmese de Ankara’nın karşısına ABD’nin yanında bir de İran faktörü çıkacaktır. Keza Tahran yönetimi, Haseki ve Kamışlı’ya yönelik “milis” güçlerinin sayısını büyütmüştü. Yaz aylarında Ankara’nın namlusunu Fırat’ın doğusuna çevirmesi de beklenildiğinde ve İsrail’in de Golan bölgesine yönelik hazırlık yaptığı değerlendirildiğinde başka dinamik ve aktörlerinde Suriye sahasına girmesi sürpriz olmayacaktır.

Zeytin Dalı Harekatı’na şüphesiz en mesafeli duran ülke İran’dır. Neticede yıllarca uğraşarak oluşturduğu milis güçlerinin karşısına “eski düşmanları” ÖSO daha güçlü bir şekilde çıkmış ve İran aynı zamanda kendisinin Esad’ın varlığına tutunmuş bir konumdan daha fazla manevra alanı kalmayan bir hale sokulduğunu görmektedir. Türkiye’nin Suriye’deki müdahalesi Irak ve Lübnan’a ve neticede İran’ın bölgedeki pozisyonuna da tesir edecek mahiyettedir. Bu açıdan bakıldığında ise ABD’nin İran yerine Suriye’de Türkiye’nin nüfuz alanını genişletmesine ses çıkarmayacağı da tahmin edilebilir.

İran’ın Suriye’de artık askeri alandan ziyade “kültürel” olarak bulunmak ve yayılmak istediği biliniyor. İran’ın burada kullandığı en büyük kartı “milis fobisi.” Batılı devletlerin Suriye’deki “Sünni” milislere olan fobisi İran destekli milislere olan fobiden daha fazla. Zira, en azından Bağdat sayesinde Irak’ta “kontrol” altında tutulabildiklerini gözlemleme imkânları oldu.

Fırat’ın batısında dağınık, disiplinsiz ve kendi içlerindeki anlaşmazlıkları çatışmaya dökerek bölünebilen bir profil çizen ÖSO ve diğer muhalif gruplar ilk defa “düzenli bir ordu’” sisteminde harekat düzenliyor ve sahada ilerliyor. Aynı ABD’nin YPG’ye verdiği hava desteğinde olduğu gibi Türkiye’nin ÖSO’ya sağladığı hava desteği ile sahada “başarı” kazanılabileceği de görüldü.

Orta Doğu’da ittifakların kırılgan olduğu, dünün düşmanının bugün dost olabildiği, dostların ise düşman olabildiği bir coğrafya olduğu akılda tutulmalı. Orta Doğu’nun en ilginç özelliklerinden bir tanesi de “ihanete uğratma” ve “ihanete uğrama” listesinin uzun olduğudur.

Bu yaz muhtemelen yeni ittifakları, yeni “dostlukları” konuşuyor olacağız.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir