Görüşler

Prof. Dr. Abdullah Al Ahsan yazdı: Medeniyetler çatışması tezi kasıtlı olarak öne çıkarıldı

Prof. Dr. Abdullah Al Ahsan yazdı: Medeniyetler çatışması tezi kasıtlı olarak öne çıkarıldı

Malezya İslam Üniversitesi’nden Prof. Dr. Abdullah Al Ahsan, medeniyetler çatışması tezinin Sovyetler’in yıkılışı sonrası ABD’nin yeni bir düşmana ihtiyaç duyduğu için ortaya konulduğunu söylüyor.

RÖPORTAJ: DENİZ BARAN

Prof. Dr. Abdullah Al Ahsan, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde Mukayeseli Tarih Bölümü’nde hocalık yapıyor. Doğduğu Pakistan’da yükseköğrenimini tamamladıktan sonra sırasıyla Kanada ve ABD’de akademik kariyerine devam eden Ahsan; Müslüman kimliği, medeniyetler ittifakı/çatışması, kolonyalizm sonrası Müslüman dünya ve Batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin ilişkileri alanlarında yaptığı çalışmalarla öne çıkan bir akademisyen. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Malezya’daki akademi günlerinden bu yana uzanan dostluğu da bilinmekte. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Şehir Üniversitesi’ne Keşmir krizi konulu bir konuşma yapmak üzere gelen Ahsan ile Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’ne yaptığı ziyaret sırasında bir sohbet gerçekleştirdik.

AK PARTİ’YLE BEKLENTİ CANLANDI

 Asya’daki Müslüman halkların gündemini yakından takip eden birisiniz. Onların Türkiye’ye yaklaşımı nedir?

Öncelikle Müslümanları coğrafi olarak ayrı tanımlamak taraftarı değilim, ortak bir Müslüman kimliğini baz alan bir yaklaşım sergilerim. Ve dünyanın her yerindeki Müslümanlar, Türkiye’den beklenti sahibi olabilir; Türkiye de onlar için bir rol oynayabilir. Çünkü Türkiye asırlar boyunca ümmetin içerisindeki bir süper güçtü ve Cumhuriyet dönemine kadar da dünya Müslümanları’nın problemleriyle ilgilendi. AK Parti’nin Türkiye’de iktidara gelmesiyle de o eski beklentiler yine canlandı.

Asya’daki toplum ne düşünüyor?

Mesela biz Türkler olarak kimi zaman Orta Doğu’ya dair yaklaşımlarımızın halk nezdinde ters teptiğini görebiliyoruz. Ya da milliyetçiliklerin toplumlarda zemin kazandığını...

Müslüman kimliğine dair çalışmalar yaparken gözlemlediğim en büyük zorluklardan biri zaten milliyetçilikti. Milliyetçi yaklaşımların zemin bulduğu da bir vakıa. Fakat yine de şunu not etmek lazım, Müslüman dünyadaki milliyetçiliği incelerken çoğu akademisyenin kaçırdığı bir nokta var: Avrupa’daki milliyetçilikle buradaki aynı değil. İslam dünyasındaki milliyetçilik esasında emperyal güçlere karşı gelişti. Mesela Namık Kemal’ı okuduğunuzda “şura-ı ümmet” fikrinin de hep var olduğunu görürsünüz.

HABERLER TEK KANALDAN

Darbe girişimi sonrası Batı medyasının tavrına odaklandık. Birçok Müslüman yayın kuruluşunu da kapsayan Asya medyasında nasıl bir yaklaşım sergilendi bilmiyoruz.

Bu çok önemli bir soru çünkü medya hayatımızda çok büyük bir role sahip. Şöyle bir gerçek var ki bir yerden sonra haberlerin hangi ülkede ve basın organında yayımlandığı pek önemli değil çünkü haberler yine Batılı odaklardan üretiliyor. Reuters gibi, BBC gibi... Müslüman dünya ve Asya’daki Müslüman ülkeler de bundan muaf değil. Mesela Malezya basını ciddi şekilde İngiliz medyasının ürettiklerini kullanıyor. Böyle olunca da Batılı odaklar menfi bir yaklaşım sergilediğinde buralara yansıyor.

Keşmir’de bu yazdan beri kızışan çatışmaların kaynağı nedir?

Şu an bir toplumsal patlama var diyebiliriz. Problem şu ki 1947 yılında Pakistan ve Hindistan bağımsızlaştığında İngiltere bir şart koşmuştu: İki ülke de bölgedeki küçük yönetimlerin kendi geleceğini tayin etme hakkına saygı duyacaktı. Ancak Hindistan, Pakistan’a görece daha güçlü bir devletti ve o yönetimleri nüfuzu altına aldı. Halbuki Keşmir’de halkın yüzde 90’ı Müslüman’dı ve Keşmir Pakistan’a yakındı. Uzun zaman önce Keşmir’de referandum yapılması gerektiğine karar verildiği hâlde referandum gerçekleştirilemedi. Şu an Hindistan sadece kendi kontrolü altında seçimlerin gerçekleşmesine izin veriyor ve neticede çatışma dinmiyor.

AŞIRICILIK YANLIŞ TARTIŞILIYOR 

Spesifik olarak bu yaz ne oldu da kızışma had safhaya vardı?

Burhan Wani isimli genç direnişçi öldürüldü. Hindistan’da 700 bin asker var. 6-7 Keşmirli’ye 1 asker düşüyor yani. Bu sayıya polis ve sınır kuvvetlerini de dahil etmiyorum. İşte böyle bir baskı altında Wani, ailesi ve onlar gibiler aşağılandı, baskı altına alındı. Bunun sonucunda Wani radikalleşti ve eline silah aldı, sonra da öldürüldü. Onun ölümü de Keşmirlilerde duygusal bir patlamaya dönüştü ve o günden beri her gün birileri öldürülüyor.

Wani radikal mıydı, değil miydi?

Müslümanlar ve aşırıcılık meselesi böyle yanlış tartışılıyor. Bu sorunun bir önemi yok, evet belki zaten aşırıcı olan ufak gruplar mevcut ama Keşmir’de insanlar -Wani gibi- Hindistan zulmü sebebiyle radikalleşiyor. Kur’ani öğretide insanlık onuru çok önemli ve bu öğretiyi benimsemiş insanların onuru her daim ayaklar altına alınıyor. Keşmirliler yıllar boyu bunu denedi ve karşılık görmedikçe hayal kırıklıkları arttı. Bu da insanları otomatikman şiddet içeren yöntemlere yönlendiriyor. Şimdi Wani silah kullandıysa ne olacak? Ben onu kınamam, insanlık onurunu korumak için bir direniş göstermesine saygı duyarım.

KEŞMİR İÇİN TÜRKİYE’YE SİTEM 

Ankara Keşmir’de ne yapabilir?

Bu talihsiz bir nokta. 4-5 yıl önce bir makale yazdım Keşmir’e dair ve SETA’ya sundum. İlgi alanlarında olmadığını söylediler. Daha sonra Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın çıkardığı Perceptions Dergisi’ne bir yazı yolladım. Yollamamın sebebi de arkadaşım Davutoğlu’nun önceki yıllarda yaptığı telkinlerdi. Ancak buna rağmen fazla Pakistan yanlısı olduğu gerekçesiyle reddedildi. Biz tarihçiler bir görüşü öne çıkarma çabası yerine gerçeği öne çıkarmaya çabalamalıyız. Derdim Pakistan yanlısı bir şey yazmak değildi. Argümanlarımı delillendirmiştim. İnsanların Keşmir konusunda bilgilenmeye ihtiyacı var. Türkiye de bunu yapmalı.

Sizin Türkiye ile yakın bir bağınız da var esasında, Ahmet Davutoğlu ile olan dostluğunuz biliniyor.

Davutoğlu ile beraber çalıştık, aynı odayı paylaştık. Bosna meselesi ve Müslüman dünyanın farklı yerlerindeki meseleler o dönem vuku buluyordu ve biz de Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde gençleri “Current Affairs Forum” adında bir forum altında eğitip güncel meselelere dair ilgililerini uyandırmaya çalıştık. Genel olarak kuvvetli bir ilişkimiz varken fikirlerimiz de her zaman aynı değildir. Tartışırız, bazen birbirimize katılmayız. Ancak Türkiye ile olan ilgimin bu kişisel dostlukla bir alakası yok. Ben 90 öncesinde, Davutoğlu ile tanışmadan önce de Türkiye’ye önem veriyordum. Velhasıl Türkiye başarılı olursa mutlu olurum. 

DIŞ POLİTİKADA İNSANİ DEĞER LAZIM

Türkiye’nin güncel dış politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin darbe girişimi sebebiyle ABD’ye ciddi bir öfke duyduğunu ve Rusya ile yakınlaşmasını anlayabiliyorum. Ancak Rusya ile olan ilişkilerini bir tepki üzerine kurmamalı, pragmatik olmalı. Unutulmamalı ki Türkiye, tarihinde Rusya’yla ABD ile yaşadığından çok daha fazla sorun yaşadı. Ayrıca Türkiye’nin dış politikası ani bir değişim geçirdi ve eskiden daha çok insani değerleri baz alan bir politika mevcutken şu an daha menfaat odaklı gibi duruyor. 

Zaruri değil miydi bu değişim?

Ben karar alıcı konumunda değilim tabi ki ancak endişe ettiğim şey insani değerler. Değişim olmamalı demiyorum ama mevcut değişim çok hızlı ve ani oldu. ABD’ye duyulan bir darbe tepkisi ile şekillenmiş bir kayma gibi. Ben sadece belli temel değerlerin her daim hesaba katılması gerektiğini söylüyorum.

11 EYLÜL’DE CİDDİ ŞÜPHELER VAR 

Peki sizce medeniyet çatışması tezi pratikte doğrulanıyor mu?

Bu çok geniş bir soru. Tabi bu tez İslamofobi ile de yakından alakalı. Medeniyetler çatışması tezi Sovyetler’in yıkılışından sonra çıktı. Başta Bernard Lewis olmak üzere bazı oryantalistler daha Sovyetler yıkılır yıkılmaz bunu ileri sürdü. Sonra Hunthington da bu tezi iktisap etti ve kitap yazdı. Dediler ki Amerika’nın birliğini koruması için yeni bir düşmana ihtiyacı var. İslam ve Çin medeniyetleri de karşıt medeniyet olarak ortaya kondu ama kitabı okuduğunuzda yüzde 80’inin Müslümanlar ile alakalı olduğunu görürsünüz. İşte 96 yılında bu kitap yazıldı ve 2001’de İkiz Kuleler’e yapılan terör saldırısı sonrası Müslümanların hedefe konduğu süreç başladı. Bu arada neler olduğuna dair bilgilerimiz yok. 11 Eylül saldırısına dair de ciddi şüpheler var.

Nihayetinde bütün mesele medeniyetler çatışması tezinin desteklenmesine geldi. Müslümanlar dahi bunu kabul etti, Batı’yı külliyen düşman ilan eden söylemi taşıdılar. Hayır, tüm Batı dünyası düşman değildi. Bence bazı odaklar bu karşıtlığı bilerek tetikledi ve şu an o odaklar medyayı da akademiyi de kontrol ediyorlar. Birtakım hareketlerin kasti yapıldığını düşünüyorum. Mesela Türkiye’deki arkadaşlarım, Gezi protestoları henüz başlamadan bazı büyük Batılı medya kuruluşlarının Taksim’de konuşlandığını söyledi. Neydi bu? Bugün medeniyetler çatışması tezi öne çıkıyor gibi duruyor çünkü insanlık onuru, kritik düşünce ve delille hareket etme düsturunu öne çıkarmıyoruz. Bugün aşırıcılığı tartışırken Irak Savaşı’nın gerçek olmayan delillerle yapıldığını hesaba katmazsanız doğru bir tartışma yapamazsınız. Bush, Cheney orada öylece dururken sadece Bin Ladin’den ve “ekstremistlerden” bahsetmek olmaz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir