Görüşler

Mustafa Çakıroğlu yazdı: Başkanlık Sisteminde Türkiye’nin Bilim Politikaları nasıl belirlenmeli?

Mustafa Çakıroğlu yazdı: Başkanlık Sisteminde Türkiye’nin Bilim Politikaları nasıl belirlenmeli?

Türkiye, 16 Nisan 2017’deki referandum ile Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ne geçiş için ilk adım attı. Yeni sistem var olan neredeyse bütün kurumlarda da bir adaptasyon ve uyarlama zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Bunlarda biri de Bilim Politikaları, Bülent Ecevit Üniversitesi, Felsefe Bölümü,  Tarihi ve Felsefesi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Mustafa Çakıroğlu Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nde bilim politikalarının nasıl olması üzerine yazdı.

Türkiye’nin Bilim ve Teknoloji Politikaları denince aklımıza Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) ve kararları gelmekte. Günümüzde bu model Türkiye için yeterli ve doğru bir politika yapma mekanizması mıdır; bu yazıda bunu tartışmak istiyorum. Zira Başkanlık Sisteminin getirdiği/getireceği yeni yönetim anlayışında bilim politikalarının belirlenmesinin de nasıl olacağı, nasıl olması gerektiği ayrıca önem taşımaktadır.

18-01/29/ekran-resmi-2018-01-29-003522.png

Politika belirlemek -sadece bilim politikaları değil- milletin, vatandaşın sandığa giderek siyasetçiye oy verme sebebidir. Seçilen milletvekilleri, Cumhurbaşkanı, Hükûmet… Bu süreçlerin ve kurumların vazifesi halktan aldıkları yetkiyle politika belirlemektir. Başka bir ifadeyle politika belirlesinler, bir şeyleri değiştirsinler diye oy vermekteyiz. Eğer bir şeylerin değiştirilmesi istenmiyorsa, bakanlıklardaki müsteşarların ve bürokratların görevi var olan düzeni harfiyen uygulamak ve uygulamaya devam etmektir. Halihazırda ise Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu - BTYK’nın sekretaryasını TÜBİTAK yürütüyor. TÜBİTAK’ta da bu konuyla ilgili bir daire başkanlığı var. Dolayısıyla Türkiye’nin bilim ve teknoloji politikaları bürokratik organizasyondaki bazı bürokratların görüşleri çerçevesinde belirleniyor. Yani halk tarafından seçilmeyen, yetkilendirilmeyen bürokrat veya bürokratlar bu politika metinlerini hazırlayıp BTYK’ya getiriyorlar, sonra da kısa bir sürede arz edilip onaylanıyor. Burada siyaset kurumunun fonksiyonu tamamen formalite oluyor. Dolayısıyla da ortaya çıkan bu kararlar ve metinler memleketin genelinde ve kurumlarında “bir üst organ” vazifesi görmüyor. Ve Türkiye’nin Bilim ve Teknoloji Politikalarının tayininde belirleyici bir rol üstlenmiyor, üstlenemiyor.

''Politika belirleme; siyasetin kendi uhdesinde olmalı, bürokrasinin içinden gelmeyen danışmanlar aracılığıyla yürütülmelidir. Bu danışmanlar, üniversitelerden, sivil toplumdan, enstitülerden ve bu konuda kafa yoran entelektüellerden olmalıdır.''


Kurulduğu yıl itibariyle (1963) ve o dönemin küresel ve yerel ihtiyaçlarına göre TÜBİTAK çok gerekli ve önemliydi. Kuranlar dediler ki; Türkiye’de çok fazla bilim adamı yok, bilimsel araştırma yapacak çok fazla birikim yok, biz var olanları organize edecek bir şey oluşturalım. Böyle bir düşünceyle de TÜBİTAK kuruldu. Dönemin bilim insanları da TÜBİTAK çatısı altında birleşerek görev ve sorumluluklar aldılar. Ve zamanla da TÜBİTAK’a yeni yeni roller, kurumlar eklendi. Enstitüler kuruldu, araştırma geliştirme destekleri vermeye başladı. TÜBİTAK büyüdü, bugünkü haline geldi. Baktığımızda, TÜBİTAK’ın 3-4 tane ana fonksiyonu var. Ve bunlar birbiriyle çelişen fonksiyonlar. Bir tanesi TÜBİTAK’ın BTYK’nın sekretaryasını yürütmesi. TÜBİTAK’ın ikinci rolü de, araştırma yapan enstitüleri var ama aslında bunlar sadece araştırma yapmıyor, ürün geliştirip bunları satan bir konumdalar. Üçüncü rolü, TÜBİTAK’ın Ar-Ge’yi destekleyen fon dağıtma rolü. Ve bu fon dağıtma fonksiyonunu hem kendi enstitüleri için kullanıyor hem de Türkiye’deki diğer üniversiteler ve özel sektördeki şirketlere fon dağıtmak için kullanıyor. Bu şirketler aynı zamanda TÜBİTAK enstitülerinin rakibi konumundalar. Dolayısıyla şöyle bir durum oluşuyor; bir kurum var, o kurumun organizasyonu başarısız olursa siyasi irade memnun olmayacak, üstünü çizecek, bir de onun rakipleri var. Rakiplerinin palazlanmasını ister mi? İstemez. Dolayısıyla bu fonksiyonların bir kurum içinde kesinlikle bir arada olmaması gerekir.

Politika belirleme; siyasetin kendi uhdesinde olmalı, bürokrasinin içinden gelmeyen danışmanlar aracılığıyla yürütülmelidir. Bu danışmanlar, üniversitelerden, sivil toplumdan, enstitülerden ve bu konuda kafa yoran entelektüellerden olmalıdır. Bilim politikalarını belirleyen birim, en üst merci olan devlet otoritesine, yani bizim yeni yönetim modelimizde Başkan’a (Cumhurbaşkanı’na) bağlı bir kurum olmalıdır. Amerika’da ve diğer gelişmiş ülkelerde bu tarz bir model var ve kanaatimce bilim alanındaki başarılarının en önemli nedeni de bu organizasyon yapısıdır.

Ar-Ge ve fon dağıtımı

Her türlü politika belirlemede siyasi iradenin ön alması lazım. Tabii ki bürokrasinin birikiminden, tecrübesinden faydalanacaktır ama asla “hadi bunu siz yapın” diye bürokrasiye havale etmemelidir. Neden? Çünkü bürokrasi her zaman, sonrasında o politikayı uygulamakla da görevli olduğundan, işine nasıl kolay geliyorsa ona göre politika belirler. Mesela TÜBİTAK’ta, 2003 senesinde, 2023 yılı vizyonu çalışması yapıldı. Bu çalışmanın nasıl bir usulle hazırlandığına bakmak söylediklerimizi temellendirmek için yeterli. Olması gereken; Türkiye’nin bütün kurumlarıyla ne yöne gitmesi gerektiğini düşünen, bu yönde bilgisi-birikimi olan, başka ülkeler nasıl yapmış ve ne yapmışı bilen insanların uzman görüşleri alınarak bunların yapılmasıdır. Politika belirlemek herkesin söz sahibi veya ehliyet sahibi olabileceği bir konu değildir. Bir birikim ister. Dolayısıyla politika belirleme misyonu siyasi iradenin bir namus borcudur ve hiçbir şekilde devredilemez. Siyasetin varolma sebebi bizatihi politika yapımıdır. Siyaset var olan şeyleri “ben aynen devam ettireceğim” diyorsa ona gerek yoktur, bürokrasi zaten onu yapmaktadır.

Fon dağıtma konusunda, araştırma geliştirmenin fonlanması ayrı bir organizasyon olarak düşünülmelidir. Fon dağıtanın kendisinin Ar-Ge yapmaması lazım. Bütçemiz sonsuz olmadığına göre, öncelikli alanlar belirlenerek bu alanlara ne kadar fonlamanın yapılacağını belirlemek, hesap kitap yapmak da bu politika yapımının önemli ayaklarından biri şüphesiz.

Devlet ilke olarak, piyasanın yaptığı işler konusunda Ar-Ge yapmamalıdır. Mesela bir bakanlığın işletme software’ini (yazılımını) yine bir devlet kurumunun yazmaması lazım. Piyasada onu yazacak çok sayıda mühendis gençler var. Dolayısıyla piyasayı bozmayacak şekilde bir yapı olması lazım. Devlet mesela hidrojen enerjisi konularında araştırma faaliyeti yapabilir veya CERN’deki gibi bir araştırma yapabilir. Veya Mars’a nasıl gideriz diye bir araştırma yapabilir. Çünkü herhangi bir firma bu konuda bir araştırma yapamaz. Dolayısıyla devlet piyasayı bozmayacak şekilde bir yapılanma içinde olmalıdır. Çünkü devlet kendi organizasyonu itibarıyla halktan vergi alarak kendi harcamalarını yapıyor, ödemelerini yapıyor. Devlet, şirketlerden vergi alarak kendi şirketini fonlarsa, vergi aldığı şirketin kendisiyle rekabet etmesini bekleyemez. Bu sürdürülebilir bir model olmaz elbette. Bu piyasayı bozar, o şirketi iflas ettirir.

Bilim ve Teknoloji aynı şey mi?

Bilim ve teknoloji politikaları metinlerine bakıldığında bilim ve teknoloji kavramlarının iyi bir şekilde ayrıştırılamadığını ve bunların birbiri yerine kullanıldığını görüyoruz. Bilim ve teknoloji politikası dediğimiz şey nihayetinde teknoloji odaklı oluyor. Yani bilim sanki hiç mesele değilmiş gibi, çıktıya-ürüne bakıyoruz ve ürün üzerinden bilim ve teknoloji politikası yaptığımızı düşünüyoruz. Aslında bilim politikası başlı başına ele alınması gereken bir konu. Bunun Milli Eğitim ayağı var, üniversite ayağı var, özel sektör ayağı var. Belki de bilim politikalarının daha iyi oluşturulabilmesi için “Bilim Bakanlığının” Sanayi ve Teknolojiden ayrılarak müstakil bir bakanlık olarak tasarlanması, daha da iyisi direkt Başkan’a bağlı bir üst birimin oluşturulması. Mevzuatıyla, bütçesiyle vesaire. Böylelikle tüm kurumları ve bakanlıkları da bağlayan ve genel bir vizyon içeren kararlar alınabilir. Sanayi ve Teknoloji’nin de Kalkınma Bakanlığı’na entegre edilmesi daha iyi bir seçenek olabilir.

Devlet, Başkan’a bağlı bilim politikaları belirleme birimi vasıtasıyla “benim önceliklerim şu alanlardır” diyecek. Bunu demek için de çeşitli sahalarda, tıp, sosyal bilimler, mühendislik vb. her sahada çalışma grupları oluşturulacak. Bürokratik bir yapı olmaksızın; üniversitelerden, özel sektörden, sivil toplum kuruluşlarından bir ekip oluşturulacak. Onları da Başkan’a bağlı bilim politikaları birimi koordine edecek. Yapılan çalıştaylar sonucunda şu şu konular önemlidir, söyleyenler de bunlardır denilecek. Siyasi irade de çıkan rapora göre öncelikli alanlara yatırım yapacak, bütçe ayıracak, teşvik edecek. Türkiye’de üniversitelerin belli alanlarda ihtisaslaşması mevzuuna daha yeni geldik. Her üniversite her konuda elbette uzman olmaya çalışmamalı, her üniversite en fazla üç konu seçmeli ve yapılandırma fonlarını da buna göre kullanmalıdır. Bu üç konu dışında üniversiteler başka bir şey yapmasın demekten söz etmiyorum elbette, bu üç konu üniversitenin önceliği olsun anlamında.. . Yoksa en temelde bir üniversite demek temel bilimler demektir. Matematik, fizik, kimya, biyoloji… Son yıllardaki bilim ve üniversite politikalarımızın yeni kırılmalara gebe olduğunu görmek için temel bilimlerdeki prestij kaybına bakmak yeterli… Temel bilimler zorlamayla olmaz; tüm üniversite ve bilim ekosistemi düzelirse, iyileşme trendine girerse bu alanlar da yeniden hak ettikleri ilgi ve alakaya, prestije ve desteğe sahip olacaklardır. Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar da bir röportajında “gelir getirip getirmediğine bakılmaksızın Türkiye’nin temel bilimlere yatırım yapması gerekiyor” dediğini bu vesileyle not edelim.

Bilim politikaları üç nedenden dolayı yapılır; askerî amaçlı, ülkelerin prestiji ve refahı amaçlı ve üçüncüsü de bilim yapmak için bilim amaçlı. Her birisi de bir diğerini destekleyen, biri olmaksızın diğeri olamayacak amaçlar. Umarım bilim ve üniversite politikalarımızı daha akılcı, daha sağduyulu ve daha katılımcı bir şekilde belirleyen bir birime, Başkanlık seviyesinde kavuşuruz. Zira MEB, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, DPT, TÜBİTAK, BTYK, YÖK Kalite Kurulu, TÜBA...  Her bir kurumun kendine göre ayrı bir “bilim politikası” ve eğilimi var… Bu kadar parçalı ve birbirlerinden kopuk, özerk kurumlardan vizyoner, yetkin bir bilim politikası beklemek haksızlık olur. Bilim politikaları 5 yıllık, 10 yıllık kalkınma planlarına entegre edilip, bir alt başlık, detay olarak kenarda kaldığı sürece de gerçek bir bilim politikamız olduğundan bahsedilemeyecektir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir