Görüşler

Sosyal Darwinizm ve İttihatçıların silahşor basını

Sosyal Darwinizm ve İttihatçıların silahşor basını

Arkeolog Sergen Çirkin, Balkan Savaşları ile ateşlenen ‘Sosyal Darwinizm’ sürecinin İttihat ve Terakki çevrelerinde oluşturduğu zihin dünyasını yazıyor.

Biyolojinin bir konusu olan “doğal seleksiyon” (doğal seçilim), belirli bir türün dış etkenlere karşı diğer türlere göre daha dayanıklı özelliklere sahip olmasını, bu sayede yaşama ve üreme gibi faaliyetler açısından zayıf türlere göre baskın hale gelmelerini ifade eder. Zorlu koşullara adapte olan baskın tür, kazandığı güçlü özellikleri gen yoluyla yeni nesillere aktarır. “Sosyal Darwinzm” söz konusu biyolojik tanımın sosyoloji bilimine uyarlanmış halidir. Taşıdıkları baskın özellikler sayesinde bazı milletlerin veya kabilelerin diğer milletlere veya kabilelere karşı bir adım öne geçmeleri, böylelikle bulundukları coğrafyanın hâkim unsuru haline gelmeleri “Sosyal Darwinizm” tanımı ile açıklanır.

Balkanlar 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında büyük bir arenaya dönüşmüştü. Bölge milletleri arasındaki siyasal egemenlik yarışı, kıyasıya bir “doğal seleksiyon” süreci başlatmış ve böylece Balkan Savaşları patlak vermişti. İttihatçılık işte tam da böyle bir atmosfer içinde doğdu. İttihatçılar bir yandan kurdukları direniş örgütleri ile Rum ve Bulgar çetecilere karşı koyuyor, öte yandan çıkardıkları gazete ve dergilerle bölgedeki Türk ahalide milli bir uyanış sağlamaya çalışıyorlardı. Tepkisel bir gençlik hareketi olarak 1911 yılında doğan Türk Ocağı, tasvir ettiğimiz bu doğal seleksiyon sürecinin bir ürünüdür. 

Balkan Savaşları ile ateşlenen ve Kurtuluş Savaşı ile zirve yapan Sosyal Darwinizm sürecinin oluşturduğu felsefe ile ileride meyvelerini verecek ve “Ulus-Devlet” ülküsüne bağlı genç Cumhuriyet kurulacaktır…

Balkan faciasının milli his üstünde yarattığı büyük sarsıntı, militarist basının şekillenmesinde birinci derece rol oynamıştır. Başlarda bağımsız olan, sonraları Ocak’ın yayın organı haline gelen Türk Yurdu dergisi, sosyal Darwinist fikirler açısından ilginç örnekler sunar. Halide Edip, Türk Yurdu’nun Mayıs 1913 tarihli sayısında, edebi ve tarihi yönden son derece kuvvetli bir yazı ile Balkan yenilgisini anlatır. Halide Edip’in bu yazıda verdiği örnekleri daha iyi açıklayabilmek için antik Roma tarihindeki “Kartaca” savaşlarına kısaca değineceğiz.

Kuzey Afrika’daki Kartaca ve Akdeniz’in öte yakasındaki Roma, birbirinin ezeli düşmanıdır. Kartaca güçlü donanması, hızlı ordusu ve işlek ticaret ağı sayesinde, Akdeniz’de ticaretin hâkimiydi. Roma, bu durumu elbette kabullenemiyordu. İki devlet arasında üç büyük savaş ve sayısız çatışma yaşandı. Kartaca kazandığı zaferleri de uğradığı yenilgileri de kısa sürede unutuyor; Roma hakkında düşünmüyordu. Onların kalbinde yalnızca para, zevk ve rahatça yaşayıp rahatça ölmek fikri vardı. Fakat Roma hiçbir şeyi unutmuyordu. Roma’nın kalbinde zevkten, paradan ve her şeyden ziyade “Roma” yaşıyordu ve de Roma’nın varlığı için Kartaca mutlaka yok edilmeliydi.

Antik Roma meclisinde Cato isminde bir senatör vardı. Bu kişi, bir gün meclise elinde taze bir incir ile girdi ve şöyle söyledi: “Bu güzel inciri yetiştiren toprak, Roma’ya üç gün mesafededir. Ben şu fikirdeyim ki, Kartaca mahvedilmelidir”. Cato artık her ne vesileyle olursa olsun mecliste yaptığı tüm konuşmaları “Ceterum censeo carthaginem delendam esse” diyerek, yani “Ayrıca şu fikirdeyim ki Kartaca mahvedilmelidir.” cümlesiyle bitiriyordu. Bu cümle Roma’yı yaşatan hâkim fikir olmuştu ve bir gün gerçekten de Kartaca mahvedildi.

Bu antik öyküden sonra Halide Edip’in Türk Yurdu’ndaki yazısına geri dönebiliriz. O, Türk Yurdu’nda Balkan Savaşları hakkında şöyle diyor: “Zannetmeyiniz ki yarın sulh etmekle bizim Bulgar’la kavgamız bitmiş olsun. Hayır, bu Roma ve Kartaca kavgası gibidir. Hangi taraf vatanını kalbinde taşır, düşmanına olan kinini evlâttan evlâda verir ve vatanını kuvvetli, şevketli ederse neticede o kazanır. Ben de bugün, vaktiyle Romalı senatörün dediği gibi, size ‘Bulgaristan Türkiye’ye birkaç saatlik mesafededir. Bulgaristan mahvedilmelidir’ diyeceğim ve bunu ölünceye kadar her münasebetle söyleyeceğim: Bulgaristan mahvedilmelidir!”.

Halide Edip, Balkan yenilgisini anlatmaya şu sözlerle devam eder (Anneler için): “Bunu siz yüreğinize senelerin ve ölümün söndüremeyeceği bir ateş gibi üfleyiniz ve memelerinizin sütüyle evlâdınızın damarlarına akıtınız! Bulgaristan mahvedilmelidir! Bu felâketten sonra ilk dersiniz, ilk tarih dersiniz budur. Hanımlar, Bulgaristan mahvedilmelidir! Bunu yaşayınız ki torunlarınız da bunu bugünkü kuvveti ve ebediyeti ile ansın!”.

Türk Yurdu’ndaki bu ifadeler, sosyal Darwinist düşüncenin en etkileyici örneklerindendir. Halide Edip için “yenilgi” asla unutulmaması gereken, millî bilincin çok önemli bir parçasıdır. Savaş meydanında kopan o ilk günkü ateş, nesiller boyu etimizi yakmalı, millî bilinci daima diri tutmalıdır. Halide Edip, bir başka örnekte Osmanlı-Rus savaşlarından bahsederek bu durumu açıklar: “Eğer Rusya’ya ilk defa mağlûp olduktan sonra padişahlar saraylarında zevk ve sefalarında, millet cehalet ve lâkaydîsinde, ulemâ uzun uykusunda ve analar dilsiz ölü hayatlarında devam edeceklerine düşmanın kuvveti kadar bir kuvvet, düşmanın kini, gayreti gibi bir gayret ve kini yeni nesle aşılaya idiler, Rusya acaba ülkemizin yarısını zapt edebilir miydi? Bugün onun küçük oğlu Bulgaristan payitaht kapılarına, Ayasofya’ya takacağı haç elinde gelir miydi?”.

Halide Edip tüm bu tarihi atıflardan sonra artık ders almak vaktidir der ve açık bir uyarıda bulunur. Seslenişi Türk analarınadır: “Bu neslin erkekleri bilmiyorlarsa bilmesinler. Siz kadınlar; çocuklarınıza, yatarken dualarında, uyanınca ilk ninnilerinde, damarlarında kaynayan ilk kanda, başlarında şekillenen ilk fikirde ve kalplerinde çarpan ilk his olarak bu cümleyi veriniz: Bulgaristan mahvedilmelidir!”.

Meşrutiyet öncesinde, İttihatçı kadroların çekirdek ekibinde, farklı etnik unsurlardan gelen kişiler azımsanmayacak sayıdaydı. Bu kişilerin esas amacı İstibdat yönetimine karşı Hürriyet’i yani Meşrutiyet’i ilan etmek ve oluşan özgürlük ortamı sayesinde devleti kurtuluşa erdirmekti. Fakat Meşrutiyet’in ilanı sonrasında ayaklanmalar son bulmamış, bilakis Balkan Savaşları nedeniyle koca bir ülke kaybedilmiş, Türkler yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları birkaç ay içinde terk etmek mecburiyetinde kalmışlardı.

Yukarıda tasvir ettiğimiz siyasi ortam, Balkan Savaşları’nın arifesinde bahsedilen sosyal Dawrinist yapıyı tetiklemiş; Balkan halkları, birbiri karşısında fikri ve fiziki bir yarış içine girmişlerdi. Selanik, Serez, Üsküp ve Manastır gibi Balkan şehirlerinde İttihatçılar tarafından Silah, Süngü, Kasatura, Hançer, Top ve Kurşun adlarında çeşitli gazeteler çıkartılmıştı. Militarist basına ait olan bu örnekleri “İttihatçıların Silahşor Basını” başlığı altında bir araya getirmeye çalıştık.

Silah gazetesi, ilk sayısını 23 Temmuz 1909’da Selanik’te yayınladı. Gazetenin sahibi Mülazım Tahsin Bey ünlü bir İttihatçı subaydı, çıkardığı gazeteden dolayı daha sonraları “Silahçı Tahsin” olarak tanınmıştır. Silahçı Tahsin, Atatürk’ün yakın bir sınıf arkadaşıydı. Gazetenin sloganı: “Mesleği ittihat (birlik), hedefi terakkidir (ilerleme)” cümlesiydi. Silah, yabancı devletlere karşı ağır ve tehditkâr bir dil kullanmıştır.  Tahsin Bey, bir yazısında gazetenin amacını şöyle açıklar: “Ben gazetemde, millet hainlerine, vatan düşmanlarına, Meşrutiyet karşıtlarına, hırsızlara, namussuzlara kurşunlar yağdırıyorum!”.

Silah’ın ilk sayısı, II. Meşrutiyet’in birinci yıldönümüne armağan edilmiştir. Silahçı Tahsin bu ilk sayıda okurlara şu satırlarla seslenir: “Bugün vatanda bayram var. Hürriyet bir yaşına girdi. Davullar çalsın... Osmanlı bayrağı al ve beyaz sinesini açsın, onun ilk arma-i şevketi budur. Millet, vatan şarkısını okuyor. Altı yüz yirmi altı senenin ilk bayramı bu gündür. Buna Osmanlıların büyük hürriyet bayramı deniyor. Gülünüz, oynayınız cennetten tebrikler, tahsinler, neşeler, şetaretler geliyor. Denizden güneşler yükseliyor. Semada handelerden çiçekler, çiçeklerden hilâller, sitareler görülüyor… Ne bir zerre-i zulmet, ne bir elem çekme var… Osmanlı bayramı var. Kucaklaşınız ey Osmanlılar, öpüşünüz ey zavallı kalpler... Geçirdiğiniz otuz iki senelik karanlık gece, istibdâdın zulm-i zulmeti (karanlık eziyeti) işte bugün bir sabah nur doğurdu. Artık ebediyen dünya aydınlıktır nurdan… Millet, vatan ve onlara kurban ordu yaşa… (Silah, 23 Temmuz 1909)

Silah gazetesi farklı sayılarında değişik silah isimlerini konu alarak çıkmıştır. İlk sayının konusu Tevfik Fikret tarafından kaleme alınan “Kılıç” şiiridir. Kılıç, Türklüğe karşı haddini aşanları yenecek olan şanlı silahtır. Gazete dergi formatında tasarlanmış olup kırmızı beyaz zeminli özel bir kapağı vardır. Bu zemin üzerinde büyük bir hilal ve yıldız bulunur. Yıldız içinde “Silah”, hilal içinde “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salah” (Eğer barış istiyorsan savaşa hazır ol) yazısı yer almaktadır.

Süngü gazetesi, 1911’de yayın hayatına girer, mesul müdürü Hamdi Bey’dir. Haftalık siyasi bir gazete olan Süngü’nün yayın yeri Manastır’dır. İlk sayısı 18 Aralık 1911’de çıkartılan Kasatura Gazetesi’nin mesul müdürü ise Rıza Bey’dir. Kasatura, Manastır’daki Beynelmilel Ticaret Matbaası’nda basılmıştır. Kurşun Gazetesi, ilk sayısını 10 Nisan 1911 tarihinde yayınlar, mesul müdürü Selanikli Esad Bey, yayın yeri Manastır’dır. Gazete’nin sloganı: “Hak ve hakikati yazmaktan çekinmez, menfaat-i vatanı hiçbir şeye değişmez Osmanlı gazetesi”dir. Kurşun, 1 Mayıs 1911 tarihli sayısında Edhem Bey’in yayınladığı “Darwinizm” kitabının reklamına yer vermiştir. Reklamda Darwin, Lamarck ve Haeckel gibi kişilerden bahsedilmiş olunması, İttihatçıların bu isimlere aşina olduklarını gösterir. Reklam metni şöyle biter: “Subhi Edhem Bey tarafından neşredilen bu fenni eserin forması da dağıtılmıştır. Kârilerimize (okurlarımıza) tavsiye ederiz. Beher forması 20 paradır, Merci: Manastır Hürriyet Kütüphanesi.” Top Gazetesi, 1911’de yayına başlayan bir diğer örnektir. Üsküp’te çıkan haftalık siyasi gazetenin mesul müdürü Rüstem Bey’dir. Aynı yıl, Selanik yakınlarındaki Serez’de ise Hançer Mecmuası basılmıştır. Mecmuanın mesul müdürü Yusuf Kenan Bey’dir.

Jön Türkler 19. yüzyıl boyunca Osmanlıcı, hatta Adem-i Merkeziyetçi fikirleri savunurken, Balkan Savaşları’na giden süreç onları sıkı birer Türkçü haline getirmişti. Hasta Adam, Balkan halkları arasındaki milliyetçilik rüzgârının önüne geçemiyor ve çareyi kendinin de milliyetçilik yapmasında buluyordu. Balkan Savaşları arifesinde Sosyal Darwinizm tavan yapmış, bölgenin her köşesine yayılan çetecilik faaliyetleri olağan bir hal almıştı. Top, Kurşun, Süngü, Hançer ve Kasatura gibi militarist basın örneklerinin 1911 yılında yayın hayatına girmiş olmaları tesadüfi değildir. Zira Türk Ocağı’nın filli kuruluşu da yine bu tarihe (1911) aittir. 190 Tıbbiyeli genç, devrin aydınlarına protesto niteliğinde bir mektup göndermiş, bu mektupta: “Türk kavmi, bir hayat-ı inkıraz (yok oluş) yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız” diyerek, aydınları kendileri ile birlik olmaya çağırmış ve Türk Ocağı’nın temelini atmışlardı. Balkan Savaşları ile ateşlenen ve Kurtuluş Savaşı ile zirve yapan Sosyal Darwinizm sürecinin oluşturduğu bu felsefe, ileride meyvelerini verecek ve “Ulus-Devlet” ülküsüne bağlı genç Cumhuriyet’i doğuracaktır…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir