Günümüz Aleviliği Selçuklu’da başladı

Günümüz Aleviliği Selçuklu’da başladı

Kerbela’nın ardından itikadi bir boyut kazanan Aleviliğin bugünkü kökleri Selçuklu’daki Baba İlyas’ın vefatına dayanır. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde uzak coğrafyalarda İslam’ı yayan Aleviler, Fatih devri sonrası devletle gerilim yaşamıştır.

ŞENOL KALUÇ / YAZI DİZİSİ

Ali taraftarlığı olarak baktığımızda ilk müminler arasında bir kliğin oluştuğunu bize siyer ve hadis kitapları haber vermektedir. Selman, Mikdat, Ammar, Ebu Zer gibi büyük sahabeler ve Haşimilerden oluşan bir çevreyi bugünkü Şia ya da Aleviler gibi düşünmek zor. Ali Şia’sı ilk kez Hz. Osman’ın katli ile başlayan ve Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı mücadelesi ile başlayan fitneler döneminde açıkça ortaya çıkmıştır. İtikadi olmaktan çok siyasi olan bu tutum Kerbela katliamından sonra zamanla itikadi bir boyut kazanmıştır.

Bugünkü Aleviliğin kökleri ise ilk mutasavvıflardan Seyyid Ebü’l Vefa (d.1026-ö.1107) ve Hoca Ahmet Yesevi’ye (d.1093-ö.1156) kadar gider ancak Aleviliğin ilk öncüllerini Selçuklu devrinde yaşayan ‘Babailer’ (Baba İlyas’ın vefatı 1240) olarak görürüz. Daha sonraları Şeyh Safiyüddin Erdebili (ö.1334) ile oğlu Sadrettin’in (ö.1393) rolü de çok önemlidir. Bugün Aleviliğin temel metni sayılabilecek olan ve yanlış olarak İmam Cafer-i Sadık’a atfedilen ‘Buyruk’lar genellikle Şeyh Safiyüddin ve Oğlu Sadrettin arasındaki soru cevaplardan oluşmaktadır.

“Ol İmam Zeynel’e merdan uyarsa,
İmam-ı Bakır’dan içer ayarsa,
İmam Cafer buyruğunu duyarsa,
Anın için Hak yanında baylığım.” 
Pir Sultan Abdal

İlk Osmanlı asırlarında Aleviliğin en büyük kolunu Kızılbaşlar ve Bektaşiler oluştururken, bunların ritüelleri tarafsız bir gözle incelenirse Sünni tarikatlardan çok da farklı olmadığı görülecektir.

ŞAH İSMAİL’İN ‘KARİZMASI’

Aleviler bu dönemde devletle herhangi bir sorun yaşamamış tam tersi yayılması ve gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Alevi pirleri en uzak yerlere kadar giderek gaza etmiş, yol geçmez kervan gitmez yerlere yerleşerek İslam’ı yaymıştır. Aleviler ile devlet arasındaki iyi ilişkiler, devletin merkezileştiği ve merkezileşirken de Ortodoks Sünniliğe kaydığı Fatih devrinden itibaren gerilmeye başlamış ve bu gerilme II. Bayezit döneminde doruğa çıkmıştır. Adalet sisteminin çökmesi, ekonominin bozulması ve ağırlaşan sosyal sorunlar halkın Safevi propagandası ve Şah İsmail’in karizmatik kişiliğinin de etkisi ile Osmanlı’dan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Şartların zorlaması ile yapılan bu siyasal tercihin maliyeti çok ağır olur. Safevi tehdidi ve I. Selim’in “Sünni İslam Dünyası Liderliği” fikri dünden bugüne ulaşan Alevi ve Sünni gerginliğine de zemin hazırlar.

KERBELA BİR UMUT 

Çaldıran’dan sonra Safevi Devleti Şiileşirken, Alevilerle arasındaki fiili ilişki de kopar. Öyle ki ilerleyen asırlarda Alevileri Osmanlı nasıl ‘Rafızî’ olarak tanımlanmışsa İran’da da aynı muameleyle karşılaşacaktır. Aleviler kendilerini bu süreçte giderek Hz. Hüseyin ve Kerbela ile daha fazla özdeşleştirirken; Kerbela’daki şehadete rağmen mana dünyasında elde edilen zafer Aleviler için her daim bir umut olur. Ancak Kerbela kültü hiçbir zaman Şia’da ki şekle bürünmez. Kerbela acısını çok derinden hissetseler de bedene şiddet vb. uygulamalara yönelmezler. Matem orucu ve yası icra edilmiş, Kerbela ve Hz. Hüseyin’i anan güçlü bir mersiye ve anlatı geleneği oluşmuştur.

ÖNLEMDE SAFEVİ ETKİSİ 

Çaldıran sonrası Osmanlı, Alevilerle ilişkisini vergilerini ödeyip, karışıklık çıkmadığı sürece uzaktan takiple sınırlı tutmuş ancak Safevi tehdidinin yeniden hissedildiği dönemlerde çok sert ve şedit önlemler almaktan da geri durmamıştır. Gerginliğe rağmen Osmanlı Alevileri kontrol edebilmek için Bektaşilik üzerinden politikalar geliştirmiştir. Dergâh vasıtasıyla Alevileri kazanma çabaları Dergâh ile Alevileri karşı karşıya getirmiştir. Bu süreçte bazı Alevi ocakları baskıya dayanamayıp Dergâh’a bağlansa da önemli bir kısmı bunu reddetmiştir. II. Abdülhamit de yasaklı olmasına rağmen Bektaşiliği ve Hacı Bektaş Dergah’ını Alevileri devlete bağlayabilmek için kullanmaktan kaçınmamıştır.

“Fırsat elde iken
bir amel kazan
Gül cemalin birgün
solsa gerektir
Zevkine aldanma
tapma dünyaya
Dünya malı burda
kalsa gerektir
Yarın Hakk’ın
divanına varılır
Rûz-i Mahşer günü
sual sorulur
Günahın tartarlar, mizan kurulur
Orda haklı hakkın
alsa gerektir
Genç Abdal’ım
Hakka yanık olana
İtikadı bütün
sadık olana 
Hakikatten
Hakk’a aşık olana
Divanda şefaat olsa gerektir” 

Genç Abdal

ON İKİ İMAM 4-ZEYNELÂBİDÎN  (Ö. 94/712)

İsnâaşeriyye’nin dördüncü ve İsmâiliyye’nin üçüncü imamı kabul edilir. Babası Hz. Hüseyin; annesi son Sâsânî hükümdarı III. Yezdicerd’in kızı Şehrbânû’dur. Resûl-i Ekrem’in ve Hz. Hüseyin’in neslini devam ettirdiği için “Âdem-i âl-i abâ” ve “Ebü’l-eimme” diye anılır. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilen büyük oğlu Ali’den (el-Ekber) ayırt edilmesi için Ali el-Asgar adıyla da bilinir. Hayatında çeşitli sıkıntılara mâruz kalan ve ilk beş Emevî halifesinin devrini idrak eden Zeynelâbidîn, bu arada meydana gelen Abdullah b. Zübeyr, Muhtâr es-Sekafî ve Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as’ın ayaklanmalarına şahit oldu. Ehl-i beyt’in başına gelen felâketlerin onların siyasetle uğraşmasından ileri geldiğini görerek siyasetle ilgilenmedi, zalim idarecilerin şerrinden korunmak için dinî-siyasî hiçbir hizbin içinde yer almadı.

YARIN: BUYRUK VE CEM ERKÂNI

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN