Görüşler

Prof. Dr. Mehmet Merdan Hekimoğlu yazdı: İslam dünyası ve modernizm

Prof. Dr. Mehmet Merdan Hekimoğlu yazdı: İslam dünyası ve modernizm

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mehmet Merdan Hekimoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez ülkelerini ziyaretinde verdiği mesajlardan hareketle İslam dünyası ve modernizm arasındaki ilişkiyi kaleme aldı.

PROF. DR. MEHMET MERDAN HEKİMOĞLU

Uluslararası Barış Enstitüsü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Ofisi’nin Bahreyn’de düzenlediği konferansta katılımcılara hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “aynı kıbleye yönelenlerin zulüm gördüğü bir dönemde hiçbir toplumun sadece kendi geleceğini düşünemeyeceğini” belirtti ve “Artık kuru sözlerle geçiştiremeyeceğimiz bir süreçteyiz. Adeta bir ateş çemberiyle kuşatılan İslam coğrafyası ağır bir imtihandan geçiyor. Harekete geçmeliyiz” dedi. (Karar, 13 Şubat 2017) Birlik ve beraberlik içinde yaşamayı sağlayacak bütünleştirici politikalar izlemeleri hususunda İslam dünyasına çağrıda bulunan Erdoğan, bu bağlamda Suriye’nin kuzeyinde planlanan güvenli bölgelere konutlar yapabileceklerini ve ÖSO’nun burada istihdam edileceğini ifade etti, başta Körfez ülkeleri olmak üzere İslam dünyasının bu girişim için elini taşın altına koyması gerektiğini belirtti.

İran kendi mezhebini yayma ve dikte etmeye dayalı emperyal politikalarından vazgeçmeli, ‘Körfez’ de kendi ülkelerindeki Şiilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almalıdır.

Birlik ve beraberlik mesajlarının yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran’ın bölgede “Pers milliyetçiliği” yaptığına yönelik açıklamalarının ardından Münih Güvenlik Konferansı’nda konuşan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, “Suriye ve Irak’ı Şii yapmayı istemekle” suçladığı İran’a bölgenin istikrarı ve güvenliği için bu tür eylemlerini sonlandırması konusunda çağrıda bulunmasına İran’ın sert tepki vermesi ise İslam Dünyasında tansiyonu yeniden yükseltti. Etnik ve mezhebi temelli ayrılıkların İslam âleminde yaşanan pek çok ihtilaf ve çatışmanın kök kaynağı olduğu dikkate alındığında, Erdoğan tarafından yapılan bu tarihi birlik çağrısının üzerinde önemle durulması gerekiyor. Yayılmacı Siyonizm dâhil bütün emperyalist politikaların, zengin doğal kaynaklar ve hayati jeo-stratejik konumlar üzerinde bulunan İslam coğrafyasında uygulayageldiği konvansiyonel “böl-parçala-yönet” politikasının akamete uğratılabilmesi bakımından İslam devletlerinin kendi aralarında karşılıklı hak eşitliği, saygı, iyi niyet ve işbirliği temelinde daha üst bir akıl geliştirmeleri ve dış güçlerin savaş-sömürü politikalarına bu minvalde cevap vermeleri artık zaruri bir hal almış bulunuyor. Diğer unsurların yanında böyle bir üst aklın her şeyden önce sağlam bir ahlaki temellendirmeden esinlenmesi büyük önem taşıyor. Bu bağlamda, örneğin, şöyle bir ilkesel ahlaki öneri ileri sürebilir: Hangi etnik, itikadi veya mezhebi kimliğe sahip olursa olsun bütün Müslümanların, İslam’ın temel kaynaklarında öngörülen meşruiyet dairesi sınırları içerisinde olmak üzere, kendi nefsi için istediğini diğeri için de istemesi, kendi nefsine uygun görmediğini diğer Müslüman kardeşine de uygun görmemeyi temel bir ahlaki bir kod olarak kabul etmesi ve bunun devletlerin izledikleri politikalara güçlü bir şekilde yansıtılması. Bu durumda İslam dünyasının kendi içerisinde yer alan pek çok sorun, ihtilaf konusu olmaktan re’sen çıkacaktır.

  Somut sorun üzerinden ifade etmek gerekirse, yani bir yandan İran’ın başka ülkelere kendi mezhebini yayma ve dikte etmeye dayalı emperyal politikalarından vazgeçmesi, öte yandan Körfez ülkelerinin kendi ülkelerinde yaşayan Şiilere yönelik baskı ve asimilasyon politikalarını terk ederek onların temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almaları gerekiyor. Kuşkusuz ki Müslümanların kendi içerisinde mevcut bulunan etnik/itikadi aidiyetler ve farklılıkların; tarihi, felsefi, coğrafi, geleneksel ve kültürel pek çok nedeni olabilir. Ancak önemli olan sivil ve siyasi toplum alanında bütün bu farklılıkları çatışma nesnesi olmaktan çıkarıp tüm içerik zenginlikleriyle birlikte barış ve refah toplumu içerisinde birlikte yaşayabilmelerini sağlayacak çağdaş ilke, kurum ve kurallar rejimini; ahlaki, hukuki ve siyasi düzlemlerde oluşturabilmeyi başarmaktır. Bu minval üzere, Akif’in veciz dizelerinde vücut bulan, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” ameliyesi artık mümkün hale geleceğinden, Müslümanların modernleşmenin reel sosyo-ekonomik dinamiklerini ne ölçüde idrak ettikleri de belirleyici bir parametre haline dönüşecektir. Öyle ki günümüzde bir toplum; uzmanlaşma, bireyselleşme, işbölümü, çoğulculuk, yüksek kurumsallaşma düzeyi, farklılıklara saygı, kadın hakları, meslekleşme, ticarileşme, girişimcilik, sanayileşme, orta sınıfın oluşumu, eğitim, kentlileşme ve sermaye birikimi gibi modernleşme aşamalarını kat ettiği ölçüde, farklılıkların bir arada çoğulcu bir anlayışla yaşamasını mümkün kılan özgürlükçü bir demokratik zihni dönüşüm ile buna uygun kurum ve kurallar rejimini ihdas etmeyi başarabilecektir. Tarihsel süreç içerisinde Müslümanların bu dinamiklerin bazılarını geleneksel bir toplum yapısında hayata geçirmede gösterdikleri görece başarıları, o dönemin tarihsel koşulları itibarıyla, ileri bir medeniyet modeli ortaya koymalarında tayin edici bir etmen olmuştur. Nitekim İslamiyet 12. yüzyıla  kadar özellikle matematik, astronomi, tıp ve geometri gibi deneysel bilimler ile felsefe alanında oldukça ileri bir medeniyeti ortaya çıkarmayı başarmıştır. O halde bazı yerli ve yabancı oryantalistlerin özcü ve tarafgir bir yaklaşımla iddia ettikleri gibi, meselenin merkezinde bizatihi bir din olarak İslam’ın kendisi veya İslam kültürü problematik olarak yer almamakta, aksine Müslümanların içinde bulundukları sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi mevcut bulunmaktadır. Sosyolojinin büyük isimlerinden Max Weber, önyargılı bir yaklaşımla, ekonomik alanda üretimi değil “savaş ganimetini (Kriegsbeute)” esas aldığını ve “Cengâver Dini (Krieger Religion)” olduğunu iddia ettiği İslam’ın içerdiği hükümler itibarıyla kapitalist ekonomik gelişmeye engel bir din olduğunu savlamıştır. Oysa merhum Sabri Ülgener Hoca’nın, “Zihniyet ve Din, İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı” adlı muhteşem eserinde büyük bir yetkinlikle ve ayrıntılı olarak ortaya koyduğu üzere, İslam’da ticaretin gelişmesini ve sermaye birikimini teşvik eden pek çok hüküm mevcut olduğu gibi çeşitli tarihsel dönemlerde bu hükümlerin hayata geçirildiğine dair uygulamalı parlak örnekler de görülmüştür. Eğer soruna ille de saf teolojik bir yaklaşımla açıklama getirilecekse, “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.” (Markos 10:25) hükmü örneğinde de görüleceği üzere, bilinmelidir ki İncil’deki kapitalistleşme sürecine aykırı potansiyel hükümlerin sayısı, İslam’ın temel kaynaklarında yer alanlara kıyasla hiç de daha az sayıda değildir. Bu bağlamda belki reformasyon değil ama teolojinin modern zamanların ruhuna uygun bir şekilde yeniden inşa edilmesi alternatif bir görüş olarak pekâlâ ileri sürülebilir.

Tarihçi J. Arnold Toynbee’nin “Medeniyet Yargılanıyor” başlıklı eserinde de vurguladığı üzere günümüz Batı medeniyeti temelde Suriye ve Helen Medeniyeti olmak üzere farklı medeniyet miraslarından etkilenip onların yerine geçmek suretiyle ortaya çıkmıştır ve diğer medeniyetlerle daimi bir etkileşim içerisinde bulunmaya devam etmektedir. Dolayısıyla ari bir medeniyet tasavvuru muhaldir ve farklı medeniyet paradigmaları üzerinde bütün insanlığın bir şekilde kendi medeniyet modelleri vasıtasıyla etkisinin ve katkısının olduğundan söz etmek, yanlış bir tespit olmayacaktır. Bu noktada Ziya Gökalp’ın milli ögeleri içeren “kültür (hars)” ile “uluslararasılığı” imleyen “medeniyet” kavramları arasında yaptığı ince ayrıma dikkat edilmesinde yarar var. İslam’ın modernist yorumlarıyla bilimde, teknolojide, demokraside, hukuk devletinde, insan haklarında, kültür ve sanatta özgün, otantik ve yetkin eserlerin ortaya konulması diğer kültürel havzalarla olan ilişkilerinde Müslüman toplumların varlıklarına güçlü bir ontolojik anlam gücü katacak ve bu yolla ortaya çıkan müspet sonuçlar İslam’ın bütün zamanlara şamil olmak üzere indirilen evrensel mesajının özüne uygun bir mana taşıyacaktır.

Belki reformasyon değil ama teolojinin modern zamanların ruhuna uygun bir şekilde yeniden inşa edilmesi alternatif bir görüş olarak ileri sürülebilir.

Bununla beraber dinlerin bünyelerindeki teolojik hükümlerin yanında sosyolojik ve tarihsel boyutlarının da mevcut olduğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor. Nitekim içinde bulundukları toplumların tarihsel, kültürel, geleneksel ve sosyo-ekonomik yapı özellikleri dikkate alınmadan dinlerle ilgili sağlıklı, gerçekçi ve kapsayıcı değerlendirmeler yapmak mümkün değildir. Müslümanların 12. yüzyıldan itibaren Batı medeniyeti karşısında önce duraklama sonra da gerileme dönemlerine girmesinin nedenlerini de yine bu özelliklerde yaşanan gelişmelerde aramak gerekiyor. Nitekim 16. yüzyılda gerçekleşen coğrafi keşiflerle dünya ticaret yollarının Akdeniz’den okyanuslara kaymasının İslam dünyasına ve hatta Rönesans’ın beşiği İtalya’ya ne kadar derin bir yıkım getirdiğinin bu bağlamda yeniden hatırlanmasında fayda var. Buna İslam’ı denizlerden, liman kentlerinden ve mümbit ticaret yollarından çorak kıta içlerine süren istilacı, yağmacı ve talancı Haçlı Seferleri ile Müslümanların kent yaşamını onulmaz bir şekilde tahrip eden, yıkıcı Moğol istilalarının ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar da eklenebilir. Velhasıl dini konularla ilgili sorunların bütün bu değişken dinamikleri dikkate alan kümülatif bir bakış açısının çoklu prizmasından bakılarak ele alınması gerekiyor.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir