Görüşler

Nezih Onur Kuru yazdı: Ekonomideki algılar ve kutuplaşma

Nezih Onur Kuru yazdı: Ekonomideki algılar ve kutuplaşma

Koç Üniversitesinde akademik çalışmalarını sürdüren Nezih Onur Kuru, 24 Haziran seçimlerine dair ekonomi perspektifinden bir değerlendirme yapıyor.

Nezih Onur Kuru

24 Haziran erken seçimlerine sayılı günler kaldı. Seçimler Türk siyasi tarihinde pek çok ilki beraberinde getirecek. Öncelikle 16 Nisan 2017 halkoylamasında onaylanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte, yasama (meclis) ve yürütme (Cumhurbaşkanlığı) erklerinde iktidarı elde etmek için çoğunluğun desteğine ulaşmak oldukça önem kazandı. İkinci olarak ise partiler arası ittifakın kolaylaşması ve dolayısıyla baraj sorunu yaşayan partilerin mecliste yer almasının önü açılmış oldu.

18-06/10/ekran-resmi-2018-06-10-231229.png

Bu imkan ilk bakışta 1 Kasım’da seçmenlerin yüzde 62’sinin desteğini almış olan AK Parti, MHP ve BBP’nin oluşturduğu “Cumhur İttifakı”nın meclis çoğunluğunu korumasını kolaylaştırırken; diğer yandan 2002’den bu yana iktidara gelemeyen; ancak 16 Nisan halkoylamasında seçmenlerin yüzde 48’inin desteğini alan muhaliflerin motivasyonunu artırdı.

Söz konusu değişiklikler kapsamında, çoğunluğu elde etmenin anahtar niteliği taşıdığı 24 Haziran seçimleri; “Cumhur İttifakı” bünyesinde seçimlere hazırlanan AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görev onayının oylamaya sunulduğu bir halkoylaması niteliği taşıyor. Böylece seçmenler güncel konular üzerinden mevcut iktidarın görevine devam edip etmeyeceğine karar veriyorlar. Bu çerçevede, mevcut şartlar altında ekonominin iktidarın performasını değerlendirme adına belirleyici parametre olduğunu belirtmek gerekir. Aynı zamanda seçimlerin halkoylaması hüviyetine bürünmesi de iktidar ve muhalefet partileri arasındaki kutuplaşmayı bir diğer parametre olarak öne çıkarıyor.

AK Parti seçmenleri ekonomide partilerine güveniyor

Türk lirasının değer kaybetmesiyle birlikte ekonomik kırılganlık ve kriz tartışmaları kamuoyunda en çok gündeme gelen konular olarak göze çarpıyor. Erken seçimin ilan edildiği 18 Nisan 2018 tarihinden bu yana Türk Lirası’nın Amerikan Doları karşısında yaklaşık yüzde 20 seviyesinde değer kaybı yaşaması ve faiz oranıyla ilgili tartışmalar çerçevesinde; ekonominin kötüye gittiğine dair yorumlar uzmanlar tarafından sıkça dile getirildi. Seçmenlerin önemli bir bölümü de benzer kaygıları paylaştı. 2001 ve 2008 kriz tecrübelerinin de etkisiyle enflasyonun artması ve alım gücünün düşmesine dair endişeler yaygınlaştı.

İktidarın aleyhine gözüken ekonomik veriler ve yaygın endişelerle birlikte 24 Haziran seçimlerine dair araştırmalar incelendiğinde, beklentinin aksine “Cumhur İttifakı” ve Erdoğan’ın çoğunluğu elde etme ihtimaline işaret eden sonuçlar dikkat çekiyor. Kasım seçimlerinde AK Parti’ye oy vermiş seçmenlerin büyük çoğunluğunun ve MHP seçmeninin en az dörtte birinin Cumhur İttifakı’nı desteklemeye devam ettikleri görülüyor.

Siyasi tercihlerin Türk Lirası’nın hızlı değer kaybından beklenen seviyede etkilenmemesinin nedenleri iki faktörle analiz edilebilir. Ekonomiye dair seçmen algısı hükümetin performansına yönelik güven oyunu belirlerken, kutuplaşmanın yükselmesi ve sonucunda güçlenen parti aidiyetleri de seçmenlerin oy verme tercihlerini değiştirmemelerini yanında getiriyor.

Bu noktada, öncelikle seçmenlerin ekonomiye dair algılarını daha detaylı incelemekte fayda var. Öncelikle kamuoyunun büyük çoğunluğunun kurdaki yükselişi takip ettiğini Metropoll’ün Nisan 2018 verilerinden görmek mümkün. Ayrıca katılımcıların yarısı ülkenin en önemli sorununun ekonomideki kötüye gidiş olduğunu belirtiyor. Bu oranın Nisan 2017’de yüzde 35 seviyesinde gözlemlenmesi ekonomideki gelişmelerin önemini ortaya koyuyor. Bunun yanında katılımcıların yüzde 71’i kurdaki yükselişin geçim şartlarını olumsuz etkilediğini ifade ederken, bu oran 1 Kasım seçimlerinde AK Parti’ye oy verdiğini beyan eden katılımcılar arasında yüzde 60 ve aynı seçimlerde MHP’yi tercih eden seçmenler arasında yüzde 80 seviyesinde. Doların yükselişinin nedeni sorulduğunda, katılımcıların yüzde 25’i doğrudan hükümeti sorumlu tutarken, bu oran AK Parti seçmenleri arasında yüzde 6 seviyesinde.

Siyasetin ve ekonominin gidişatıyla ilgili olarak, katılımcıların yüzde 55’i Türkiye’nin gidişatının “kötüye doğru” olduğuna inanıyor. Yüzde 60’lık bir kesim ise ekonominin kötü yönetildiğini ifade ediyor. Bu oranlar AK Parti seçmenleri arasında yüzde 24 ve 25’e gerilerken, MHP seçmenleri arasında ise sırasıyla yüzde 60 ve 70 seviyesinde gözlemleniyor. Faiz konusunda kamuoyundaki hakim görüş Cumhurbaşkanı’nı destekler nitelikte. Katılımcıların yüzde 76’sı doların düşeceğini bilseler de, faiz artırımını desteklemediğini ifade ediyor. Faiz oranının yükseltilmesini destekleyenlerin oranı ise yüzde 10’da kalıyor.

Ekonomi konusundaki gelecek beklentilerine ilişkin olarak, “düzelme” bekleyenlerin oranı yüzde 34 seviyesinde kalıyor. Burada dikkat çeken nokta ise diğer seçmenlerden farklı olarak AK Parti seçmenlerinin neredeyse üçte ikisinin (yüzde 64) düzelme beklediğini ifade etmesi.

Veriler bir bütün olarak analiz edildiğinde, halkoylamasında “Evet” blokunu desteklemiş Cumhur ittifakı seçmenlerinin, mevcut iktidarın ekonomik problemleri aşacağına inandığı ve gelişmelerden büyük bir oranda hükümeti sorumlu tutmadığı anlaşılıyor. Örneğin, AK Parti seçmenlerinin en az üçte ikisinin gelecekten ümitli olduklarını ifade etmeleri ve sadece yüzde 6’sının dolardaki yükselişten hükümeti sorumlu tutmaları bu görüşü destekliyor.

Cumhur İttifakı’nın diğer bir üyesi olan MHP’nin seçmenlerinde ise halkoylamasında gözlemlenen ayrışmanın devam ettiği söylenebilir. Sandık ve mahalle bazlı analizlere göre 1 Kasım’da MHP’ye oy vermiş seçmenlerin yaklaşık yüzde 20-25’inin “Evet,” yüzde 75-80’inin “Hayır” oyu verdiği tahmin ediliyor. Metropoll araştırmasının sonuçları da bu bulguları destekler nitelikte. 1 Kasım’da MHP’ye oy vermiş seçmenler arasında ekonomi ile ilgili sorulara olumlu cevap verenlerin oranı yüzde 20-40 arasında değişmekteyken, olumsuz cevap bildirenlerin oranı yüzde 60-80 seviyesinde seyrediyor. “Hayır” blokunda yer alan CHP ve HDP seçmenlerinin büyük çoğunluğu ise ekonomideki gelişmeleri olumsuz olarak nitelerken, geleceğe dair kaygılar taşıyor ve hükümeti olumsuz gidişattan sorumlu tutuyor.

Cumhur İttifakı’nı desteklemeye devam eden seçmenlerin çoğunluğu ekonomideki değişimlerin arkasında dış nedenlerin yattığına inanırken, hükümetin ekonomide iyiye gidişi sağlayabileceğini düşünüyor. Ayrıca ekonomide yüzde 10’u aşan küçülmenin görüldüğü ve işsizliğin yüzde 15 seviyesini aştığı, akabinde AK Parti’nin yerel seçimlerde yüzde 40’ın aşağısına gerilediği 2008 krizi sonrasındaki döneminin aksine, 2018’in ilk döneminde yüzde 7’lik büyüme gözlemlenmesi ve işsizlik oranının yüzde 10 seviyesinde kalması da bu inancı destekler nitelikte gelişmeler.

Sonuç olarak, Türk Lirası’ndaki değer kaybının seçmenleri yakından ilgilendirdiğini söylemek mümkün. Ancak ekonomideki dalgalanmanın, önceki seçimde ve halkoylamasında iktidarı desteklemiş seçmenlerin tercihini değiştirecek seviyede bir kırılma yaratmadığını belirtmek gerekiyor. Cumhur İttifakı’nın halkoylamasındaki “Evet” blokunu büyük oranda konsolide etmesini ise sadece ekonomik gelişmelerin henüz “kriz” niteliği taşımaması ile açıklamak eksik kalıyor.

4 farklı bölgesel kutuplaşma dinamiği

Son 5 yılda yaşanan Suriye İç Savaşı ve mülteci akını, Gezi protestoları, 17-25 Aralık soruşturmaları, Çözüm Süreci’nin sona ermesi, PKK ve IŞİD terörünün yükselişi, 15 Temmuz darbe girişimi, 16 Nisan halkoylaması ve Türk Lirası’ndaki değer kaybı gibi kırılma ve değişimlerle birlikte, seçmenlerin güvenlik ve ekonomik istikrar beklentileri tehdit ve korkunun giderek yükselmesi sonucunda endişeye dönüştü. Siyasal partiler ise uzlaşı yerine çatışmayı seçerek mevcut pozisyonlarını korumayı tercih ettiler. Bu kapsamda, Erdoğan karşıtlığı-Erdoğan yanlılığı, Türk ve Kürt milliyetçilikleri ve laik-dindar bölünme hatlarının karşıt kutuplarını mecliste temsil eden partiler ve seçmenleri arasındaki bağlılık, tehdit ve korku unsurlarıyla birleşerek kuvvetlendi. Böylece kutuplaşma ve artan parti aidiyeti, Türkiye siyasetinde seçmen algılarını belirleyen ana etmenlerden biri haline geldi. Pek çok seçim bölgesinde artan kutuplaşmayla beraber, parti aidiyeti ve ideolojik bölünmeler, adayların niteliğinin önüne geçmiş durumda.

Oldukça geniş bir seçim coğrafyasına ve yaklaşık 57 milyonluk kalabalık bir seçmen kitlesine sahip olan Türkiye siyasetinin dinamiklerini anlamak adına bölgesel farklılıkları incelemek önemli. Bu bağlamda seçim bölgeleri dört kategoride analiz edilebilir.

Öncelikle, seçmenlerin nitelikli çoğunluğunun (üçte ikisinden fazlası) Cumhur İttifakı’nı oluşturan AK Parti, MHP ve BBP’ye oy verdiği illerde, söz konusu partilere aidiyetin çok güçlü olduğunu, aidiyeti daha güçsüz ve/veya kararsız seçmenlerin azınlıkta kaldığını ve bu seçmenlerin oy tercihlerinde çevrelerine uyum göstererek, ağırlıkla üç partiden birine yöneldikleri söylenebilir. İç Ege, Doğu Marmara, Karadeniz, Doğu Akdeniz, İç Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu’da bulunan 39 il bu kategoride yer alıyor.

Laik-dindar bölünme hattının günlük hayatta tecrübe edildiği ve mahalleler arası kültürel kamplaşmanın yaşandığı İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirler ve sahil illerinde Erdoğan karşıtlığı/yanlılığı ile birlikte seçmenler AK Parti ve CHP etrafında karşıt olarak konumlanıyorlar. Bu noktada şehirli ve eğitimli dindarların AK Parti’den uzaklaştığı algısının tersine, kendilerine şehirli ve modern hayat imkanı sunduğunu düşündükleri partilerine çoğunlukla sadık kaldıklarını ifade etmek önemli.

Kürt milliyetçiliği ve Erdoğan karşıtlığı/yanlılığı bölünme hattının güçlü olduğu 13 Doğu ve Güneydoğu ilinde ise HDP ve AK Parti arasında kutuplaşmanın ağır bastığını söylemek mümkün. Bu illerde ekonomideki gelişmelerin yanı sıra, Kürt sorununda yaşanan pürüzlerin sorumlusunun hangi aktör olduğuna yönelik algı, parti aidiyeti zayıf olan seçmenlerin tercihini etkiliyor.

Adana, Antalya ve Mersin, 1 Kasım’da meclise girmeyi başaran dört partinin de etkin olduğu iller olarak göze çarpıyor. Böylelikle sadece parti aidiyeti ve kutuplaşma, seçmenleri konsolide etmekte yeterli olmuyor. Parti aidiyeti zayıf olan ya da parti aidiyeti bulunmayan seçmenler diğer bölgelere göre seçim sonuçları açısından daha çok öne çıkıyor. Örneğin; ilk kategoride yer alan benzer nitelikli seçmenlerin aksine, bu illerdeki seçmenler çevrelerinin etkisinden daha bağımsız olarak, hem karşıt bloklar hem de aynı kutupta yer alan partiler arasında daha geçişken tercihler yapabiliyorlar. Dolayısıyla hem siyasi ve ekonomik koşulların, hem de partilerin gösterdikleri adayların getirdiği etki diğer illere göre daha yüksek ölçüde gözlemlenebiliyor.

Özetle, Türk Lirası’ndaki değer kaybının seçmenleri yakından ilgilendirdiği; ancak seçmenlerin çoğu için oy tercihlerine yönelik doğrudan bir etki getirmediği görülmektedir. Ekonomideki değişimin büyüme, işsizlik ve enflasyon göstergelerinde kırılma seviyesinde negatif sonuçlar doğurmaması hükümete ve geleceğe yönelik beklentilerde olumsuzluğa yol açmamıştır. Ayrıca ülkenin büyük bölümünde kutuplaşmanın sonucunda parti aidiyetindeki güçlenme de oy verme tercihinde kitlesel kayışların önüne geçmektedir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir