Görüşler

Prof. Dr. Berdal Aral yazdı: Türkiye-AB ilişkileri ‘inceldiği yerden kopuyor’ mu?

Prof. Dr. Berdal Aral yazdı: Türkiye-AB ilişkileri ‘inceldiği yerden kopuyor’ mu?

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerinin geçici süre dondurulmasına ilişkin tavsiya kararı ne anlama geliyor? İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. Berdal Aral kaleme aldı.

PROF. DR. BERDAL ARAL

Çanların Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri için çaldığı artık iyice ayyuka çıkmış bulunuyor. “Ortak Üye” olduğu 1963 yılından bu yana AB kapısında bekletilen Türkiye’nin kızgın ve yılgın bakışları altında, Avrupa Parlamentosu 24 Kasım 2016 tarihinde büyük bir oy çokluğuyla Türkiye ile 2005 yılında başlatılan müzakerelerin askıya alınmasına karar verdi.  Türkiye ise bu kez “resti görmüş” görünüyor. Avrupa Parlamentosu’nun bu kararının “teknik olarak” AB açısından bir bağlayıcılığı yok. Bu hususta asıl bağlayıcı karar yetkisi AB Bakanlar Konseyi’ne aittir. Ne var ki, hem AB içindeki genel havayı vermesi açısından hem de bu organın her önemli tarihi dönemeçte tedricen Konsey’in “yasama ortağı” olarak tecessüm etmesi nedeniyle, Avrupa Parlamentosu’nun bu kararının, “danışma organı” olmanın ötesinde bir işlevi olmayan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi kararlarından daha önemli sonuçları olabileceğini kabul etmek gerekir. O nedenle, söz gelimi, bu kararın küçümsenmemesi gereken bir kısım “siyasî” sonuçları olacaktır.

AB’nin Türkiye’ye ilişkin kızgınlığı ve hayâl kırıklığı özellikle şu konularda yoğunlaşıyor: Brüksel, Türkiye’nin son birkaç yılda, 1993’te aday ülkelerin üyelik şartlarını ihtiva eden Kopenhag Kriterleri içinde en başta sözü edilen “siyasî” kriterlerin oldukça gerisine düştüğünü ileri sürmektedir. Daha açık ifade etmek gerekirse  AB, gerekli demokrasi standartları, hukuk devleti ilkesi, insan haklarının korunması ve azınlıkların özgül haklarının güvence altına alınması gibi hususlarda Türkiye’nin ilerleme kaydetmek bir yana, olumsuz bir yönelime girdiğini düşünmektedir. Özellikle vurgu yapılan menfî gelişmeler şunlardır: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında binlerce kişinin, kimi zaman güçlü deliller olmaksızın FETÖ terör örgütü mensubu olduğu gerekçesiyle tutuklanması ve/veya kamu kurumlarından atılması; keyfiliklere ve toplu mağduriyetlere kapı aralayan Olağanüstü Hâl ilânı; Kürt sorununu demokratik platformda çözmeyi hedefleyen barış sürecinin rafa kaldırılmış olması; son bir yıldır terör örgütü PKK’ya ve onun sivil ayağı olduğu düşünülen unsurlara karşı hem askerî hem siyasî hem de yargısal olarak “topyekûn savaş” başlatılması. Nitekim AB çevrelerine göre Türkiye’nin teröre karşı savaşı hem orantılı olmaktan çıkmış hem de toplu cezalandırmaya dönüşmüştür. Bu hengâmede birçok HDP’li milletvekilinin ve belediye başkanının tutuklanması;  Türkiye’de “laik” yaşam biçimini benimsemiş çevrelerin Türkiye’de güçlenen İslamî söylem çerçevesinde kendilerini kuşatılmış hissetmeleri de birer faktördür. Açıktır ki bütün bunlar AB açısından bakıldığında Türkiye’nin üyelik müzakere sürecindeki siyasî taahhütleri hususunda “ev ödevini” yapmadığını göstermektedir.

16 FASIL AÇILDI SADECE BİRİ KAPANDI

AB’nin bakış açısıyla görünen “Türkiye” resmi budur. Kuşkusuz bu resim Türkiye gerçekliğinin küçük bir kısmına tekabül etmekte olup bu ülkenin karşı karşıya kaldığı tehdit ve riskleri âdeta görmezlikten gelmektedir. Meseleye Türkiye açısından bakıldığında ise AB’nin mevcut müzakere sürecinde işi yokuşa sürmek için her türden taktik ve stratejiye başvurduğu görülmektedir. Söz gelimi Türkiye, Kıbrıs’ın birleşmesini hedefleyen 2004 tarihli Annan Planı’na destek verdiği halde birçok müzakere dosyası, yani fasıl, bu müzakere sürecinde “Kıbrıs sorunu” bahane edilerek AB tarafından Türkiye ile görüşülmeden rafa kaldırılmış bulunuyor. 2005’ten bu yana on bir yıl geçtiği halde AB ile Türkiye arasında otuz beş fasıldan yalnızca on altısı açılırken, bunlardan sadece birisi (sonuca bağlanarak) kapatılmıştır. Oysa daha önceki genişleme süreçlerinde AB’yi an çok zorlayan İspanya’yla müzakere süreci dokuz yıl sürmüştü. AB üyeleri içinde üye olmadan evvel AB ile Gümrük Birliği’ni hayata geçirmiş olan (1 Ocak 1996’dan bu yana) tek devlet ise Türkiye’dir. Aslında müzakerelerin bu yönde seyredeceğine ilişkin işaretler, bu son sürecin başladığı 2004 tarihinde belirmeye başlamıştır. Nitekim 2004 Aralık ayında gerçekleşen ve AB’nin Türkiye için formüle etmiş olduğu müzakere çerçevesine de yer veren Zirve Toplantısı Sonuç Belgesi’nde açıkça tarım ve serbest dolaşım hakkı başta olmak üzere pek çok alanda üyelik sonrasında da Türkiye’ye yönelik kısıtlamaların ve istisnaların (epeyi bir zaman) devam edeceğinden söz ediyordu.

AB’NİN 15 TEMMUZ SESSİZLİĞİ

Bu müzakere sürecinde AB üyesi devletlerin başkentleri kimi zaman Türkiye’nin “Müslüman” kimliğini kimi zaman da bu ülkenin otoriterleştiği iddiasını şikâyet konusu yapar oldular. İşin aslı Türkiye, AB üyelik kriterlerini hem iktisadî olarak hem de siyasî/hukukî olarak hayata geçirmeye yaklaştıkça AB Türkiye’nin “gözünün üstünde kaşının olduğunu” fark etti.  Daha da ötesi 2013’te Mısır halkının seçtiği Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Sisi liderliğindeki askerî cunta tarafından alaşağı edildiğinde AB’nin bu ülkedeki demokrasi yanlılarından ziyade cuntacılara daha yakın bir duruş sergilemesi Türkiye’de halkın gözünde AB’nin demokrasi ve özgürlükler konusundaki samimiyetsizliğini bir kez daha gösterdi. Nitekim 15 Temmuz 2016’da Türkiye demokrasisini teslim almak isteyen FETÖ’cü darbe girişimi karşısında Avrupa’nın “sessiz” bir duruş sergilemesi, bunun bir başka delili olarak görüldü. Öte yandan Avrupa başkentlerinin ve Avrupa Parlamentosu’nun terör örgütü PKK’ya ve FETÖ’ye mensup bazı kişi ve gruplarına arka çıkıyor görünmesi Türkiye’de tepkiyle karşılandı. Bütün bunların yanı sıra, hem Türkiye’yi hem de Avrupa ülkelerini birinci derecede ilgilendiren “mülteci krizi” de Türkiye’nin gözünde Avrupa Birliği’nin insan hakları eksenli söyleminin “kofluğunu” açıkça ortaya koymuş oldu. Suriye’de 2011 yılında (devlet terörü ve her türden insanlık suçları sonrasında) patlak veren korkunç iç savaştan (ve Irak başta olmak üzere başka bazı coğrafyalardaki savaş, baskı ve kaostan) kaçan sığınmacılara kapılarını açmama ya da çok az sayıda alma hususunda büyük bir “kararlılık” sergileyen AB ülkelerinin “ellerini taşın altına sokmadıkları” halde, bugüne dek topraklarında büyük zorluklarla yalnızca Suriye’den üç milyona yakın sığınmacıyı misafir eden Türkiye’yi bu konuda sık sık sigaya çekme yüzsüzlüğünü göstermesi, Türkiye açısından AB’ye “olumlu” ve “iyimser” yaklaşmayı imkânsız kılmıştır. Daha da ötesi, AB ile ilişkileri Türkiye denli girift olmayan bazı ülkelerin vatandaşlarına AB tarafından vize serbestisi tanındığı halde böyle bir hakkın hâlihazırda “üyelik müzakereleri” yapmakta olan Türkiye’nin vatandaşları için söz konusu edilmemiş olması da bardağı taşıran damlalardan birisi olmuştur. AB’nin müzakerelerin doğal seyri gereği yerine getirmesi gereken bu yükümlülüğü Türkiye ile Mart 2016’da yapmış olduğu Mülteci Anlaşması’nın (mülteci statüsü almaya hak kazanmayan Suriyeli sığınmacıların bulundukları Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye geri kabulüne ilişkin anlaşma) hayata geçirilmesine bağlamış olması da bir pişkinlik ve bencillik örneği olarak not edilmiştir. Üstelik Türkiye’ye mülteci desteği olarak verilmesi gereken altı milyar euro da AB tarafınca henüz bu ülkeye aktarılmamıştır.

1963’TE DEMİRLEYEN GEMİ KALKIYOR

Türkiye toplumunun kahir ekseriyeti bu “maskeli balo”dan ve dahi bu “Türkiye’ye haddini bildirme seansları”ndan iyiden iyiye gına getirmiş bulunuyor. Toplum ile anlamlı bağlar kurmayı büyük ölçüde başaran mevcut iktidarın AB’nin bu sinir bozucu salvoları karşısında “sessiz ve sitemsiz” kalması, doğrusu kamuoyu nezdinde hayâl kırıklığına sebebiyet verecektir. AB ise Türkiye’nin eskiden olduğu gibi “emre amade” ve “Batı-saplantılı” bir ülke olmaktan epey zaman önce çıkmış olduğunu anlamamakta inat ve ısrar etmeye devam ediyor. Oysa açıktır ki ne Türkiye’yi bugün yöneten kadro eski yönetimlere benzemektedir, ne de Türkiye halkı bugün Batı’ya teslimiyeti kader belleyen bir halktır! Hâsılı, AB görmek istemese de Türkiye’de köprülerin altından çok sular geçmiş bulunmaktadır!

Nitekim Türkiye’yi yöneten kadronun AB’ye ve hususiyetle Avrupa Parlamentosu’na yönelik sert çıkışları toplumun genelince destekleniyor. Daha da ötesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinde Türkiye’nin bugün kendisini seçeneksiz hissetmediği açıkça vurgulanıyor. Nitekim Erdoğan birkaç gün önce Türkiye’nin Rusya, Çin ve Orta Asya’daki Türkî Cumhuriyetler tarafından 2001 yılında kurulmuş olan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmak için girişimde bulunabileceğinden söz etti. Soğuk Savaş sonrasında statik bloklaşmanın ortadan kalkmış bulunması ve küreselleşmeyle birlikte devletlerin ve diğer aktörlerin artan seyyaliyeti, “esnek ittifaklar” dönemini başlatmıştır. Bu ittifaklara ya da söz gelimi iktisadî amaçlı örgütlere üyelikler artık asla sorgulanamayacak bir “hayat memat meselesi” olmaktan çıkmış, devletlerin çıkar ve önceliklerine tatminkâr katkılar sağladığı sürece desteklenmeye başlamıştır. Nitekim İngiltere’nin (resmi adı: Birleşik Krallık) AB’den ayrılma sürecine girmesi ya da ABD’de son başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump’ın on iki ülke arasında 2015 yılında imzalanan (henüz onaylanmadı) ve bir serbest ticaret bölgesi oluşturulmasını amaçlayan Transatlantik Ortaklık Anlaşması’ndan ABD’yi çekeceğini ilân etmiş olması buna işaret etmektedir. Konumuza dönersek, açıktır ki AB bugün “kasabada oynanan tek oyun” olmaktan çoktan çıkmış bulunuyor!

Netice itibarıyla Türkiye sahillerine 1963 yılında demirleyen “Avrupa Birliği” (önceleri AET) gemisi nihayet 2016’da içinde yolcu olmaksızın “sessizce” değil ve fakat “büyük bir gürültüyle” kalkıyor. Geri gelir mi, bilinmez! “Boş” geminin ardından ülkemizde matem tutup karalar bağlayanlar elbette var; bu milletin kahir ekseriyeti ise hiçbir şeye değil, sadece ve sadece o geminin ardından ağlayanların “acınacak hâllerine” ağlıyor!

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir