Görüşler

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Obama’nın idealist devrimciliği başarılı oldu mu?

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Obama’nın idealist devrimciliği başarılı oldu mu?

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. Ramazan Gözen, Obama’nın dış politika karnesini kaleme aldı.

PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN

Barack Hussein Obama, sekiz yıllık başkanlık dönemine yetiştiği şehir olan Chicago’da yaptığı bir konuşma ile başlamıştı, yine bu şehirde yaptığı bir veda konuşması ile son erdirdi. Obama’nın başkanlık performansı ile ilgili olarak daha dönemi bitmeden başlamış olan tartışmalar, önümüzdeki yıllarda da devam edecek çünkü Obama, Amerikan siyasetine olumlu ve olumsuz yanlarıyla derin izler bırakan başkanların arasına girmiştir. Obama konusundaki tartışmalar genelde iç veya dış politika alanlarına veya somut konulara yoğunlaşarak yapılmaktadır. Ekonomiden sağlık reformuna, terörle mücadeleden küresel çevre sorunlarına kadar pek çok alandaki değerlendirmeler kadar, genel anlamda yahut belli bölgelere yönelik dış politikasının ne kadar başarılı olduğu konusunda zıt perspektiflerden de makaleler yayınlanmaktadır.

‘TERÖRLE SAVAŞ’ RETORİĞİ

Görüşüme göre, Obama’nın sekiz yıllık karnesinde yüksek/pekiyi notları olduğu kadar düşük/zayıf notlar vardır. Obama’nın pekiyi notu, Amerikan dış politikasının genel paradigması ya da felsefesi kapsamında ortaya koyduğu performans olup bu performansı “idealist devrimcilik” şeklinde kavramsallaştırmak mümkündür. Başkan Obama, kendisinden önceki Amerikan dış politika geleneği ve özellikle son on yıllardaki başkanların dış politikaları ile karşılaştırıldığında tarihi bir kırılma üretmiştir. Bu kırılmayı görmek ve anlamak için Amerikan dış politikasının genel reelpolitikçi paradigmasını ve uygulamalarını göz önünde bulundurmak gerekir. Obama, başkanlık mottosu olan “değişim” ideali ve iddiasını bir yandan genel dış politika konularında diğer yandan özellikle Orta Doğu politikalarında gerçekleştirmeyi başarmıştır. Başlattığı bu değişimi tamamlamak konusunda tamamen başarılı olamasa bile dünyada ve Orta Doğu’da yeni bir dönem başlatmıştır.

Obama’nın idealist devrimciliğinin öncelikli ve makro boyutu, Başkan Bush ve Neoconların (yeni muhafazakarların) başlatmış olduğu Amerikan emperyalizmi projesini sona erdirmek ya da en azından bu projeyi terbiye ya da ıslah etmek olmuştur. Obama, selefinden tüm dünyayı “ya benimlesin ya da bana karşı” diyerek karşısına aldığı ve bunun üzerine İslam dünyasını askeri işgaller ile kan gölüne çevirdiği bir mirası devralmış ve bu kanlı ve kirli mirası değiştirmek amacıyla çok taraflı, müzakereci, savaş ve militarizme karşı bir dış politika izlemiştir. Obama yönetimi, nükleersiz bir dünya kurulmasından Bush ve Neoconların “terörle savaş” retoriğiyle yaptığı askeri işgallerin ve militarizmin sona erdirilmesine, uluslararası sorunların çözümünde Birleşmiş Milletler ilkelerine saygıdan Avrupa, Rusya, Çin ve diğer güçlerle diyalog ve müzakereye kadar birçok alanda barış yanlısı bir misyona sahip olmuştur.

TEL AVİV’E FİLİSTİN BASKISI

Obama dış politikasının en çarpıcı boyutu, genelde İslam ülkelerine ama özellikle Orta Doğu’ya dönük ortaya koyduğu idealist devrimciliktir. Obama’nın Orta Doğu politikası; yüz yıl önce Avrupalı emperyalistlerin mandacı yönetimlerle oluşturdukları otoriter/totaliter “devletler sistemi”, yetmiş yılı aşkın süredir devam eden “Batı destekli İsrail saldırganlığı” ve yaklaşık kırk yıllık “İran problemi” üzerine oluşmuş bir bölge düzenini/düzensizliğini değiştirmek amacıyla önceki Amerikan yönetimleri ve liderinin dile getirmeye bile tereddüt ettiği dört büyük adım attı. Birincisi, Orta Doğu devlet sistemini barışçı bir şekilde dönüştürmek amacıyla özünde demokratikleşme ve sivil dönüşüm içeren Arap Baharı’nın fitilini ateşledi ve demokrasinin bu bölgede ilk defa neşv-ü nema bulmasının önünü açtı. İkincisi, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması amacıyla hem Netanyahu’ya hem de bölgedeki krallıklara baskı yaptı, ciddi girişimlerde bulundu. Üçüncüsü, P5+1 üyeleri kapsamında yapılan çok taraflı bir anlaşma ile İran’ın nükleer programı sorununa bir çözüm bulunmasında öncü rol oynadı. Bunu yaparak Yahudi lobisinin en büyük kazanç ve suiistimal kaynağı olan İran sorununu gündemden çıkarmaya ve bu ülkeyi kapitalist sisteme entegre etmeye çalıştı. Nihayet, Bush ve Neoconların maskotu olan Usame Bin Ladin’i öldürüp terörle savaş stratejisini bitirirken başkanlığının ilk yurtdışı ziyaretlerini yaptığı Kahire ve Ankara konuşmalarında belirttiği gibi İslam dünyası ve bölge ile askeri işgal ve çatışmaya dayalı ilişkileri bir tarafa bırakıp sivil ve demokratik gündemin öne çıkacağı bir süreç başlattı.

Obama’nın idealist devrimciliği başarılı oldu mu ve daha önemlisi başarılı olma ihtimali var mıydı? Bu soruya verilecek cevaplar, kimin ve hangi siyaset yaklaşımının ve aktörünün verdiğine bağlı olarak büyük oranda değişecektir. İdealistler, devrim sözünü abartılı bir iddia olarak bulsalar da uluslararası sorunların barışçı ve müzakereci reformlar ile çözülebilmesinin mümkün olduğuna inandıkları ve demokrasi, barış, insan hakları, evrensel konsensüs gibi değerleri savundukları için Obama idealizminin makbul ve mükemmel olduğunu düşünebilirler. İdealistler, reel sorunların çözümü konusunda fazla naif ve hatta ütopyacı görünebilirler ama çıplak yanlışlara ve sorunlara karşı mücadele ederken ahlaki ve cesur olmaktan yanadırlar.

YENİ BİR TARİH BAŞLIYOR

Hem idealistler hem de Obama gibi idealistlerin politikalarından, mevcut sorunların ve statükonun değişmesini istemeyen “karşı devrimciler” tarafından hoşlanılmadığı gibi bunlar engellenmeye veya çıkmaza itilmeye çalışılır. Karşı devrimcilerin kim olduğunu merak ediyorsak Obama’nın dört büyük bölge politikasının muarızlarına bakmak yeterli olacaktır: Orta Doğu’da demokratikleşmenin başarılı olmasından, Filistin devletinin kurulmasından, İran tehdidinin yok edilmesinden ve bölgedeki askeri işgallerin sona ermesinden rahatsız olan ülkeler veya kesimler ya da Orta Doğu’da yüz, yetmiş ve kırk yıllık statükonun değişmesini istemeyen bölge ve dünya aktörleri. Bunlar ise kısmen kendi çıkarlarının zarar görmesinden kısmen de idealist devrimlerin Obama’yı daha da güçlendireceğinden endişe eden Amerikalı Neoconlar ve dünyadaki müttefikleri, İsrail/Yahudi lobisi ve bölgenin otoriter/totaliter krallıkları/şeyhlikleri/rejimleridir. Karşı devrimciler, Arap Baharı rüzgârının kendi ülkelerindeki otoriter düzenleri de yıkacağından korktukları için bu rüzgârı Libya, Mısır ve Suriye’de askeri darbecilik ve müdahalecilik ile durdurmaya çalıştılar. İran’la yapılan anlaşmayı boşa çıkarmak için askeri, siyasi ve diplomatik birkarşı ittifak kurdular. Bir Filistin devletinin kurulmasını –hiçbir zaman yapmadıkları gibi- Obama döneminde de gündemlerine almadılar ve bölgede militarizmin ve çatışmanın sürdürülmesi için güçlerini ve piyonlarını sahaya sürdüler.

Burada Türkiye’ye bir paraf açmak gerekiyor: Obama, başkanlığının ilk yurtdışı gezisini yaptığı Ankara’da, 6 Nisan 2009’da, TBMM’deki tarihi konuşmasında Türkiye-ABD model ortaklığını başlattı ve bu teklif hızla ve olumlu bir şekilde uygulanmaya başladı. Model ortaklık, Suriye krizinin iç savaşa dönüştüğü noktaya kadar barışçı, demokratik ve sivil bir süreç olarak gayet iyi gidiyorken özellikle IŞİD ve diğer cihatçı grupların Suriye’ye girerek süreci zehirlemesi sonucunda bitti. Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakının izlediği militarist yöntem ve nihayet Suudi Arabistan ve İsrail’in İran anlaşmasını engellemek için kurdukları ittifak, Obama ile Erdoğan’ın yollarının ayrılmasında ve arasının açılmasında başrol oynayan faktörler olmuştur. Obama ile Erdoğan’ın Orta Doğu’da sivil, siyasi ve demokratik dönüşümü hedefleyen model ortaklık misyonu, ortaklığın uygulama yöntemi veya taktiği konusunda anlaşamamaları nedeniyle bozuldu. Dahası, Obama’nın, Esad’ın düşürülmesi konusunda kararlı olamaması ve Kuzey Suriye’de IŞİD ile mücadele bağlamında PYD/PKK’ye destek vermesi nedeniyle Erdoğan-Obama ve Türkiye-ABD ilişkileri kriz girdi. En nihayetinde, 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan FETÖ sorunu nedeniyle Türkiye’nin Batı, NATO ve ABD ile stratejik ittifakı çözülmeye başladı. Mutlak ortaklık süreci bitti, kategorik çatışma dönemi başladı.Sonuç olarak, Obama dış politikası -özellikle Orta Doğu boyutu- ABD, Orta Doğu ve dünya tarihinin yüz yıllık taşlarını yerinden oynatmış, temellerini sarsmış; ama yerine olumlu ve yeni bir yapı veya düzen inşa edememiştir. Eski/bozuk düzen yıkılmış ama yerine yeni/düzgün işleyen bir düzen kurulamamıştır. Ancak bunun sekiz yıllık süre içinde gerçekleşmesini beklemek de doğru olmayacaktır. Bilhassa ABD iç ve dış politikasının derin dinamikleri, bölgesel ve küresel karşı devrimciler ve uluslararası siyasetin doğası dikkate alındığında Obama’nın kısa süreli çareler üretmesi beklenemezdi. Belki de Obama’nın en büyük başarısızlığı, bu karşı devrimcileri ve engellerini mağlup edecek kadar cesaretli, kararlı ve güçlü olamamasıdır.

Her şeye rağmen Obama sonrası yeni bir tarih başlıyor. Trump’ın başkan seçilmesi, Arap Baharı’nın fiyaskoyla ve kaosla sonuçlanması, İsrail’in istediğinin olması, Obama dış politikasındaki başarısızlığın ürünleri olarak görülebilir ve önümüzdeki dönemin daha kötü olacağını düşündürebilir. Ancak bu konularda kesin hükümler vermek ve Obama dönemi hakkında daha fazla yazabilmek için yeni belgelerin ve bilgilerin ortaya çıkmasını ve özellikle kendisinin anılarını yazmasını beklemek gerekir.

Obama’nın giderayak Küba ile diplomatik ilişkileri başlatması, İsrail’in Filistin toprakları üzerinde yaptığı yerleşim alanlarının illegal olduğunu kabul eden BM Güvenlik Konseyi’nin kritik önemdeki kararını veto etmemesi ve Japonya ile Pearl Harbor diplomasisi yürütmesi gibi hamleleri, ABD dış politika tarihini değiştirecek idealist devriminin küresel ipuçları gibiydi.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir