Görüşler

Robin Richardson yazdı: İslamofobinin açtığı yaraların envanteri

Robin Richardson yazdı: İslamofobinin açtığı yaraların envanteri

Irkların eşitliğini savunan ünlü düşünce kuruluşu Runnymede Trust’ın eski yöneticisi ve kuruluşun ses getiren İslamofobi raporunun editörü Robin Richardson, ırkçılıkla ilgili değerlendirmede bulunuyor.

Daha çok ırkçılıkla ilgili konularda çalışmalar yürüten Londra merkezli düşünce kuruluşu Runnymede Vakfı bundan tam yirmi yıl önce “İslamofobi: Hepimiz İçin Tehdit” raporunu yayımlamıştı.

İslamofobi kelimesini icat eden Runnymede değildi ama dünya çapında bilinir hale gelmesini bu rapor sağladı.

Kelime ne o zaman ne de şimdi meseleyi ifade etmeye yeterli bulunmasa da bugün artık Müslüman olmayan kişiler arasında Müslümanlara ve İslami değerlere yönelik şüphe, düşmanlık ve yadsıma sergileyen söylemleri, eylemleri ve yapıları ifade etmek için kullanışlı bir kısaltma olarak kabul görmüş bulunuyor.

İslamofobi yalnızca uluslararası ilişkilerin konusu değil, aynı zamanda Müslüman toplulukların azınlık olarak yaşadıkları Batı ülkelerinin bir iç meselesi.

İslamofobi teriminin ifade ettiği inanç ve davranışların bir kısmı yüzyıllardır mevcut. Diğerleriyse nispeten yeni ve özellikle kayda değer sayıda Müslüman nüfusun Batı ülkelerinde yaşamaya başladığı 1970’li yıllardan itibaren ortaya çıkmış durumda.

Somalili genç şair Warsan Shire 2015’te yazmıştı şu dizeleri:

Bir harita aldım kucağıma

Parmaklarımı gezdirip üstünde

Sordum fısıltıyla

Söyle yaran nerende?

Cevap verdi dünya:

Her yerimde

Her yerimde

Her yerimde

YOK SAYILMA, AYRIMCILIK

Dünyanın her yeri yaralı. Ancak İslamofobinin farklı yerlerde açtığı yaralar arasında büyük benzerlikler olsa da aralarındaki farkları ortaya koymak yine de önem taşıyor.

20 yıl önceki Runnymede raporu Batı ülkelerinde başlıca dört çeşit yara teşhis etmişti:

Milliyetleri, toplumsal kökenleri, cinsiyetleri ve siyasi inançları ne olursa olsun bütün Müslümanları aynı görme yönündeki tutum ve varsayımlar. Bunlar doğal olarak Müslümanları tehdit olarak algılıyor ve Müslüman olmayanlarla herhangi bir değer veya çıkarı paylaşmadıklarını var sayıyorlar.

Yalnızca kişilere veya kurumlara yönelik nefret suçlarını değil kamusal alanlarda yabancılara gösterilen saygısızlık ve dışlayıcılıkları da içeren şiddet.

Gerek iş yerlerinde gerekse terörle mücadele adı altında yürütülen yargı süreçlerinde sergilenen doğrudan veya dolaylı ayrımcılık.

Siyasi karar alma süreçlerinde ve ana akım kültür hayatında yok sayılma.

17-12/30/screenshot_1.jpg

Bu dört çeşit yara arasındaki bağlantıların özellikle altını çiziyordu 1997 raporu. Bunların her biri diğer üçünün hem sebebi hem de sonucuydu.

Peki, hem kısa hem de uzun vadede İslamofobi kimlere fayda sağlar veya kimler bundan fayda umar? Problameni aktörleri kimler, amaçları neler? İslamofobinin etkilediği ve etkilendiği toplumsal süreçler hangileri?

İslamofobiyi besleyip büyüten belli başlı birkaç konu geçtiğimiz yirmi yıl içinde giderek daha görünür hale geldi:

Eşitsizlik kalıpları: Modern batı toplumlarında Müslüman topluluklar aleyhindeki eşitsizlikleri haklı gösterme arzusu var.

Petrol: Batı ülkelerinde Ortadoğu’daki petrol kaynaklarının elde tutulması uğruna Irak, Libya ve Afganistan’daki işgalleri ve buralardaki kötü muamele, işkence ve cinayetleri meşru görme arzusu var.

Filistin-İsrail: Batılı ülkeler özellikle ABD Filistin meselesinde İsrail’e destek veriyor.

Küresel güvensizlik: Devletler bugün ekonomik, mali, kültürel ve ekolojik sınırlarını geçmişteki ölçülerde kontrol edemiyorlar. Bu yüzden ortaya çıkan güvensiz ortam için günah keçisi aramaya yöneliyorlar. Müslümanlar ve diğer azınlıklar kolayca hedef haline geliyor.

Medyanın ticari yaklaşımı: Gazete sahipleri ve editörler gazetelerinin satışı için bazı korkuları tahrik ediyorlar. Okurlarının kimlikleri, statüleri ve değerleriyle ilgili tehdit algılarını onaylıyorlar.

Seçim siyaseti: Siyasi partiler ve siyasetçiler yerel ve genel seçimlerde oylarını artırmak için zaman zaman yabancı düşmanlığı yapmaya, mesela Müslüman kartını oynamaya yöneliyorlar.

Şüphecilik, laiklik ve inançsızlık: Batı ülkelerinde dini inançlara ve kurumlara (bütün dinlere, yalnızca İslam’a değil) yönelik yaygın şüphecilik eğiliminin içine bazen kendi inancının mutlaklığını savunanlara karşı duyulan kıskançlık da karışabiliyor. Aynı zamanda günlük hayatta uygulanan dini kurallara karşı tepki var.

Şüphecilik, sekülarizm ve serbestlik: Batı ülkelerinde dini inançlara, kimliklere, müesseselere (bütün dinler, sadece İslam değil) ve dini kesinlikleri sahiplenenlere karşı belki de çekememezlikle karışık yaygın bir şüphecilik mevcut. Aynı zamanda, gündelik hayatta tavsiye edilen tevazu ve az konuşma gibi geleneksel adetlere karşı da (yine sadece İslamî adetler değil) açık bir karşı koyuş görülüyor. Yine bunun, Batılı tarzı serbestliğin ortadan kaldırılmasına dönük bir yaklaşım olarak değerlendirildiği endişeli bir şüphecilikle karıştığı anlaşılıyor.

Dinî bilgisizlik: Sadece temel olguların göz ardı edilmesi değil, dinî dilin yahut “İlahî Kelâmın” tabiatını ve işlevini anlamada sergilenen büyük bir acziyet var. Yeri gelmişken, bu bilgisizlik sadece şüphecilerin alâmet-i farikası değil, itaatkâr ve mütedeyyin inananlar arasında da oldukça yaygın.

Tarihî miras: Uzun yüzyıllar boyunca İslam ve Batı kültürleri birbirleriyle askerî bir çatışma içerisinde oldular. İlişkiler ve müşterek algılar da haliyle fetihlerden, direnişlerden ve isyanlardan derin bir şekilde etkilendi. Bu çatışmalar pek çok kez “Tanrı bizim tarafımızda” ve düşmanımız da şeytanın ta kendisi gibi düşüncelerle beslenen dinî bir bakış açısıyla değerlendirildi. Fakat dinin bizatihi kendisi nadiren çatışmaların yegane yahut asıl sebebi oldu.

Bu tür yaklaşım fırtınalarının ortasında kalan insanoğlu, savaşma ve kaçma tercihleri arasında “basit” bir seçimde bulunabilmek için bocalayıp duruyor. Bu tür bir basitliğin en cezbedici şekillerinden biri de, Bize Benzeyen İnsanlar (BBİ) ve Onlara Benzeyen İnsanlar (OBİ) olarak ifade edebileceğimiz bir ayrımda bulunulmasıdır. Onlara Benzeyen İnsanlar hakkında yapılan bu “basit” değerlendirmelerden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

Onlara Benzeyen İnsanlar (OBİ);

…her zaman birbirinden hiçbir farkı olmayan, yekpare bir kitledir.

…BBİ’dan her önemli konuda tamamen farklı düşünürler, ortak hiçbir değer ve çıkarları yoktur.

…tehditdir-hatta fizikî bir tehdit. BBİ’ın mevcut durumlarına, tarihine ve kimliğine karşı, diğer bir değişle varoluşlarına karşı açık bir tehdit.

…irrasyonel, şiddet yanlısı ve yıkıcıdırlar ve ortada düşmanlık, hatta eleştiride bulunmak için mantıklı bir sebep olmadığı halde BBİ’a karşı sadece veya büyük ölçüde nefret duygularıyla motive olmuşlardır.

…BBİ’ı haksız yere eleştirmeye meyillidirler ve nadiren dikkate almaya değerler.

Bu muhtelif değerlendirmelerden hem ayrı ayrı hem de birbirleriyle ilişkili bir biçimde çıkan netice, Bize Benzeyen İnsanlar ve Onlara Benzeyen İnsanlar arasında yapıcı bir etkileşim ve işbirliğinin mümkün olmadığı varsayımıdır.

İslamofobinin ve başkalarını şeytanlaştırmanın açtığı yaraların ve verdiği zararların bir son bulmasını arzuluyoruz. Yeni biz “biz” arzuluyoruz.

Fakat bu arzumuz sadece bir ham hayal, naif ve aptalca bir fanteziden mi ibaret? Dünya, her yerde acımasızca yaralıyor ve insanlar kalplerinde derinden hissederek iyi ve kötü arasına, Bize Benzeyen İnsanlar ve Onlara Benzeyen İnsanlar gibi bir ayrım dışında çizgi çekmeyi beceremiyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri’nde başkan olarak Donald Trump seçildi. İddia edildiğine göre, “İngiliz halkının iradesi” Avrupa’ya sırtını dönme yönünde.

Bütün Batı dünyasında aşırı-sağ milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının ve yerelciliğin hortladığı ve yaygın dolaşımda olan gazetelerin bütün bir kısmı tarafından kışkırtıldığı görülüyor. Hâl böyleyken, daha iyi bir dünya için umut beslememizi ve mücadele etmemizi bir fantezi olmaktan çıkartıp mantıklı gösterecek hangi gerekçelere sahibiz?

Her insanın, ümitvar olmak için kendisine göre sebepleri var. Bilhassa böylesine kötü günlerde, bizim gibi ümitvar olanların sayısının fazla olduğunu düşünmeye meyilli oluruz. Haddizatında pek çok dostumuz var.

UMUT HEP VAR

Geçen yılki Brexit referandumundan insanların sadece yüzde 52’si “Ayrılma” yönünde oy kullandı. Onların tamamı da sadece yabancı düşmanlığıyla motive olmuş değildi. Amerika’da oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin sadece yüzde 26’sı Trump için oy verdi.

Nobel edebiyat ödülünü kazanan Wislawa Szymborska’ya göre, insanoğlunun yüzde doksanı empati yapmaya değer bir kitle oluşturuyor.

Soljenitsin’in de dediği gibi, “Kötülük, kalplerimizi tamamen kaplasa bile, iyiliğin yürüyebileceği küçük bir köprübaşı elbet kalacaktır. Pek çok dostumuz ya da muhtemel dostumuz var.”

Başka istatistikler, bize bir kıyas imkânı sunuyor. Sapiens ve Homo Deus kitaplarının yazarı meşhur tarihçi Yuval Noah Harari’nin belirttiğine göre, homo sapienlerin Doğu Afrika’da evrim geçirmeye başlamalarının üzerinden yaklaşık 200 bin yıl geçti, fakat yalnızca 12 bin yıl önce tarım devrimi gerçekleşerek bitkilere ve hayvanlar evcilleştirildi.

Bilim devrimi 400 yıl önce oldu ve Endüstri devriminin üzerinden ise sadece 200 yıl geçti. Şimdi hayatta olanların şahitlik ettiği üzere de, küreselleşme sayesinde insanlar tek bir dünya toplumu içinde yaşamaya başladılar.

Kabul etmek gerekirse, homo sapienler aslında o kadar da zeki, bilge yahut cazip değiller. Muhtemelen kendi soyunu tüketme onuruna erişen ilk tür olacaklar. Yine de daha uzun bir süre buralarda olacağız gibi görünüyor. O yüzden, hayat varsa umut da vardır.

(Robin Richardson’un 9 Kasım’da Leeds Üniversitesi’nde verdiği konferanstan özetlenerek Türkçe’ye çevirilmiştir.)

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir