Görüşler

Öztürk, Bauman, Rorty: Özgürlüğü korumak

Öztürk, Bauman, Rorty: Özgürlüğü korumak

Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün uluslararası bir konferansta iki sene önce sunduğu bir tebliği üzerine yaşanan büyük ‘linç ve saldırı’ furyası Türkiye’deki fikir dünyasının görünmeyen karanlık yüzünü de ortaya koyması açısından çarpıcı oldu. Özgür Eğitim Sen Genel Sekreteri Ali Aydın ‘Hakikati, kendi tanımları içinde dondurmak isteyen hakikat muhafızlarının hayali’nin nasıl fikir dünyasının kabusu haline dönüştüğünü tarihsel verilerle analiz ediyor.

ALİ AYDIN

Öteden beri, gerçekliği biraz karmaşık buldukları için kafalarındaki düzene göre onu terbiye etmek, kontrol altında tutmak, bunu yaparken bilgi, yorum, anlam ve hayat üzerinde kendi tekellerini kurmak için mücadele edenler olmuştur. Buna karşın hayatın akış halinde olduğu, hayat biçimlerinin, bilgi ve yorumlarının tek bir potada eritilmeyeceği, doğru bilgi ve doğru yorum dayatması üzerine bir hakikat rejimi kurulamayacağı anlayışını benimseyenler de olmuştur.

Birinci yaklaşımın cari olduğu ve gücün ele geçirildiği durumlarda gerçekliğin farklı yorum ve yaklaşımlardan arındırılması pahasına kıyıcılık hüküm sürer. En ileri safhada korkunç örnekleri vardır.

Mesela Ortaçağ Avrupa’sında dinsizleri yani hâkim ortodoksinin dışında duranları bekleyen tek bir şey vardı: Yakılmak…
Stalin’in ise Moskova Duruşmaları marifetiyle sadakatlerinden şüpheye düştüklerine reva gördüğü tek bir şey vardı: kurşuna dizmek…

Dikta rejimlerinde ise en tehlikeli tek bir suç unsuru vardı: fikir…

Jean-François Lyotard, otoriter rejimlerin kendi senaryolarını anlatmaya, dinlemeye ve oynamaya vatandaşlarını zorladığını; anlatıcı, dinleyici ve oyuncu olarak onların hayal güçlerine tamamen engel olduğunu belirtir. Bir uygulama hatası, bir dinleme yanlışı, bir anlatı sürçmesinin ise bu tür otoriter rejimlerde yaşayan insanlar için tutsaklık anlamına geleceğini söyler. Öte yandan İdeal “Devlet”inde devlet dinine inanmayanları, zararsız kişiler olsalar bile; örnek teşkil etmelerinden ötürü tehlikeli gören Platon, onları bilgiye dönüşecekleri bir ıslah ve pişmanlık evine mahkûm eder.

Türkiye’nin yakın tarihi hem Lyotard’a hem Platon’a göndermelerle dolu. Tek tek örnekleri sıralamanın lüzumu yok. Toplumsal hafızamızda hepsi kayıt altında. Ne var ki örnekler bitmiyor! Ülke olarak tam bir eşiği aştığımızı, bir fasıladan başka bir fasılaya geçtiğimizi düşünürken yaşanmışlıktan ders çıkarmamış bir olay ya da durum hafızamızı yok sayarcasına biriktirdiğimiz tecrübeyi de havaya savurarak yanıbaşımızda beliriveriyor.

OLAY İÇERİĞİ AŞMIŞTIR ŞİMDİ SÖYLENMESİ GEREKNİ SÖYLEMELİYİZ

Prof. Dr. Mustafa Öztürk iki yıl önce akademik bir toplantıda dile getirdiği bir görüş nedeniyle tekfirden tehdide varan çeşitli dozda saldırıların hedefi oldu. İş o noktaya vardı ki Mustafa Öztürk’ün ne dediği ne demediği üzerinden bu tartışmayı yürütmek karşı karşıya olduğumuz durumun vahametini hafifletecektir.

Böyle zamanlarda temel prensip üzerinde ısrar etmek bundan sonrası için daha yaralı olur. Hatta yararlılığın da ötesinde... Mustafa Öztürk’ün görüşlerini paylaşmasalar bile ilkesel olarak söz hakkına, yorumun özgürce ifade edilebilirliğine zerrece inanan herkes için bu ısrar bir görevdir. Bu olayda göstermiştir ki yaşadıklarımızı bundan sonra tekrar yaşamamız olası. Onun için burada bıkmadan usanmadan ısrarcı olacağımız temel prensip, özgürlük olmalıdır.

Kaldı ki Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün maruz bırakıldığı durumda, Lyotard’ın bahsettiği rejim senaristleri ya da Platon’un Devlet’i adına iş görenler de yok. Esasında kendileri de söz söyleme alanın sınırlarını belirleyecek güçten ve kudretten yoksun olan kişi ve oluşumlar var. Dolayısıyla belki de müstakbel bir gelecekte benzer bir operasyonun nesneleri olacak kişilerin Öztürk’e hucum ederkenki gayretkeşlikleri bu açıdan bakıldığında trajiktir. Söz söyleme alanının sınırlarına dair etki gücü olanların da sadece kendi seslerine ses verenlere alan açarak diğerlerinin sesisini kısma girişimlerinin bir ilkeden yoksun olduğu aşikârdır. Bu açıdan bakınca kendilerini başkası için susuturucu kılmanın heyecanını yaşayanlar aslında ne yaptıklarını ve bu yaptıklarının kendilerini bile yarın nasıl söz söyleyemez duruma getiribileceğini idrark etmiyorlar.

HAKİKATİN MUHAFIZLARI HAKİKATİN YAŞAM ALANINI YOK EDERKEN

Hakikati, kendi tanımları içinde dondurmak tüm hakikat muhafızlarının hayali. Buna bir de aktüel olarak deneyimlediğimiz kamusal tartışma alanının daralması eklendiğinde fikirlere can suyu olacak nefesden mahrum kalmak üzere olduğumuz görülecektir. Hakikati kendi tekellerinde görüp, “Susturun! Konuşturmayın!” naraları atanlar bilmeliler ki bu tavır ve tutumları ile kendilerini de oksijensizliğe mahkum etmiş oluyorlar.

Fikirlerin gürül gürül aktığı bir ülke değiliz. “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan çıkar”, çıkar da ne mümkün! Böyle bir şeyin vuku bulmaması adına herkes seferber olursa bu nasıl olacak? Eğer bu olmayacaksa yaşayacağımız çölleşmenin maliyeti hakkında bir fikri olan var mı? Sadece bugünümüze değil yarınlarımıza ipotek koyan bu anlayış neye yol verir bu ülkede, hiç düşündük mü?
Zygmunt Bauman, ‘Sosyolojik Düşünmek’ isimli ufuk açıcı eserinde Sosyolojiyi tam da yukarıda aktarmaya çalıştığımız gerilimin içine yerleştirerek der ki:

“Sosyolojik düşünmek en azından herhangi bir yorumun ayrıcalığına ve kusursuzluğuna duyulan güveni zayıflatır. Deneyimlerin, hayat biçimlerinin çoğulluğunu öne çıkarır; her birinin kendi başına bir kendilik, kendine özgü bir mantığı olan dünya olduğunu gösterirken, aynı zamanda görünüşte kendine yettiği ve eksiği olmadığı yalanını gözler önüne serer.”

Sosyolojik düşünmek üzerine tanımlarını sıralamaya devam eder Bauman:

“Sosyolojinin insan hayatına ve insanların bir arada yaşamalarına vermek için hazır olduğu büyük hizmet, paylaşılan özgürlüğün vazgeçilmez bir koşulu olarak karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü yükseltmektir. Sosyolojik düşünmek hoşgörüyü besleyen anlayışı ve anlayışı mümkün kılan hoşgörüyü artırmaktan başka bir şey değildir.”

ÖZGÜRLÜĞÜ KORUYALIM, HAKİKAT BAŞININ ÇARESİNE BAKABİLİR

Türkiye’de ya da dünyada herhangi bir yerde, hoşgörüyü besleyen anlayışı ve anlayışı mümkün kılan hoşgörüyü arttırmak böylece hakikatin yaşamasının koşulu olan özgürlük iklimini tesis etmek tüm inanç ve fikirlerin yegane garantisidir. Bunun farkına varmak kendi söz hakkımızın namusunu korumanın da koşuludur. Başkasının söz hakkını tanımayan kendi söz hakkına sahip çıkmamış olur. Ayrıca bu tutum ahlakî açıdan da sorunluludur. Unutulmamalıdır ki ahlak kendimize nasıl davrandığımız ile ilgili değil kendimizin dışındakilere nasıl davrandığımız ile ilgili bir husustur.

Her hakikat iddiası tek doğru olduğu cür’etini yansıtır. İddia makamlarını tekilleştirmek hakikati muhafaza etmek değildir. Tiranların, despotların işidir bu. Hakikat yorumlarının çoğulluğunu teke indirme arzusu seküler totaliter rejimlerin milyonlarca insanın yaşamına mal olan uygulamalarıyla tarihin kara sayfaları arasında yerini aldı. Hakikatin sözcülüğüne soyunanlar şunu bilmemeliler. Hakikat küfür etmez, tekfir etmez, tehdit etmez... Sözlerin hepsini işitip en güzeline uyacak bir ferasetten yoksunluk hakikati korumak değildir. Esasında hakikatin korumaya ya da korunmaya da ihtiyacı yoktur. Richard Rorty’nin deyişiyle “eğer özgürlüğe özen gösterirsek, hakikat ve iyilik kendi başlarının çaresine bakmasını bilirler.”

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir