Görüşler

Onur Okyar yazdı: İran ve demokrasi

Onur Okyar yazdı: İran ve demokrasi

İran’ın ticari başkenti Meşhed’de başlayarak bir anda tüm ülkeyi saran eylemleri ‘İran ve Demokrasi’ kitabının yazarı Onur Okyar, yorumladı.

İran’daki güncel halk hareketini anlayabilmek için İran halkının genel bir resminin çizilmesinde fayda vardır.

İran rejiminin demokrasi ile ilişkisi çok basit olarak açıklanabilir; Humeyni’ye göre İran kelimesi ile demokrasi kelimesinin yan yana gelmesi rejime bir hakarettir. Zira insanın kıt aklıyla yaratmaya çalıştığı bir yönetim sistemi Kur’an ve Sünnet esaslarından beslendiği iddia edilen mevcut İran rejiminin pratikleriyle kıyaslanamaz. Bu bağlamda İran’da demokrasi taraftarları ile Rejim taraftarları arasında bulguladığım ve İran ve Demokrasi kitabımda açıkladığım sosyodemografik farklar şöyledir:

Kitabımdaki demokrasiye ilişkin bulguların analizi bölümünde İran’da katılımcıların tamamı –ki bunlara statükonun devamından yana olan aşırı muhafazakârlar, çok dindarlar ve üst gelir grubundakiler de dâhildir– yalın ve mutlak bir demokrasi olan Seçime Dayalı Demokratik Yönetim’den taraftırlar. Buna karşın katılımcıların tamamına yakını tek adam veya ordu yönetimini kötü olarak ifade etmişler, dörtte üçü ise salt Fakih yönetimini kötü bulmuşlardır. Parlamento ve Rehberin ortak yönetimi ise –ki bu şık İran’ın mevcut yönetim şekline en yakın olandır– katılımcıların % 60’ı tarafından kabul edilmemektedir. Demokrasinin kendi içindeki sınıflandırmasında ise Dini Demokrasi seçeneğine rağmen İran halkı, en sade ve tarafsız demokrasi olan Seçimlere Dayalı Demokrasiden taraftır. Çalışmam kapsamında görüştüğümüz katılımcıların demokrasiden ne anladıkları sorumuza verilen en yüksek cevap İran’da özgür seçimlerin yapılabilmesidir. Bu sonuç, 2009 Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan şaibelere bir tepki olduğu gibi seçme ve seçilme hakkının kısıtlandığı ile ilgili önemli bir göstergedir. Zira bu gösterge nedeniyle günümüzdeki halk hareketi İran’da baş göstermiştir.

Kitabımda Arap Baharı bağlamında yaptığım analizlerde ise İran’ın dış politikasında “görmek istediği” demokrasi mantığı daha net olarak açığa çıkmıştır. Zira aşırı muhafazakârlar, üst gelir grubundakiler ve çok dindarlar verdikleri cevaplar ile Arap Baharının “dışarıda” olabilecek/yaşanabilecek bir demokrasi hareketi olsa da içeriye sızmaması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu verinin en basit sonucu dini ve bürokratik elitizmin, İran içindeki hâkim unsurlarca, statükonun devamı noktasında kullanıldığıdır. Bu statüko, Rejimin devamı ile ayakta kalacağına göre Rejimi koruyucu önlemlerin alınması, onlara göre, hem İslam’ı hem de İran Devletini ayakta tutacaktır. Dolayısıyla bu sonuç İran’ın Yemen, Tunus, Bahreyn ve Mısır’daki halk hareketlerini İslami Uyanış olarak yorumlayıp desteklemesi ve buna rağmen Libya ve Suriye Rejimlerinin desteklenmesi örneklerinin de gösterdiği üzere aslında İran’ın reel politik ve oportünist dış politika tercihlerini de özetlemektedir.

18-01/08/screenshot_3.jpg

İran’da toplumsal birliktelik algısı düşüktür. Bu bağlamda Rejime güven(e)meyen halkın kendi içinde de sosyalleşemediği ve iletişim kanallarının zayıf olduğu bir vakıadır. Sivil toplum hareket ve kurumlarına olan güvensizlik halkın Rejime olan ümidini yitirmesinden kaynaklanmakta; baskı ve müdahale halk içinde pasif ve kaderci bir zihniyet olan nemelazımcılık algısını arttırmaktadır. Bu zihniyet ise demokrasinin en büyük düşmanıdır. Dolayısıyla İran’da demokrasinin gelişebilmesinin ilk ve en önemli şartları; sivil toplum hareketlerinin güçlendirilmesi ve toplumun katılımcı, aktif, yıkıcı değil yapıcı/revize edici hareketlere yönlendirilebilmesidir. Lakin siyasal parti ve sivil toplum kuruluşlarının gelenek ve derinlikten yoksun olmaları İran’ın önemli bir açmazıdır.

İran’da Rejim, anayasal olarak tüm erkleriyle, Rehber’e bağlı olduğu için, Şii kimlikli İran İslam Cumhuriyeti’ni kutsamış, hem ulusal hem de uluslararası sosyal, kültürel, dini ve siyasi arenada kendi içine kapalı ve buyurgan bir ideoloji ile başkasını öteki görse de aslında içten içe kendi ötekileşmiş durumdadır.

İlk olarak bu hareketin halkın özgürlük ve refah odaklı bir isyanı olduğunu belirtmekte fayda var. Tabii bu isyan devlet tarafından da kullanılabilecek verilere sahip. Bu bağlamda İran’da bir iktidar kavgası var. Vefat eden (pragmatik) Rafsancani ve taraftarları ile (muhafazakar) Rehber Hamaney ve destekçileri arasında İslami yönetim konusunda bir usul kavgası var. Halk ise reformistlerle muhafazakârlar arasında sıkışmış durumda. Muhafazakârlar çıkan olaylara karşılar ve Ruhani’nin göstericilere karşı yumuşak davrandığını düşünüyorlar. Ruhani ise Devrim Muhafızlarını ve dolayısıyla Rehberi suçluyor; devlet olarak ekonominin % 60 civarının hükümetin değil Hamaney’in ve/veya Devrim Muhafızlarının elinde olduğunu ve ekonomiyi onların yönettiğini/yönetemediğini belirtiyor. Bu bağlamda hareket aslında muhafazakârlar tarafından desteklenmiş dahi olabilir. Zira böylece Ruhani köşeye sıkışır ve gelecek seçimlerde ona yakın olanlar aday dahi olamayabilirler. Eylemlerin daha da artması durumunda OHAL ilan edilebilir ve bu, muhaliflerin ve reformistlerin susturulması için bir meşruiyet kaynağı olarak kullanılabilir. Dolayısıyla bu pencereden bakıldığında eylemler sadece rejimin işine yarayacak donelere sahip. Halkın sokağa inmesi ise sivil toplum örgütlerinin olmamasının net bir sonucu. Halkın en önemli muhalefet kaynağı TV, uydu ve sosyal medya; tabii kesilmezse. Bu kaynak Arap Baharı hareketlerini de tetikleyen en önemli araç olduğu için başta sosyal medyanın, akademisyenler ve ilgililerce dikkatle takip edilmesi gerekir.

Hareket sonucu ölen kişi sayısı 30’a yaklaştı. Bu bağlamda İran devletinin eylemcilere karşı tavrı oldukça yumuşak denebilir. Çünkü karışıklık, bana göre, rejimin meşruiyet araçlarından birisi. Bu bağlamda İran silahlı kuvvetleri düşünüldüğünde 30 değil 3000 kişinin ölmesi dahi normal karşılanabilirdi. Halk ise bu iktidar mücadelesinden faydalanıp kendi gündemi olan refah ve özgürlük derdinde.

ABD başta olma üzere Batının İran ile olan iletişimsizliği de bu hareketin faktörlerinden birisi. Bu bağlamda Batı’nın, İran’ın önünü açacak ve uluslararası siyaset ve güvenlik arenasında yerini alacak politikalar gerçekleştirebilmesi için, İran’ı ötekileştirici politikalardan vazgeçmesi gerekir. Zira İran’ın uluslararası sistemden izolasyonu ve İran’a ekonomik ambargo uygulanması İran halkının geçim sıkıntısını artırdığı gibi Rejimin de statükosunun devam etmesine (sorumlunun Batı olduğu propagandası ile) sebep olmaktadır. Güvenlik merkezli bir tercihte ise kaybeden yine İran halkı ve kazanan yine Batı ve İran Rejimi olacaktır. Zira İran’a yapılacak dış müdahale hatta bunun tehdidi dahi İran içindeki özgürlük ve demokrasi taraftarlarının susturulmasına bir bahane olabileceği gibi Rejimin hem iç hem de dış politikada daha da radikalleşmesine sebep olabilecektir. Dolayısıyla Batı eğer demokrasi mottosunda samimi ise Batı’nın, İran’ı da ortak payda ve çıkarlarda buluşturacak adımları atması ve İran’ın da bu adımlara olumlu karşılık vermesi gerekmektedir. Bu bağlamda Hamaney eylemlerin başından itibaren sessizliğini korumuş ve en son kısa bir açıklama yapıp “yabancı güçleri” suçlamış olsa ve Türkiye’deki bir kısım medyada da hareketi ABD’nin kışkırttığına dair yorumlar yapılmış ola da günümüzdeki hareket bir tükenmişliğin dışa vurumudur. Eylemler, İran’daki enflasyon, yoksulluk, yolsuzluk, toplumsal ve siyasi kutuplaşmanın bir sonucudur. Özellikle bu süreçleri yaşayan diğer bölge ülkeleri için de aslında bir laboratuvar hükmünde olan İran’da hareketin başlangıcı itibariyle dış destek ve tetikleyici olduğunu sanmak İran halkının sorunlarını yok saymak anlamına gelmektedir. Bu aşamadan sonra ise ABD, İsrail ve Suudi Arabistan bu hareketi kullanabilirler ama şu anda dahi, demeçler dışında, bunun emareleri gözükmemektedir.

18-01/08/screenshot_1.jpg

Sokağa çıkanların özellikleri ve taleplerine bakıldığında bu hareketin halk içerisinde kabul görmüş bir liderinin olmadığını görüyoruz. Oysa 2008 ve 2009 sürecinde Musavi ve Kerrubi vardı; şimdi o da yok. Ayrıca bu hareketin İran’daki sloganları da ortak değil. Kimisi “Ey Şah geri dön ülkene sahip çık” derken kimisi “Ruhani’ye ölüm, Hamaney’e ölüm” diyor, başka bir grup ise “Suriye’den çık, Araplardan uzak dur” diyor. Son olarak hareketin, İran’ın en temel kimlik kaynağı olan Şia’ya bakan yönü de zayıf çünkü hareket ilk olarak rejimin ve muhafazakârların en güçlü olduğu Meşhed şehrinde başlıyor ve dalga dalga yayılıyor.

Herkesin ilk aklına gelen ilk soru ise bu hareketin bir İran Baharına sebep olup olmayacağı; en azından 2009’daki “Yeşil Hareket”in bir devamı olarak mı görülüp görülemeyeceği… Yeşil Hareket cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan şaibeler sebebiyle başlamış ve rejimin reformu isteklerine evrilmiş fakat yönetimin sert tedbirleri ile bastırılmıştı. Bu hareket ise bir İran baharına evrilemez;  en fazla Türkiye’deki Gezi Eylemleri misali bir etkisi olabilir. Çünkü hareket toplumun her kesiminde karşılık bulmadı. İran nüfusunun yüzde 40’ı olduğu tahmin edilen İran Türkleri bu harekete karşı oldukça temkinliler ve olaylara karışmıyorlar. Çünkü devletin baskın gücünün farkındalar, bu olayların sonuçlarını kestirmeye çalışıyorlar ve en önemlisi bunun bir senaryo olabileceğinden şüpheleniyorlar. 1980 Nojeh Darbesindeki gibi İran’daki “güçlü” muhaliflerin susturulmasından korkuyorlar. Dolayısıyla etnik olarak isyan eden gruplar sadece Farsiler ve Lürler. Bunların, Arap, Kürt ve Türklerden ayrı olarak, Şii kimliği ve İran’ın baskın (bir manada anayasal) etnik grubu olmaları rejimle daha kolay hesaplaşmalarını etkileyen faktörler arasında.

Son söz olarak İran’da demokrasi, kendine has yapısı ile Devrimin ilk yıllarında uygulanmaya çalışılmışsa da ilerleyen zamanlarda Rejim kendini aşırı korumacı bir hal almış ve statükonun devamı noktasında otokratik ve paternal bir rejim haline gelmiştir. Sayıca azınlık fakat muktedir olan dini ve bürokratik elitler ise sistemin devamından yana oldukları için demokrasi tandanslı katılımcı politikalara müdahale ederek engellemekte ve Batı da bu müdahalelere, bilinçli ya da bilinçsiz, sessiz kalmaktadır. Doğal olarak kaybeden sadece İran halkıdır. Bu bağlamda Rejim, halk için, halkla beraber yeni açılımları gündeme almazsa halkın kendi gündemi olan daha fazla demokrasi hedefli halk hareketleri, ekonomik sıkıntıların da etkisiyle, İran’ı yeni ve zorlu bir sürece sokacaktır. Buna rağmen İran’da siyasal parti ve sivil toplum kuruluşlarının gelenek ve derinlikten yoksun olmaları ile Rejimin tüm enstrüman ve kurumlarıyla halk üzerinde aşkın bir güce sahip olması nedenleriyle bu ihtimalin zayıf olmasının sebep ve sonuçları cevaplanmayı bekleyen önemli sorunsallardır. Fakat devlet ile bireyin hakları arasındaki dengesizlik durumunda ortaya çıkacak bir çatışmanın, kanundan hızlı ilerleyen teknolojinin de etkisiyle, postmodern bireyin lehine sonuçlanması ise kaçınılmazdır.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir