Görüşler

Cafer Talha Şeker yazdı: Muhafazakârlar ve laikler birlikte kaybediyor

Cafer Talha Şeker yazdı: Muhafazakârlar ve laikler birlikte kaybediyor

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği’nden Cafer Talha Şeker, içinde yaşadığımız toplum davranışlarından yola çıkarak siyasi düzen ve toplumsal mantığa karşı bir eleştiri kaleme aldı..

[Karar]
CAFER TALHA ŞEKER

Seçim sonuçlarına baktığımız zaman Türkiye’de halkın esaslı olarak iki siyasi sınıfa ayrıldığını görüyoruz: “Muhafazakârlar” ve “Laikler”. Cumhuriyet’i kuran kadro ve bu kadroların izinde olduğunu iddia edenler kendilerini “laik” olarak tarif ediyorlar. Bugünkü Cumhuriyet ise kendilerini “muhafazakâr” olarak tanımlayan kadroların elindedir. Bu iki sınıf arasında siyasi iktidar mücadelesi farklı yüzleriyle cereyan etmiştir. Bu mücadelenin kökeninde iktisadi ve içtimai zıtlıklardan doğan anlaşmazlıklar yer aldı. Ancak ortaya çıkan “laiklik” ve “muhafazakârlık” anlayışları Türkiye’de hukuku üstün kılmaya yetmediği için herkes birlikte kaybetmeye devam ediyor.

Günübirlik hesaplar ve göçebe politikaların ülkesi olan Türkiye tüm bu sıkıntılara rağmen gene de dünyanın en gelişmiş ilk yirmi ekonomisi arasına girmeyi başardı. O halde doğruları teşvik etmek ve hataları tashih etmek için ülkemizde hâkim olan siyasi düzeni tenkit etmemiz lazım. Zira öz eleştiri yaparak düzenimizi, muhafazakârlığımızı ve laikliğimizi sorgulamamız gerekiyor. Bu yazıda, toplumun ortak davranışlarını ele alarak aslında laiklerimiz ile muhafazakârlarımızın aynı toplum mühendisliğinin sonucu olduklarına dikkat çekmek istiyorum.

Laikler ve muhafazakârlar

Türkiye’de trafikte seyrederken bazı arabaların arkasında dikkat çeken iki yazı görürüz: “K.Atatürk” veya “Bismillah”. Arabalar, sürücülerinin hüviyeti hakkında fikir vermektedirler. Oysa iki aracın sürücüsünün de trafik kurallarını ihlal ettikleri görülür. (Bu suçları işlemeyenler üzerine alınmamalı) Trafikte seyrederken sigara içerek güvenlik tehdidi oluşturan veya izmaritini camdan atarak çevreyi kirleten sürücülerin bir kısmı “laik”, bir kısmı da “muhafazakâr”dır. Üstelik bu insanların arasında çok sayıda “akademisyen”, “müdür”, “başkan” gibi sıfatlara haiz olanlar bile vardır.

Metro istasyonlarında tren beklerken laikliği savunan gazetenin okuyucusu ile muhafazakârlığı müdafaa eden gazetenin okuyucusu ortak davranışlar sergilemektedir. Sigara içilmemesi için ikaz anonsları yapılırken önce keyfince sigara içip ardından çöpünü demiryoluna atıp üfleyerek trene binen insanların bir kısmı “Atatürkçü”dür, bir kısmı “dindar”. Kabul edilemez bir şekilde yola arabasını park ederek yüzlerce insanın onlarca dakika kaybetmesine yol açan arabaların üzerinde de aynı ifadeler yazmaktadır. Bundan daha vahim olan ise kaldırımda yürürken, sırada beklerken, toplu taşımaya binerken veya araç kullanırken bazı insanların son derece kaba davranmaları yüzünden çıkan kavgalardır. Okul bahçesinde sigara tüttüren laik öğretmenlere rastlayabildiğimiz gibi cami bahçesinde aynı fiili işleyen dindarlara da rastlayabiliriz. Nitekim üniversitelerin bahçesindeki çiçek saksıları da çöp ve sigara izmariyitle doludur. Araba kullanırken emniyet şeridini ihlal edenler ile her yere inşaat izni vererek yolları yetersiz kılanlar da gene aynı insanlardır. Bu sahneler ülkenin medeniyet, fikir ve sanat merkezi olan İstanbul’da her gün ve sürekli yaşanmaktadır. Oysa bir ülkede insanlar yolda gidemiyorsa o ülkede hiçbir şey yolunda gidemez.

Evler ve sokaklar

Fransız devrimciliğinden mülhem olan pozitivist-materyalist Kemalist toplum mühendisliği, sadece insanların kılık kıyafetine değil evlerinin içine de müdahale etmişti. Hatta o kadar ileri gitmişti ki buna karşı direnen muhafazakâr bir direniş ortaya çıksa bile bu direnişçiler de zamanla ve farkına varmadan dayatılan “modern” hayat tarzına pek çok yönüyle mağlup oldu. Mesela Cumhuriyet’ten önce olduğu gibi Türkiye’de dindar ailelerin evlerinde abdest almak için ayrı bir mekân bulunmuyor. Abdest alırken genç-yaşlı herkes karateci gibi ayağını kaldırıp el yıkamak için yapılmış olan lavaboya koyuyor. Çünkü “modern” evler abdest almayan insanlar için inşa edildi. Nitekim şehirler ve evler, inşa edenlerin kimliğini ve hedeflerini yansıtırlar. Tuhaf olan ise bugünkü şehirleri inşa eden muhafazakârların kat planlarının aynı olmasıdır. Bunca maddi gelişmeye rağmen dindarlar hala ayaklarını el lavabolarında yıkamaya devam ediyorlar.

Türkiye’nin siyasi hayatında onlarca sene uygulanan Fransız laisizmi, evlerin içini ve dışını inşa ederken kendi tarzını dayatmıştır. Oysa Batı’nın bir diğer laiklik metodu olan Anglo-Sakson sekülerizmi, Osmanlı düzeninde olduğu gibi daha mantıkçı hareket ederek vatandaşların özel hayatına değil topluma açık yerlerdeki hayatına karışmıştır. Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere’de köyden şehre gelenlere sıraya nasıl girileceği öğretilmiştir. (İngiltere bugün mülteci kabul ederken de aynı politikayı uyguluyor.) Devlet, her görüşten vatandaşını ortak medeni değerlerde buluşturmak için bunu baskıyla yapmıştır. Halkın sadece kıyafetine karışıp diğer işlerinde kendi haline bırakmamıştır. Zamanla doğruyu öğrenen halk köylüsüyle ve şehirlisiyle ortak medeni davranışa sahip olmuştur. Bugün bu milletin dünyanın en iyi sıraya giren halkı olduğu kabul görür. Oysa Utopia’nın yazarı Thomas More’un üzülerek yaşadığı on altıncı yüzyıl İngilteresi acınacak bir haldeydi. Bu dönemde Avrupa’dan İstanbul’a gelen seyyahlar ise eserlerinde İstanbul’un ve halkının hayat tarzına hayran olduklarını yazdılar. Diğer bir ifadeyle, izmarit ve plastik atıklarıyla dolu olan bugünkü İstanbul’un sokakları on altıncı yüzyıldaki Londra’nın sokakları kadar kirlidir, bugünkü Londra’nın sokakları da geçmiş asırlardaki İstanbul sokakları gibi temizdir. Tarih bize bazı toplumların zamanla kötü düzenden iyi bir sisteme geçebildiklerini gösterirken tam tersinin yaşandığını da öğretiyor.

Yeni bir mantık

Tarihte olduğu gibi bugünkü gelişmiş ülkelerin siyasi düzeni de sermaye ve felsefe sahibi münevver kimseler tarafından kurulmuştur. Mülk maliki olanlar fikir sahibi değilse orada göçebe düzen hâkim olur. Nitekim bütçe planlaması, ihalelerin dağıtımı, şehirlerin inşaatı, belediyecilik, eğitim, asayiş, sanayi sektörü ve daha pek çok sahadaki işin mantığı, aydın sınıfın ortaya attığı felsefe üzerinden münevver zengin sınıfın desteği ile rejim haline dönüştürülür. Bazı ülkeler bunu yaparken diğerlerinden daha ileri gittikleri için küresel güce ulaşmış ve cihangir olmuşlardır. Küçük bir topluluk olan Osmanoğulları Aşireti’nin önce kuvvetli bir siyaset felsefesi ve zamanla bunu destekleyecek sermayesi olduktan sonra cihan devleti olması da bu misaldendir. Bu devleti yücelten kuvvet, bilek gücünden ziyade beyin gücüne dayalıydı. Zamanla her ikisini de kaybetti ve çöktü. Ancak onun külleri üzerinde kurulan ve yükseltilmeye çalışılan Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi kalıpları çürük olduğu için bu ülkede insanlar sistemin uyguladığı yanlış toplum mühendisliğine bağlı olarak sıkıntılar yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.

İşe yaramayan “laikçi” ve buna karşı gelişen “muhafazakârlık” iddialarıyla medenileşmenin veya terakki etmenin mümkün olmadığını yüz senedir tecrübe ediyoruz. Çözüm sunamadığı takdirde bu sloganların bir faydası olmayacaktır. Artık bu sözlerden uzaklaşmalı ve ortak akıl ile öz eleştiri yapılmalıdır.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir