Görüşler

Yrd. Doç. Dr. Vehbi Baysan yazdı: Güvenli bölgeler nerede kurulacak nasıl korunacak?

Yrd. Doç. Dr. Vehbi Baysan yazdı: Güvenli bölgeler nerede kurulacak nasıl korunacak?

Trump’ın gündeme getirdiği güvenli bölgeler nerelerde oluşturulacak, kimler için yapılandırılacak ve nasıl korunacak? İbn-i Haldun Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Vehbi Baysan kaleme aldı.

YRD. DOÇ. DR. VEHBİ BAYSAN

İngilizcede halk arasında çokça kullanılan bir deyim vardır “Too little too late!..” Eminim okuyucularımız daha yaratıcı deyimler önereceklerdir ancak benim aklıma ilk gelen ve bu deyimi karşılayan ifadeler “Atı alan Üsküdar’ı geçti” veya “O köprünün altından çok sular aktı”, hatta “Geçti Bor’un pazarı” şeklinde olabilir.

Başkan Trump geçen çarşamba ABC News’e verdiği mülakatta usta gazeteci David Muir’e Suriye’de kesinlikle safe zones – güvenli bölgeler oluşturacaklarını, bunun Avrupa ve komşu ülkelere olan mülteci akınını kesecek önemli bir araç olduğunu söyledi. Zira kendisine göre bu akın tam bir “felaket” idi. Daha önceki açıklamalarında bu kadar çok mültecinin Avrupa’ya girişine izin verilmiş olmasını vahim bir hata olarak betimlemişti. Bölgeyi ve ülkemizi doğrudan ilgilendiren bu ifadede başka hiçbir detay yok. İlk açıklamalarda Rusya bu konuda kendilerine danışılmadığını söyledi. Türkiye de “bu bölgelerin nasıl oluşturulacağını bekleyip göreceğiz”’ derken aslında kendilerine danışılmadığı izlenimi veriyordu. Sonraki beyanlarda Rusya güvenli bölgelere sıcak bakabileceğini söylerken, Suudi Arabistan güvenli bölgeleri açıkça destekleyeceğini ifade etti.

ABD Başkan Yardımcıları, Dışişleri, Savunma Bakanlığı, Pentagon vb. birimlerin bundan haberi var mı, şüphe duymamak elde değil.

Güvenli bölgeler ilk olarak 2012 yılı ve sonrasında Türkiye’nin ısrarlı ve haklı çağrılarıyla gündem oldu ancak tam anlamıyla görmezden gelindi.

Tipik bir Trump fenomeni ile karşı karşıyayız, bir “Trumpination”. Yeni başkanın korkularını, endişelerini, kaygılarının anlamak mümkün ama belli ki kendisi 2011’de Suriye iç savaşının başlangıcı itibarıyla onu izleyen iki yıl içinde ortaya çıkan mülteci akınının ve sorununun ayniyle devam ettiğini düşünüyor.

Oysa o tarihlerden bu yana çok şey değişti. Ülkeden kaçanların sayısı eskiye oranla çok daha az. Resmi rakamlara göre 12 milyon Suriyeli, Arapça tabiriyle ya laciin (ülke dışına çıkmış, mülteci) ya da nazihiin (ülke içinde yerlerinden edilmiş insanlar) konumunda. Mültecilerin durumu uluslararası yardım kuruluşlarınca az çok bilinse de nazihiin konumundaki insanların yaşadığı şartlar hala bilinmiyor, yardımlar ulaştırılamıyor.

Ülkeden çıkanların büyük bir bölümü hâlihazırda komşu ülkelerde kamplarda veya doğrudan toplumun içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Örneğin, Ürdün’ün kuzeydoğusunda Mafrak şehri yakınlarında 70 bin mülteciyi ağırlamak üzere inşa edilmiş olan Za’teri kampı genişleye genişleye yarım milyondan fazla insanı bir arada yaşatmaya çalışıyor. Lübnan kendi nüfusunun yarısına yakın oranda Suriyeliyi zaten kötü giden ekonomik ve siyasi koşullarda ülkesinde barındırmaya çabalıyor. Türkiye bugüne kadar ülkemize Suriye’den gelenlere 15 milyar eurodan fazla para harcadı ancak gelen dış yardım miktarı 700 milyon Euro.

Aslında Başkan Trump seçim konuşmalarında müteaddid defalar Avrupa’nın on binlerce mülteciyi kabul etmesinin ciddi bir hata olduğunu, kendisinin bu hataya düşmeyeceğini, Suriye’de güvenli bölgeler kuracağını ve masrafı da Körfez ülkelerine ödeteceğini söylemişti. Suriye ile Körfez emirliklerini ilintilendirmesi ilginç bir paradigma olarak zihinlerimize yerleşmişti o zamanlar. Körfez ülkelerine danışıp, detaylı hesaplamalar yapılıp her bir emirliğin ne kadar katkıda bulunacağı kararlaştırıldıktan sonra mı böyle bir açıklama yapıldı, ben şahsen pek emin değilim. Ekonomik sorunlarla boğuşan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu açıklama karşısında şaşkınlık yaşamış olduklarını varsaymak abartı olmaz.

Yeni ABD yönetiminin Orta Doğu konusunda nasıl bir yol izleyeceği, atılacak adımların neler olacağı doğal olarak haftalardır merak konusuydu. Doğrudan resmi bir açıklamanın olmayışı insanları satır aralarını okumaya teşvik etti.

Ancak önceki yönetimlerden farklı olarak en iyi komplo teorisyenleri dahi Trump yönetiminin jeo-politik stratejilerini tespit hususunda aciz kaldı.

Zira seçim kampanyaları sırasında “öylesine söylenmiş” ama biraz da aşırıya kaçan söylemler/vaatler Trump’ın ofisteki ilk gününden itibaren teker teker gerçekleşmeye başladı. İlk icraatlardan biri olarak alt gelir gurubundan insanları sağlık hizmetinden faydalandıran, Obama–care denilen sağlık reformunu iptal eden kararnameyi imzalayarak 30 milyondan fazla insanın sağlık sigortasını iptal etti. Sonraki gün iklim eylem planını iptal ettiğini açıklayarak kaya gazı, fosil yakıt ve kömürü kucaklayacak politikalar geliştireceklerini ilan etti. Ardından dünya ticaretinin yüzde kırkını teşkil eden Transatlantik Ticaret Antlaşması’nı iptal ettiğini duyurdu. Meksika sınırına “güvenlik” duvarı inşa edeceğini zaten söylüyordu ancak ortaya çıkacak 17 milyar dolarlık “duvar” masrafını Meksika hükümetinin ödemesini isteyebileceğini daha önceden hiç kimse öngörememişti. Meksika Devlet Başkanı Enrique Peña Nieto’nın bu parayı ödemeyeceklerini söylemesi üzerine “küsen” Trump, öyleyse biz de Meksika’dan gelen mallardan ek yüzde yirmi vergi alarak duvarı finanse edeceğiz diye yanıt verdi.

Bir ülkenin yönetiminin yeni yasalar çıkarmasına, ticaret antlaşmalarını iptal etmesine ve yenilerini yapmasına kimsenin elbette itirazı olamaz. Ancak sorun bu kararların son derece hızlı verilmiş olmasında; üzerinde fazla düşünülmemiş, toplumun farklı kesimlerinin görüşlerinin alınmamış, sonuçları iyi hesaplanmamış olmasında.

Trump, birdenbire nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan yedi ülke vatandaşının ABD’ye girişini engelleyen kararnameyi imzalamasıyla aralarında kanser hastası da olan binlerce insanı mağdur etti. Bu insanlar yüzlerce dolar vize ve uçak parası ödeyip seyahate çıktılar ama geri dönmek zorunda kaldılar. Bu olay nedense 2008 yılında Kaddafi’nin aniden aldığı bir kararla, pasaportunda resmi onaylı Arapça tercümesi olmayanları ülkeye almayacağım deyip günlerce Trablus Havalimanı’na inen yabancıları geri göndermesini hatırlattı. Ben de seyahatime iki gün kala güçlükle tercümeyi istenilen şekilde hazırlatıp gidebilmiştim.

Projenin bir de mali kısmı var... Örneğin, Der’a bölgesine bir güvenli bölge kararı alıp masrafları Ürdün Krallığına mı ödetecekler?

Deneyimli akademisyenler ve uzmanlar Trump dönemini en iyi “uncertainity–belirsizlik” açıklar derken gayet isabetli bir tespitte bulunmuşlar. Belirsizlik hala devam ediyor.

Güvenli bölgeler ilk olarak 2012 yılı ve sonrasında Türkiye’nin ısrarlı ve son derece haklı çağrılarıyla gündeme geldi ve tam anlamıyla “tecahül” edildi, görmezden gelindi.

Bunun iki önemli nedeni var:

Birincisi, 2011 yılında BM Güvenlik Konseyi’nde Libya hakkında “uçuşa yasak” bölge kararı alındığında buna Rusya ve Çin destek vermişti. Bu karar uyarınca Kaddafi uçaklarını uçuramayacak ve halkını bombalamasının önüne geçilmiş olacaktı. Ancak bu kararın henüz mürekkebi kurumadan Fransız uçakları Libya’yı bombalamaya başladı. Kendilerini aldatılmış hisseden Rusya ve Çin, biz bunun için karara imza atmamıştık diye itirazda bulunsalar da pek bir işe yaramadı. O yüzden, Suriye konusunda BM Güvenlik Konseyi’ne getirilen uçuşa yasak bölge konusu hep bu iki ülkenin vetosuyla karşılaştı, adının “güvenli bölge” olarak değiştirilmiş olması fazla etki yapmadı.

İkincisi, Türkiye’nin sınırına dayanmış on binlerce çocuk, yaşlı, kadın ve erkeği asla mağdur etmeyeceğini, sınırları açıp onları “misafir” edeceğini biliyorlardı. Herhangi bir medeni(!) ülke gibi sınırları kapatıp öte tarafta binlerce ölümlü bir insanlık dramı yaşatıp sonra da uluslararası yardım kuruluşlarının müdahil olmasını beklemeyeceğini biliyorlardı. Ülkemize sığınan güç durumdaki bu insanlar için kapıların açılacağını, hatta yapılan masrafların kültürümüzün temel unsuru olan alicenaplık yüzünden Türk yetkililerce dillendirilmeyeceğini biliyorlardı.

Tam da onların bildiği gibi davrandı Türkiye ve tam da bizlerin tahmin ettiği gibi davrandı uluslararası camia – dikkat ettiyseniz bu işler için maaş alan BM Mülteciler Baş Komiserliği de dâhil uluslararası yardım kuruluşları bu süreçte ortalıkta fazla görünmedi.

Asıl belirsizliğini koruyan konu güvenli bölgelerin gerekliliği, nerelerde oluşturulacağı, kimler için yapılandırılacağı, daha da önemlisi kimler tarafından ve nasıl korunacağı.

Uzun süredir büyük çapta bir nüfus hareketliliğinin gözlemlenmediği, ateşkes ilan edilip barış çabalarının yoğunlaştığı bir zaman dilimindeyiz ve herhangi bir şehir/kasaba halkını doğrudan tehdit edip kitlesel göçe yol açacak unsurlar gittikçe azalıyor. Suriye’nin ikinci büyük şehri Halep kuşatma altındayken ve potansiyel olarak şehirden çıkması muhtemel iki milyona yakın insan daimi hava bombardımanı altındayken dahi böyle bir “çözüm” öngörülmemişti.

Bu projenin bir de mali kısmı var. ABD hükümeti masrafları ödemeyi mi, ödetmeyi mi düşünüyor?

Örneğin, Der’a bölgesine bir güvenli alan kararı alıp masrafları Ürdün krallığına mı ödetecekler? İşgal altındaki Golan Tepeleri’nde güvenli bölge oluşturma kararı alırlarsa masrafı İsrail’e mi ödetecekler? Irak sınırına yakın bir alanda güvenlikli bölge oluşturma kararı alınırsa Rakka’yı yıllardır yöneten, Suriye-Irak sınırı geçişlerinden “vergi” alıp karşılığında “Davla İslamiyya” antetli fiş veren DAİŞ, ödeme yapma konusunda istekli davranır mı, karşılığında bir talepleri olur mu?

Doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren asıl soru ise 850 km uzunluğundaki sınırımızın öte yakasında oluşturulacak de facto yapılanma olacaktır. Suriye’nin kuzeyinde yani sınırımıza paralel oluşturulacak güvenlikli bölgeler Türkiye’nin tehdit algısının yeniden şekillenmesine yol açacaktır.

Güvenlikli bölge adı altında ulusal güvenliğimizi doğrudan ve/veya yakın gelecekte tehlikeye atacak her türlü adım Ankara tarafından “temkinli bir iyimserlik” ile karşılanacaktır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir