Görüşler

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Şangay tercihi dünya siyasetini nasıl etkiler?

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Şangay tercihi dünya siyasetini nasıl etkiler?

Türkiye, Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olabilir mi? Olası bir katılımda dünya siyaseti nasıl şekillenir? Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Ramazan Gözen kaleme aldı.

PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kez daha Türkiye’nin AB’ye mahkum olmadığını, onun yerine Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olabileceğini ve bunu Rusya Devlet Başkanı Putin’e de bildirdiğini açıkladı. Liderlerin böylesi keskin ve nispeten de şaşırtıcı açıklamalar yapmasının en azından üç noktada analiz edilmesi gerekir:

Birincisi, bu açıklamanın nedeni nedir?

İkincisi, açıklamanın uygulanma ya da gerçekleşebilme şansı var mıdır?

Üçüncüsü, doğru nedenlere dayanmış ve uygulanmış olsa bile bu politikanın sonuçları ve etkileri neler olabilir?

Tarihin akışını değiştiren şey, liderlerin zamanlarının şartlarını zorlayan ve insanlarını şaşırtan olağandışı hamleleridir. Napolyon’un Prusya’ya saldırısı Fransa’yı değil, Almanya’yı birleştirmiş Almanya’yı doğurmuştur. Woodrow Wilson’un 14 ilkesi ile Avrupa’ya açılması, dolayısıyla, Birinci Dünya Savaşı’nın akıbetini değiştirmesi ve Milletler Cemiyeti’nin öncülüğünü yapması, 20. yüzyıl dünya tarihini değiştirdi. Tabi en az onun kadar etkili olan bir faktör olarak Vladimir Lenin’in Bolşevik Devrimi ve sonrasında Rusya’nın savaştan çekilmiş olmasının, Türkiye dahil pek çok ülkenin akıbetini değiştirdiğine hiç şüphe yok. Buna son bir örnek de İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in meşhur Demir Perde konuşması ile başlayan ve günümüze kadar gelen Avrupa bütünleşmesi sürecidir. Her biri güçlü lider örneği olan bu liderlerin stratejik hamlelerinin 19. ve 20. yüzyılın tarihi akışını köklü bir şekilde değiştirdiği gayet açıktır.

MUHTEMEL POZİSYON DEĞİŞİKLİĞİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye’nin AB’den ayrılıp Şangay İşbirliği Örgütü’ne dönme isteğinin de bu nitelikte bir hamle olduğunu düşünüyor ve bu hamlenin zamanlamasına vurgu yapmak istiyorum. Erdoğan bu açıklamayı küresel, bölgesel ve yerel düzeyde köklü değişikliklerin yaşandığı bir konjonktürde ve Türkiye’nin de karşı karşıya bulunduğu ontolojik/varoluşsal depremlerin etkisi altında yapmıştır. Uluslararası sistemin ve ilişkilerin merkezinin Batı’dan Doğu’ya doğru kaydığı şeklindeki iddiaları on yılı aşkın zamandır duyarız ama bunun ne anlama geldiğini çoğumuz somut olarak düşünmez veya kavramayız. Batı’dan Doğu’ya kayma iddiası; dünya çapında ekonomik, ticari, mali, askeri ve diğer alanlarda Batılı ülkelerin üstünlüğünün sona ermekte olduğu ve bunun yerine Çin, Rusya, Hindistan gibi dev ülkelerin etkili olmaya başladığı şeklinde özetlenebilir. Ancak bunun somut olarak nasıl gerçekleşebileceği pek tahayyül edilmez. İşte Türkiye’nin AB’den ve NATO’dan Şangay İşbirliği Örgütü’ne doğru muhtemel pozisyon değişikliği, bu kaymanın somut bir örneği ya da göstergesi olarak görülebilir. Zira Türkiye’nin genel dünya sistemi içindeki yüz yıllık Batı eksenli konumunun ve politikasının Erdoğan’ın açıkladığı yönde değişmesi, Huntington’un tabiriyle dünya siyasetindeki fay hattının tümden kırılması anlamına gelecektir.

Erdoğan’ın açıklamasının zamanlamasına dair küresel bağlamdaki en önemli nokta ise Trump’ın başkan seçilmesinin doğurduğu depremdir. Trump’ın gerek kampanya dönemindeki söylemleri, gerekse başkanlık dönemindeki politikalarının ne olacağı konusu ciddi bir belirsizlik arz etmekedir. Bu belirsizlik, ABD’nin Batılı kurumlar ve devletlerle ilişkilerinin ne yönde gelişeceği; NATO, AB ve hatta OECD gibi köklü Batı menşeili örgütlerin nasıl şekilleneceği, Orta Doğu gibi kritik bölgelere yönelik nasıl bir politika izleneceği konularını içermektedir. Trump, yarım yüz yılı aşkın bir müddette Batı kurum ve kurallarının sürekliliği ve istikrarı konusunda ciddi riskler yaratabilir, hatta NATO ve AB’nin tamamen etkisiz hale geleceği bir dış politika izleyebilir. ABD başkanlarının genelde izlediği “müttefiklerle çok taraflı angajman politikası” yerine “dost düşman tüm ülkelerle ikili pazarlıklara göre hareket edebilir”, ki bu da tüm Batı’yı paniğe ve kaosa sürükleyebilir. Böylece ortaya çıkacak belirsizlik karşısında Batı dünyasının nasıl bir tepki göstereceği, Trumplı ABD’nin maceracı politikalarına karşı etkili karşılık vererek belirsizliği aşıp aşamayacağı ise bir başka belirsizlik ve karamsarlık noktası olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye, bu şartlar altında ülkeyi ve güvenliğini, niteliği tartışmaya açık olsa da geleceği daha öngörülebilir Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerden oluşan Şangay İşbirliği Örgütü ve bunların ekonomik girişimi olan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) bloğuyla yakınlaştırarak daha rahat hissetmek istiyor olabilir.

RUSYA’NIN VERDİĞİ DESTEK 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu küresel belirsizlik anında Brüksel’den Şangay’a dönme sinyali vermesinin birinci nedeni, Türkiye’nin özellikle Suriye krizi bağlamındaki sorunları ile 15 Temmuz sonrası gelişmeler ve Batı dünyasına karşı duyulan büyük hayal kırıklığıdır. Esad yönetiminin devrilmesi konusunda müttefikleri olan ABD ve Avrupalı devletler, Türkiye’nin beklediği yönde hareket etmemiş hatta Türkiye’yi yarı yolda bırakmış olmalarının yanında, Türkiye’nin çıkarlarına ve güvenliğine aykırı girişimler içinde bulunmaktadırlar. ABD’nin Suriye’de PYD ve PKK’ya destek veriyor olması ve hatta Esad ile diyalog içine girmesi, Erdoğan’ın ve Türkiye’nin büyük tepkisini çekmektedir. Bu tepki, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında zirveye çıkmış, Türkiye-Batı ilişkileri tarihinde görülmemiş düzeyde ve sertlikte kopma noktasına gelişmiştir. Erdoğan ve hükümet, Batılı ülkelerin 15 Temmuz’a karşı tepkisizliğini Türkiye’nin demokrasisine ve güvenliğine karşı tehdit olarak algılamıştır. Buna karşın Rusya’nın çok hızlı şekilde 15 Temmuz’a karşı tutum alması, Erdoğan’a ve hükümete destek vermesi ise Türkiye’nin varlığının güvencesi olarak kabul edilmiştir. İlave olarak, Rusya’nın Türkiye’nin PYD-PKK koridorunu engellemek için yaptığı Cerablus Operasyonuna destek vermiş olması da varlık ve güvenliğe verilen destek olarak görülmektedir.

Erdoğan’ın karar alma dinamiklerinin ve psikolojisinin rasyonelliği kadar, bunun uygulanması ve sonuçları bakımından ne anlama geldiğini de analiz etmek gerekiyor. En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: AB’nin ve genel olarak Batı’nın belirsizliğe girdiği ama buna karşın Şangay İşbirliği Örgütü gibi oluşumların daha belirli ve istikrarlı göründüğü bir dünya, iyi/güvenli bir yöne doğru gitmiyor demektir. Bunun en önemli nedeni, iki örgüt arasında içerikleri ve hedefleri bakımından derin bir uçurum olmasıdır. AB ve benzeri diğer oluşumlar ve süreçler, genel olarak toplumlar nezdinde ve özel olarak Orta Çağ’dan beri gelişen uluslararası sistemde devletlerin çıkar çatışmalarının, savaşların, yoksulluğun, insani ve sivil hak ihlallerinin önlenmesi amacıyla geliştirilmiş değerler ve normlar üzerine inşa olmuştur. Bu örgütlenmeler, insanoğlunun binlerce yıllık barış, güvenlik, refah, huzur ve insani dayanışma gibi ideallerinin ve özlemlerinin karşılanmasını amaçlamaktadır. AB gibi örgütlenmeler bir yandan fikir, proje ve idealleri bakımından uluslararası ilişkilerin birikimini temsil ederken, diğer yandan maalesef kendi sınırları dışındaki ülkelere ve bölgelere dönük beklenen düzeyde performans gösterememişlerdir. AB’nin özellikle Sarkozy’nin Fransası ve Merkel’in Almanyası öncülüğünde Türkiye’nin üyeliğine dönük gösterdiği başarısız ve patolojik performans buna bir örnektir. 2002-2008 yılları arasında bu idealler ve ilkeler etrafında gelişen ve devam etmesi beklenen Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci, bu liderlerin AB felsefesine ters ve dar görüşleri nedeniyle akamete uğradı. Elbette ki bu gelişmede Türkiye’nin kendi payına düşen iç ve dış politika zigzagları da olmuştur. Aslında Türkiye-AB üyelik sürecinin her iki tarafın hataları sonucunda başarısız olduğunu belirtmek, daha adil ve hakkaniyetli bir yorumdur.

AB İLE ARASINDAKİ FARKLAR

Diğer yandan Şangay İşbirliği Örgütü gibi örgütlenmeler, insani değerlere veya ilkelere göre değil, uluslararası ilişkilerin 500 yıllık devletler arası çıkar ve güç mantığı üzerine inşa olmuş tipik oluşumlardır. Bu örgütün temel amacı, öncelikle üye devletlerin kendi aralarındaki sorunları çözmek iken, diğeri bölge dışı (ABD gibi) ve bölge içi (radikal muhalif İslamcılar gibi) tehditlere karşı ortak hareket ederek bölgesel güvenliği sağlamaktır. Dolayısıyla bu örgütün AB gibi insani değerlere öncelik veren bir örgütten temel farkı, egemen devletlerin çıkarlarına öncelik veren bir amacının olması ve üye devletlerin iç politika tercihleri konusunda hiçbir müdahale ve tercihinin olmamasıdır. Üye devletlerde demokratikleşme, insan hakları standartları, hukuk ve adalet düzeni, hatta insanların refahı, ekonomik kalkınmışlığı ve siyasi istikrarı gibi doğrudan insana ve sivil topluma dair konularda ilgisinin ve kaygısının olmadığının altını çizilmesi gerekir.

Sonuç olarak, bu farklılıklar ve Türkiye’nin yüz yıllık tecrübesi dikkate alındığında, Türkiye’nin konumunda meydana gelecek bir değişikliğin uluslararası sistemde tektonik bir deprem, tarihin akışında köklü bir değişiklik ve dünya merkezinin Batı’dan Doğu’ya kaymasında muazzam bir göstergesi olmasının yanında, Türkiye’nin kendi ulusal sistemi bakımından radikal etkiler oluşturacağını söylemek mümkündür.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir