Görüşler

Yrd. Doç. Dr. Seven Erdoğan yazdı: ‘Irkçı Avrupa’ korkusuna Macron freni

Yrd. Doç. Dr. Seven Erdoğan yazdı: ‘Irkçı Avrupa’ korkusuna Macron freni

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Seven Erdoğan, Fransa’da Macron’un seçilmesinin AB’ye yansımalarını değerlendiriyor.

YRD. DOÇ. DR. SEVEN ERDOĞAN

AB projesinin ortaya çıkışında, Fransa ve Almanya arasındaki tarihsel düşmanlığı, bu iki başat Avrupa gücü arasında barış ve işbirliği tohumları ekerek ortadan kaldırma düşüncesi oldukça etkili olmuştu. AB’nin kurucu üyelerinden biri olan Fransa, günümüz AB’sinin ortaya çıkış sürecini önemli ölçüde etkileyen üye ülkelerdendir. Dolayısıyla, her ne kadar üye ülkeler arasında eşitliğe dayanan bir bölgesel bütünleşme olsa da ülkelerin AB sistemi içindeki görece güçlerinde önemli farklılıklar bulunmaktadır. İşte tam da bu nedenledir ki bazı AB üyesi ülkelerde gerçekleşen seçimler, bu ülkelerde yaşanan değişimle birlikte, AB sistemini derinden etkileme kapasitesine sahiptir. Fransa’da 7 Mayıs 2017 tarihinde düzenlenen başkanlık seçimi de Fransa’nın geleceği açısından olduğu kadar AB’nin geleceği açısından belirleyici olacaktır. Fransa’daki başkanlık seçimleri, bu yazıda da AB’yi merkeze alan bir yaklaşımla değerlendirilecek, bu seçimlerin AB’nin yakın gelecekteki seyri üzerinde durulacaktır.

Fransız başkanlık seçiminin ikinci turunda, Emmanuel Macron’un Fransız halkının yüzde 62’sinin oyunu alarak beş yıl boyunca Fransa’daki başkanlık makamını devralması beklenen bir sonuçtu. Macron’un seçim sürecindeki en önemli rakibi ise zaten ikinci turda da baş başa kaldığı Marine Le Pen’di. Macron seçim kampanyasında liberal ve AB bütünleşmesini kucaklayan bir duruş sergilerken, seçim kampanyasını aşırı sağ ve ırkçı bir söylem üzerine inşa eden Le Pen’in Fransa başkanı seçilmesi ihtimali Fransa’da olduğu kadar Avrupa’da da çok sayıda insanın kâbusu haline geldi. Hatta ABD’de Trump’un başkan seçilmesinin ardından tüm dünya böyle bir sonuçla karşılaşmaktan endişe duyar hale geldi. Bu yüzden de Macron’un seçim sonunda elde ettiği zafer hem Fransız hem AB hem de dünya kamuoyunda büyük bir rahatlamayı beraberinde getirdi.

Fransa’da başkan adaylarının seçim kampanyalarında AB’ye ilişkin söylemler önemli bir yer tuttu. Dolayısıyla Fransa başkanlık seçimi aynı zamanda farklı ve karşıt AB vizyonlarına dair bir seçim haline de geldi. Fransa başkanlık seçiminin ilk turunda yarışan adaylardan Macron dışındakilerin AB’ye ilişkin olumsuz bir tutum içinde oldukları gözlendi. Macron seçim kampanyası sırasında AB’ye dair en fazla konuşan ve toplantılarında AB bayrağını eksik etmeyen bir aday profili çizdi. Fransız halkının son dönemde yapılan anketlere göre AB’ye ilişkin daha olumlu bir tutum içinde olduğundan hareketle Macron dışındaki adayların seçim kampanyalarında AB karşıtı bir tutum içinde olmaları taktiksel bir hata niteliğindeydi ve hiç şüphesiz ki bu durum başkanlık seçiminin kaderi açısında da belirleyici oldu.

DE GAULLE’Ü HATIRLATIYOR

Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı Macron, seçim sürecinde yalnızca Fransa’da değil, AB’de bir reform gerçekleştirme niyetinde olduğunu defalarca belirtti. Macron’a göre Fransız ekonomisinin işsizlik gibi köklü sorunlarını çözmenin yolu Avro alanının güçlendirilmesinden geçmektedir. Macron’un bu yaklaşımı ülkesinin milli çıkarlarını gerçekleştirmenin yolunu AB’de gören ve Fransa’nın en milliyetçi liderlerinden biri olan De Gaulle’u fazlaca akla getirmektedir. Macron’un başkanlık yarışındaki en büyük rakibi olan Le Pen ise AB’den vazgeçilme vaktinin artık gelmiş olduğuna işaret ederek ulus devletlerin ön planda olduğu yeni bir Avrupa’nın inşa edilmesinden yana olduğunu vurguladı. Le Pen’e göre Fransa, AB’ye devrettiği yetkileri geri almak üzere AB ile bir müzakere sürecine girmeli ve en nihayetinde taraflar arasında varılacak olan uzlaşı halkın onayına sunulmalıydı. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde AB’nin ciddi şekilde yara almasına neden olması ve AB üyeliği konusunda şüphelere sahip olan üye devletleri de benzer şekilde davranmaya itmesi söz konusu olabilirdi. AB’ye dair yıkıcı bir vizyona sahip olan Le Pen, eski Sovyet coğrafyasını kontrol etmek üzere AB ile rekabet halinde olan Rusya tarafından da açıkça desteklendi.

AB üyesi ülkelerde son yıllarda yabancı düşmanlığı ve ırkçılık politikalarını savunan aşırı sağ eğilimler giderek güç kazanarak marjinal olmaktan kurtuldu. Bu ortamda AB üyesi ülkelerdeki diğer aşırı sağcı partilerin de desteğini arkasına alan Le Pen’in Fransa’da liberal bir dünya görüşüne sahip olan Macron tarafından yenilgiye uğratılması ve 2002 seçimleri sonrasında oylarını arttırmasına rağmen kritik olarak kabul edilen yüzde 40 seviyelerine ulaşamaması, Avrupa’da yabancı düşmanı ve ırkçı eğilimlerin gelecek dönemde yükselişe geçmesine bir nebze de olsa engel teşkil ediyor. Çünkü AB üyesi ülkelerdeki siyasi ortam ve eğilimler uzun zamandır birbirini derinden etkilemektedir. Fransa’da Macron’un zaferi, Hollanda ve Avusturya’da aşırı sağ eğilimler karşısında Avrupa taraftarlarınca alınan galibiyetlerin son halkası niteliğindedir.

Bilindiği üzere 2000 sonrasında AB çok sayıda ardıl ve eş zamanlı krizle mücadele etmek zorunda kaldı. Bu krizlerin birçoğu, AB bütünleşmesinin sorgulanmasına ve hatta ortadan kaldırılması senaryolarının ciddi bir şekilde tartışılmasına neden oldu. Zorlu geçen yılların ardından Fransa’da AB bütünleşmesinin derinleşmesini savunan bir adayın başkan olarak seçilmesi bu sürecin daha ileri noktalara taşınmasını isteyen ulusüstücü eğilimler açısından bir müjde niteliğindedir. Macron’un seçimi kazanmasının ardından halka sesleniş konuşmasına AB marşı eşliğinde gelmesi de bundan sonraki süreçte propaganda faaliyetleri sırasında dillendirdiği AB politikasına sıkı bir şekilde sarılacağının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

AB YANLILARI NEFES ALDI

Fransa’da 2004 yılında gerçekleşen ve AB üyesi ülkelerce imzalanan Anayasal Antlaşma’nın rafa kaldırılmasında önemli paya sahip hayır sonuçlu referandumun ardından, Fransız halkının AB’ye dair olumlu söylemlere sahip bir başkan adayını yüksek bir oy oranıyla seçmesi, aynı zamanda Fransız kamuoyunun AB’ye ilişkin mevcut algılarını ortaya koyması açısından da bir sinyal niteliğindedir. Fransız halkının Macron’u seçmesini Avrupa’dan yana bir tercih olarak yorumlayan Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Cleaude Junker’in “Fransa yanlış şeylere çok fazla para harcıyor” şeklindeki açıklaması Fransa’nın AB’nin problemlerinden önce kendi problemlerini halletmesinden yana olduğunu düşündürmektedir. Hollanda Başbakanı Mark Rutte de Juncker’e benzer bir açıklamada bulundu. Bu nedenle de Macron’un gelecek dönemde AB’ye ilişkin vizyonunu gerçekleştirmek üzere çaba sarf ederken siyasetin gerçekleriyle ve bir dirençle yüzleşmesi muhtemeldir. Macron’un oldukça genç ve deneyimsiz bir siyasetçi olması bu direnç karşısındaki en önemli handikabı olarak görülmektedir. Ayrıca Fransa’nın son yıllarda AB içinde derin yara alan liderliğini tamir etme zorunluluğu da Macron açısından hedeflerine ulaşmaya çalışırken büyük bir meydan okuma haline gelecektir.

Fransa’daki başkanlık seçiminin ardından AB bütünleşmesi açısından belirleyici olacak bir seçim de eylül ayında Almanya’da gerçekleşecek olan parlamento seçimleridir. AB’nin kuruluşundan itibaren Fransa ve Almanya arasında Avrupa meselelerine ilişkin uyumun ya da uyumsuzluğun AB sisteminin gelişmesi açısından öneminden hareketle AB’nin reforma uğraşması gerektiğine inanan Macron’un Almanya’da kendisinin bu planına destek olan bir ortakla yola devam edip etmeyeceği de AB’ye dair vizyonunu hayata geçirip geçiremeyeceği noktasında etkili olacaktır. Eylülde uzun süredir devam eden iktidarını koruyup koruyamayacağı belirsiz olan Merkel’in, Macron’un seçilmesinin ardından Avrupa’nın istikrarı için ortaklaşa çalışırız açıklamasında bulunması Fransa ve Almanya’nın gelecekte yeniden ortaklaşa AB’nin dümeninde yer alması açısından anlamlıdır.

Yeni Fransa Cumhurbaşkanı, Haziran 2016’da gerçekleşen referandum ile AB’den ayrılmaya karar veren İngiliz halkının AB ile bundan sonraki süreçteki ilişkilerini kurgulayacağı müzakere sürecinde bu kararın sonuçlarına ağır bir şekilde katlanmasından yanadır. Bu da demek oluyor ki Macron liderliğindeki Fransa, De Gaulle liderliğinde 1960’lı yıllarda İngiltere’nin AB üyesi haline gelmesini iki kere engelleyerek İngiltere açısından üyelik sürecini zorlu hale getirdiği gibi AB’den ayrılma sürecini de zorlu hale getirecek. AB genel olarak geleceğe dair yol haritasını belirlemeye çalıştığı bir dönemden geçmektedir. Avrupa Komisyonu tarafından Mart 2017’de yayınlanan beyaz kitapta AB’nin geleceğine ilişkin geçmiş başarılardan hareketle beş muhtemel yol haritası ortaya kondu. Bu yol haritalarından bazıları özellikle AB üyesi ülkelerin ya hep birlikte ya da isteyenlerle birlikte daha fazlasını yapmalarını öngören iki alternatif, Macron’un AB’ye ilişkin vizyonu ile uyumludur. Buna karşın, Macron’un AB’ye dair planlarını hayata geçirip geçiremeyeceği gelecek dönemde AB içinde, planlarını destekleyen müttefikler bulup bulmamasıyla yakından ilgilidir.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir