Görüşler

Rusya-ABD İran denklemi: Savaş kapıda

Rusya-ABD İran denklemi: Savaş kapıda

‘İran ve Demokrasi’ kitabının yazarı  Onur Okyar, ABD ve Rusya’nın İran ile mevcut ilişkileri üzerine değerlendirmede bulunuyor.

Rusya ve İran’ın ikili stratejik ilişkilerinin başlangıcı olarak 2015 yılında P5+1’in İran’la imzaladığı Çok Taraflı Nükleer Antlaşma kabul edilebilir. Her iki taraf da Suriye’nin yedi yıllık iç savaşı sırasında Esed rejimini desteklemiş ve Batı’nın desteklediği “Cenevre sürecinden” bağımsız olarak çatışmaya siyasi bir çözüm bulmak için Türkiye ile birlikte hareket etmişlerdir. Şubat 2018’de ise Rusya, Yemen’e Birleşmiş Milletler (BM) silah ambargosu ihlali ve orada bulunan Husi isyancılara silah temin edilmesi nedeniyle İran’a baskı yapan bir Güvenlik Konseyi kararını veto etmiştir. Nisan’da ise Rusya Enerji Bakanlığı, Rusya-İran ticari ilişkilerinde ABD Doları veya Euro yerine ulusal paraların kullanımının planlandığını açıklamıştır. Bu ve benzeri gelişmeler hem İran’ın hem de Rusya’nın taktiksel bir yakınlaşmanın ötesine geçtiğini ve yeni bir “stratejik ortaklık” safhasına girdiğini göstermesi açısından yeterlidir.

Yakın tarih bize Rusya-İran ilişkilerinin, Rusya-ABD ilişkilerinin bağımlı bir değişkeni olduğunu açıkça göstermektedir. Geçmişte olduğu gibi Rusya, ABD ile yürüttüğü denge siyasetini yürütebilmek için İran’dan faydalanacaktır. Dolayısıyla Rusya-İran ortaklığı Rusya-İran “ittifakı” gibi aşırı iyimser algılara sebep olmamalıdır. Zira kendini bir süper güç olarak algılayan Rusya, stratejik bir ittifakın bölgesel bir güç olan İran ile olmayacağının farkında. Rusya’nın en temel uluslararası ilişkiler ve güvenlik hedefi ise ABD’nin dengelenmesi. Bu hedef için Kremlin, Tahran’ı, başta Washington olmak üzere, Batı güçleriyle olan ilişkilerini dengelemek için bir koz ya da hızlandırıcı olarak kullanmaktadır. İlerleyen cümlelerde görüleceği üzere İran kendini Rusya gücüne teslim ederek aslında kendi yok oluşunu da hazırlama eğiliminde bir resim çizmektedir.

Rusya’nın İran’ı stratejik ortaklığın yanında bir pazarlık kozu olarak da kullanması örnekleri yakın tarihimizde oldukça fazladır. 1995’te Rusya, 2001 yılında faaliyete girmesi planlanan Buşehr Nükleer Santrali’nde 1000 megavatlık reaktörü inşa etmek üzere İran Atom Enerjisi Kurumu ile bir sözleşme imzalamış; fakat Rusya ABD’nin Tahran üzerindeki baskısını dengelemek için santralı 2013’te teslim etmiştir. Rusya’nın S-300 hava savunma sistemlerinin teslimatı ile ilgili olarak da İran’a karşı benzer bir politik motivasyonu vardır. 2007 yılında Rusya, 800 milyon dolarlık bir sözleşme ile hava savunma sistemlerini alan İran’a, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını gerekçe göstererek, sistemleri teslim etmemiştir.  Üstelik İran’a karşı BM yaptırımları, o sırada konvansiyonel savunma silahlarının satışını veya transferini içermemesine rağmen. Hava savunma sistemleri ise satın alındıktan ancak 10 yıl sonra İran’a gönderilmiştir. Son olarak ve belki de en önemlisi, 2010’a kadar Rusya, İran’ın nükleer ve konvansiyonel ekipmanlarının ana tedarikçisi iken, BM Güvenlik Konseyi’nde alınan altı kararın lehinde oy kullanmış ve gerekli ekipmanı teslim etmeyerek Batıya karşı İran’ı bir denge unsuru olarak kullanmıştır.

Bununla beraber Rusya’nın stratejik hamleleri İsrail ve İran gibi iki kutbu dahi bünyesinde eritmeyi başaracak derecede iyidir. Zira İsrail’in F-16 jetinin Suriye güçleri tarafından vurulmasından sonra konunun “soğuması” gerektiğini söyleyen; İran’ın tahrik edici İsrail karşıtı söylemini “iptal etmesini” isteyen; İsrail’e Suriye’deki hava saldırılarını “durdurmasını” isteyen; İsrail savaş uçaklarının Suriye’de bir hava üssüne düzenlediği saldırıda aralarında Devrim Muhafızları Ordusu’na mensup bir albayın da olduğu 7 İranlı asker öldüğünde İran’ın “sakinleşmesi gerektiğini” söyleyen; 2018 içinde Netanyahu’yu İran’la buluşturan; İsrail’i İran’ın muhtemel saldırısına karşı “koruyacağını” deklare eden hep Rusya’dır. Tarihin en reel politik devletlerinden biri olan İsrail de İran gibi varoluşsal bir tehditle yüzleşirken Makyavelci olmakta ve Moskova’nın Tahran’ı etkileyebileceğini ve Washington’un bunu yapamayacağını görmektedir. İsrail’in Washington’daki geniş etkisi ve lobi gücü, Rusya’ya yararlı bir katalizör olarak da hizmet edebilir. Çünkü İsrail vaat edilmiş topraklarında bulunan Suriye ve Torosları ancak Rusya’nın müsaade etmesi halinde elde edebileceğinin farkındadır. Bununla birlikte Yahudilerin Rusya’da çok etkin ve tarihsel bir derinliği olduğu da unutulmamalıdır.

ABD’nin ise İran’ı bir pazarlık kozu olarak kullanması tartışmalıdır. Görünen o ki ABD, İran, Çin ve Rusya’yı ötekileştirici politikalarla uluslararası siyasette başarılı olacağı hatasına düşmüştür; veyahut buna inanmamızı istemektedir. Trump’ın İran nükleer antlaşmasını iptal etmesi İran-İsrail çatışmasının Ortadoğu’yu yeniden tanımlayabilecek bir savaşa doğru ilerlemesine sebep olmaktadır. Bu “bilinçli” tercihin en önemli parametresi ise ABD’nin Ortadoğu ve Asya’daki Rusya hegemonyasını bitirme çabasıdır. ABD elini çabuk tutmalı; zira Ortadoğu’nun vazgeçilmez ülkesi olmadığı gün yüzüne çıkmış durumda. Bu emareye rağmen ABD, İran’la yaptığı anlaşmaların hiçbirine uymamıştır. İran, 11 Eylül’den sonra Afganistan’da ABD ile iş birliği yaparken dahi ABD tarafından “Şer ekseni” olarak adlandırılmıştır. İran bankacılık sistemi hâlâ küresel bankacılık sektörüne bağlı değildir ve bunun nedeni ABD’nin “yasak etmesi” ve bankaları, sigorta şirketlerini ve büyük şirketleri İran’la iş yapmama konusunda “uyarmasıdır”. Paradoksal olarak bu uyarının en önemli sonucu İran’daki radikal, reformist, liberal, batıcı, muhafazakâr vb. tüm toplumsal ve siyasi katmanların ABD’ye karşı birleşmiş olması; uluslararası ilişkilerde ise İran, Rusya ve Çin’i birbirine daha da yaklaştırmasıdır. Ayrıca İran, kendine karşı uluslararası nükleer antlaşmanın tek taraflı olarak sona ermesi sonrasında yeniden yürürlüğe giren yaptırımları kaldırmak için ABD’ye karşı Uluslararası Adalet Divanı’na dava açmıştır. Böylece tarih önünde İran, ABD’ye karşı haksızlığa hukukla cevap veren bir devlet imajı çizmek istemekte ve başarmaktadır.

Bu denklemi çözebilmek için dikkate alınması gereken son bir parametre ise Ortadoğu’nun laneti olan enerji kaynaklarıdır. Her ne kadar günümüzde dijital ekonomi, endüstri 4.0, yapay zekâ, nesnelerin interneti, insansız araçlar gibi teknolojik gelişmelerin insan hayatına adaptasyonu çalışmaları olsa da ABD, Almanya, Japonya gibi en gelişmiş ülkeler dışında bu teknolojilerin hayata geçmesi (son kullanıcıya ulaşması) 2050’lere kadar (?) mümkün değildir. İnsanoğlu halen ve halen petrol ve doğalgaza muhtaç olarak ekonomik ve teknolojik gelişimine devam edecektir. İçten yanmalı motorlar, elektrikli tüm aletler (günümüzde elektrik üretiminin çoğunluğu termal santrallerden elde edilmektedir) yol ve fabrikalar gibi üretimin temel bileşenlerinin kaynağı petrol ve doğalgazdır. Dolayısıyla petrol ve doğalgaz dünya medeniyet ve ekonomisinin taşıyıcısıdır. Bu kaynakları üreten ve ihraç eden üç ülke ise Rusya (doğalgazda lider), Suudi Arabistan (petrolde lider) ve İran’dır (doğalgazda ikinci, petrolde dördüncü). Dolayısıyla bu üç devletten sadece Suudi Arabistan’ın stratejik müttefik olarak ABD tarafından bağlanmış olması ABD’yi besleyen damarların tıkanık olduğunu göstermektedir. Bu hedef doğrultusunda ABD ilk olarak İran’ı dize getirebilirse ardından Rusya kartını açacak ve bu yöndeki İran-Rusya stratejik ittifakına asla müsaade etmeyecektir. Çin ise ekonomik ilişkilerde Afrika’nın hegemon ülkesi, enerji fakiri, nüfusunu bir tehdit olarak gören, tek parti rejimiyle kendini kutsamış bir devlet olarak ABD’nin ambargolarından nasibini almıştır. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki insan hakları ihlalleri gerekçesiyle ABD, BM tarafından Çin’e yaptırım talep etmiştir. Dolayısıyla Çin de ABD’nin ötekileştirmek istediği bir uzak devlettir. Lakin enerji fakiri olması, Batıdan uzaklığı ve iç politikanın dış politikadan daha hayati olması gibi parametreler nedeniyle Çin, Rusya’ya nazaran daha önemsiz bir ötekidir.

Sonuç olarak Rusya İran’ı reel politik çıkarları için kullanmaktadır. İran ise bu kullanıma izin vermekte ve bölgenin hegemon gücüyle ittifak arayışından vazgeçmemektedir. Buna rağmen İran halkının yoksulluk, yolsuzluk ve yalnızlık gündemine Suriye sorununun negatif etkisi İran halkının, tüm baskıya rağmen, Rejime karşı sesini yükseltmesine sebep olmuştur ve olacaktır. İran Rejimi kendini kutsal olarak tanımladığı için bu seslerin kesilmesi amacıyla yapılan hareketler kanlı çatışmalara yol açacak tehlikededir. Dolayısıyla İran Rejimi için uluslararası ilişkilerdeki çıkarlar ancak kamuoyu izin verdiği ölçüde gerçekleştirilmelidir. ABD’nin “bilinçli ötekileştirici” ve oldukça net politikaları ise Rusya ve İran ile artık ikili veya çok taraflı diyalog sürecinin bittiğini ve savaş hazırlığının başladığını göstermektedir. Türkiye ise bu yangında Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz sözünü her daim dikkate almalıdır: Yurtta Sulh Dünyada Sulh. Bu cümlenin anlamı edilgen bir dış politika izlemek değildir. ABD’nin Monroe Doktrinindeki amacı gibi içe kapanmak, ekonomik ve hukuki standartlarda daha da güçlenene kadar etliye sütlüye karışmamak Türkiye için amaç olmalıdır. Bu bağlamda Batı ekseninden ayrılmamalı ve uluslararası ilişkilerde ancak ekonomiye yarar sağlayacaksa müdahaleci olunmalıdır. Savaşsız bir gelecek dileğiyle…

Rusya, İran’ı reel politik çıkarları için kullanıyor. Tahran ise bu kullanıma izin veriyor ve bölgenin hegemon gücüyle ittifak arayışından vazgeçmiyor.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir