Görüşler

Muzaffer Şenel yazdı: AB ile ilişkiler yeniden canlanır mı?

Muzaffer Şenel yazdı: AB ile ilişkiler yeniden canlanır mı?

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Muzaffer Şenel, Türkiye-AB ilişkilerini kaleme aldı.

MUZAFFER ŞENEL

Sürpriz yok! Ve beklenen oldu. Psikolojik eşik aşıldı. Avrupa Parlamentosu (AP), tarihinde ilk kez bir aday ülke ile yürütülen müzakerelerin dondurulması ihtimalini resmen gündeme taşıdı. Avrupa Parlamentosu, 24 Kasım’da Türkiye ile sürdürülen üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasını tavsiye eden ve hukuki bağlayıcılığı olmayan tasarıyı ezici bir çoğunlukla kabul etti. Psikolojik eşikten sonra siyasal zemin hazırlanmış oldu. Sürpriz bir karar değildi. AB Konseyi kararı olmadığı için AP tasarısı bağlayıcı değil fakat güçlü siyasal etkilerinin olacağını öngörmek gerekiyor. Söz konusu etkilerin de gerek Türkiye gerekse AB açısından olumsuz olacağı aşikârdır. 2008 ekonomik krizinin Avrupa’ya olan etkisini AB hâlâ üzerinden atabilmiş değil. Ekonomik kriz AB’yi siyasal, sosyal ve ekonomik olarak darboğaza sokmuştur. Bugün de açmazlar Avrupası ile karşı karşıyayız.

AB vatandaşlarının sesi olan AP’nin aldığı karar her şeyden önce gerek AB kurumlarına gerekse de tüm Avrupalı liderlere doğrudan bir mesaj niteliği taşımaktadır. Bilindiği gibi müzakereleri AB Komisyonu yürütmektedir. Bu nedenle AP aldığı kararla -ilk önce- Birlik çıkarlarını temsil eden AB Komisyonu’nun itibarını sarsmıştır. 2017’de İtalya, Fransa, Hollanda ve Almanya gibi AB’nin güçlü ülkelerinde yapılacak olan referandum veya seçimler düşünüldüğünde liderlerin 14-15 Aralık’ta yapılacak AB toplantısında nasıl bir yol izleyecekleri merak konusudur. Bu kararla Türkiye ile müzakereleri durdurmaya yönelik siyasal bir zemin yaratılmış olsa da kör-topal ilerleyen müzakerelerin dondurulması beklenmiyor. Ne dondurulması ne de dondurulmaması sürpriz olmayacak. Benim beklentim, liderlerin AP’nin verdiği mesajı gördüklerini, anladıklarını ve görmezden gelmediklerini ve zamanlama nedeniyle şimdilik rafa kaldırmayı uygun gördükleri için “not ettiklerini” ifade edecekleri yönündedir.

Kararın dört yüzü var. İlk olarak AB içi kurumlar arası güç mücadelesinin bir sonucu olarak okunabilir. Vatandaşın sesi olan AP sistem içinde diğer kurumlar -özellikle AB Komisyonu- karşısında giderek gücünü pekiştirmeye çalışmakta ve nispi ağırlığını artırmayı hedeflemektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, aldığı kararla Konsey’i talep ettiği yönde karar almaya zorlamakta ve müzakereleri yürüten Komisyon’un saygınlığını sarsmaktadır.

İkincisi, AB karşıtlığı olan ağırı sağ ve popülist partilerin yükselişi sonucunda AB’nin içine düştüğü kurumsal krizin su yüzüne çıktığı görülmektedir. 1950’lerden beri çeşitli krizlerden geçen ve her seferinde güçlenerek krizden çıkan AB bütünleşme süreci ilk kez hem ekonomik hem de değer krizi ile aynı anda karşı karşıya. Ekonomik kriz, yükselen aşırı sağ, mülteciler ve Brexit ile Avrupa şüpheciliği ile iyice ayyuka çıkan kurumsal bir kriz ile boğuşan AB projesi, Avrupalı halklar arasında çekiciliğini kaybetmiş ve durgunluk dönemine girmiştir. AB içinde Brexit’in domino etkisi yaratarak Grexit, Italeave… ile sonuçlanmasından korkulmaktadır.

İSLAMOFOBİ KÖRÜKLENİYOR

Üçüncü nokta: AB bütünleşme sürecinin yaşadığı kriz. 2008 ekonomik krizinin etkilerini atlatamadan mülteci akını ile karşı karşıya kalan AB değer krizi ile boğuşmaktadır. Yükselen İslamofobiye rağmen Avrupa hala Müslümanların, Türkiye dâhil tüm İslam ülkelerinden daha güvenli bir şekilde yaşadıkları bir yerdir. Bu nedenle Avrupa’ya akan mültecilerin neredeyse hemen hepsinin Müslüman coğrafyalardan olması şaşırtıcı olmasa gerek. Diğer taraftan insan hakları başta olmak üzere tüm AB değerlerini sorgulayan ve eleştiren, Avrupa’da giderek yükselen aşırı sağ milliyetçi ve neo-Nazi partiler nefret suçu işleyerek yabancı düşmanlığını ve İslamofobiyi körüklemektedirler. Bu durumun en bariz göstergesi başta göçmen ve mültecilere yönelik takınılan söylem, tutum ve davranışlardır. Örneğin; Almanya’da, Nauen’de, göçmenlerin geçici olarak yerleştirileceği bir spor salonunun ve Fransa’nın Auch şehrindeki caminin kundaklanmasını sayabiliriz.

ANGELA MERKEL’İN BURKA ÇIKIŞI

Dördüncü olarak da AB üyesi devletler arasındaki siyasal hesaplaşmalara odaklanmak gerekiyor. AB vatandaşlarının sesi olarak AP, bazı ülkelerde iktidara oynayan sağ partiler aşırı milliyetçi söylemlerinin esiri olmuş durumdadırlar. Avusturya’da faşist aday Norbert Hofer’in kılpayı kaybetmesi, Fransa’da faşist Marine Le Pen’in güçlü aday olarak ortaya çıkması veya İngiltere’de İslamofobik açıklamalarıyla bilinen Theresa May’in başbakan olması AB içi kurumsal krizi gözler önüne sermektedir. 2017’den itibaren İtalya, Fransa, Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde referandum veya seçimler yapılacak. Brexit tartışmasında olduğu gibi seçimin önemli gündem maddelerinden birisi hiç şüphesiz Türkiye olacak. AP parlamenterleri Türkiye ile müzakereleri geçici olarak dondurma hamlesi üzerinden ulusal bazda aşırı sağa mesaj vermeye çalışmaktadırlar. Türkiye ile müzakereler bu nedenle aşırı sağın önünde bir bariyer olarak kullanılmak istenmektedir. Fakat bu durum aynı zamanda aşırı sağ ve yabancı düşmanlığı ile İslamofobiyi körükleyen gruplar tarafından bir zafer olarak sunulmakta ve onların gücünü artırmaya yardım etmektedir. Sağ veya sol partiler giderek aşırı sağ söyleme yaklaşmaktadırlar ve bunu içselleştirmektedirler. Alman Şansölyesi Angela Merkel’in burkayı yasaklamaya yönelik son çıkışı bu nedenle dikkat çekicidir. Bu durum AB’nin kurumsal kimliğini zedelemekle kalmayıp aynı zamanda aşırı sağ söylemin güçlenmesine zemin hazırlamakta ve değer krizini derinleştirmektedir.

Kararın bir de Türkiye boyutu var. Türkiye boyutunda ise üç noktaya odaklanmak daha açıklayıcı olacaktır:

İlk olarak Türkiye-AB ilişkilerinin zihniyetidir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri iki uç arasında salınan bir sarkaç diplomasisidir diye tanım yapsak hiç yanlış olmaz. Klasik aşk-nefret ikileminin ötesinde üstünlük-aşağılık kompleksleri arasına sıkışmış bir ilişkidir bu aynı zamanda… Bu nedenle çoğu zaman rasyonellikten uzak bir tarzda ilerleme(me)ktedir. Daha çok söylemler üzerinden akan bu kavgada Avrupa’nın sömürge valisi tavrına karşılık Ankara kendi şartlarını AB’ye dayatmaya çalışmaktadır.

2005’te başlayan 35 fasıldan oluşan üyelik müzakerelerinde bir başlık geçici olarak kapatılmış, 16 başlıkta müzakereler devam ederken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve AB Konseyi’nce 14 fasılın, Ankara 1995 Gümrük Birliği Ek Protokolü’nde yer alan taahhütlerini yerine getirene kadar bloke edildiği ilan edilmiştir. Buna rağmen kör-topal ilerleyen ilişkiler AP kararından oldukça olumsuz etkilenecektir. Gezi Parkı olayları sürecinde gerilmeye başlayan ilişkiler, karşılıklı atışmalar nedeniyle zaten sancılı hale gelmişti. Karar sonrasında ilişkilerde ilerleme sağlanması daha da zorlaşacaktır. Bütçe üzerinde neredeyse mutlak yetkisi olan AP, bu kararla Türkiye’nin önüne set çekmeye çalışmıştır. Şöyle ki, öncelikle üç konu acil ve önemlidir: İlk olarak AB’de yapılan yardımların etkilenmesi söz konusudur. İkincisi henüz görüşmeleri tamamlanmayan vize serbestisi konusu çıkmaza girmiştir. Son olarak daha önce güncellenmesi hususunda mutabakata varılan Gümrük Birliği’nin durumu belirsizleşmiştir. Söz konusu alanlarda AP ile işbirliği yapılmadan ilerleme sağlanması oldukça zordur.

Kararın alınmasına neden olan olaylar zincirini Gezi protestoları sürecinden başlatmak herhalde yanlış olmayacaktır. Gezi olayları ile başlayan sancılı süreç Davutoğlu döneminde nispeten rahatlamaya başlamıştı. Akademisyenler bildirisi ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası süreçte gerek AB yetkililerinin, gerekse de Avrupalı liderlerin tutum ve davranışları Ankara’da hoşnutsuzluk yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Gezi sonrasında Avrupa ve ABD’de giderek yükselen Erdoğan karşıtlığı darbe girişimi sonrasında zirveye çıkmıştır. Avrupalıların darbe girişimine karşı Türkiye toplumu ve hükümeti ile dayanışma mesajı vermeksizin Ankara’yı eleştiri yağmuruna tutması, Avrupa’nın kontrollü gerginlik politikasından kontrolsüz gerginliğe yöneldiğini göstermektedir. 

KÜRESEL AKTÖRLERLE İŞBİRLİĞİ

Diğer taraftan Türkiye’nin AB müzakere sürecinde yapması gereken ev ödevini son 3 yıldır aksattığı ve yerine getirmediği aşikârdır. AB’ye üyelik sürecinde 1999 Helsinki Zirvesi’nden itibaren özellikle AK Parti iktidarı döneminde yapılan reformlarla Türkiye’de; devlet yerine birey öncelenmeye başlanmış, insan hakları, demokrasi ve sivilleşme konusunda ilerleme sağlanmış ve Helsinki Zirvesi öncesinden daha sivil, şeffaf, demokratik, özgürlükçü ve yaşanabilir bir ülkeye doğru gidilmişti. Fakat özellikle son 3 yıldır Türkiye’de yaşanan siyasal krizin bir sonucu olarak AK Parti hükümetinin attığı adımlar, takındığı tutum ve davranışlarla kendisinin neredeyse tamamen uyumlaştırdığı Kopenhag siyasî kriterlerinin oldukça gerisine düştüğünü ifade etmek zorundayız.

Türkiye-AB ilişkileri, sadist-mazoşist bir biçimde birbirine ters tutum ve davranışlarla birbirini yaralayan ve ilginç bir şekilde birbirini tamamlayan simbiyotik bir ilişkidir. AP kararı ile buzdolabına alınan ilişkiler yakın zamanda olmasa da orta vadede yeniden canlanacaktır. Türkiye’nin AB ile ilişkisi ne Rusya ne de  başka küresel aktörlerle veya bölgelerle olan ilişkisine benzer. Kendine özgü tarihsel, sosyal, ekonomik kültürel ve siyasal bir örüntüsü vardır. Bu nedenle Ankara’nın diğer küresel aktörlerle geliştirmesi gereken ilişkileri AB’ye alternatif olarak sunmak sadece ayağımıza kurşun sıkmak olarak açıklanabilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir