Avrupa bize operasyon mu yapıyor?

Avrupalıların büyük bölümünün bizim kaşımıza gözümüze hayran oldukları tabii ki söylenemez. Aynı kıtanın birer ucunda yaşıyor olsak da bazı bakımlardan farklı dünyaların insanlarıyız neticede. Ama her iki taraf için de diğeri vazgeçilmezliğini koruyor. Bunun jeopolitik gerekçeleri var. Yani içinde bulunduğumuz coğrafyayla etkileşimimizin doğurduğu şartlara bağlı siyasi ve iktisadi ilişkiler daha ileri işbirliği ihtiyacı duyuruyor taraflara…

Ancak bunun için birtakım ortak standartlara tâbi olmak gereği var. Türkiye tarafı, AK Parti’nin iktidara geldiği dönemden başlayarak bu yönde önemli adımlar attı ve nitekim çok geçmeden AB ile üyelik müzakereleri başlatıldı.

Ama son birkaç yıldır ilişkiler eskisinden bile kötü. Şimdi taraflar ilişkilerin bozulmasının suçunu birbirlerine atıyorlar ama objektif olarak yaklaşırsak hem Avrupa’nın hem de bizim kusurlarımız ve eksiklerimiz olduğunu kabul etmek gerekir. Özellikle seçime girip oy almak zorunda olan siyasetçilerin kendi ülkelerinin iç kamuoyunun duyarlıklarını gözetmek zorunda oluşu iki tarafın ortak sorunu.

Ne var ki son yıllarda bizim ekstra bir zorluğumuz daha ortaya çıktı. Devlet kurumları içinde yuvalanmış dini cemaat görünümlü bir örgütlenmeye karşı başlatılan mücadelenin olağan hukuk çerçevesi içinde yürütülmesinin zorluğundan söz ediyorum. Dahası, karşı karşıya bulunduğumuz tehdit ve tehlikeyi dışarıdaki muhataplarımıza anlatabilmenin zorluğu…

17-25 Aralık sürecinde hem gazete yazılarımda hem de televizyon programlarında hep dile getirdiğim zorluktu bu… FETÖ’ye karşı yürütülen haklı ve gerekli mücadele konusunda dış dünyadan, özellikle de Avrupa’dan gelen eleştiriler hayal kırıklığı oluşturmuştu bizde. Özellikle örgütün yargı içindeki yapılanmasına yönelik tasarruflar Avrupa’yı neden rahatsız ediyordu? FETÖ’nün ele geçirmiş olduğu anlaşılan HSYK’nın idari yapısında gerçekleştirilen reformun gerekliliği anlaşılmıyor muydu?

Bugüne kadar dini cemaat olarak gördüğümüz bir yapının aslında devleti ele geçirmek isteyen kökü dışarıda karanlık bir örgütlenme olduğunu anladık, şimdi onları tasfiye ediyoruz diyorduk adamlara. Biz Türkiye’de neyin ne olduğunu bildiğimiz için devletin gösterdiği refleksin zihinlerimizde karşılığı ve izahı var ama Avrupalıların bütün bunları anlamalarını beklemek fazla iyimserlik değil mi?

Adamlar bize diyorlardı ki daha yeni referandum yaparak (12 Eylül 2010 halk oylaması) HSYK’nın yapısını değiştirdiniz, bu şekilde oranın yönetimine getirdiğiniz kadroyu şimdi paralel yapı diyerek tasfiye etmek istemenizi anlamıyoruz.

Buradaki kuşkuları gidereceğini düşündüğünüz argümanları masaya getirip durumu iyi kötü izah ettiğinizde dahi bu sefer de mücadelenin olağan hukuk standartları içinde yapılması konusunda ısrara başlıyorlardı. Oysa FETÖ meselesi o kadar karmaşık ve çapraşık bir problem ki ne bunun gerçek mahiyetini Türkiye’nin iç dinamiklerini bilmeyen birine anlatabilirsiniz ne de buna karşı mücadeleyi olağan hukuk standartları içinde sürdürebilirsiniz.

Nitekim 15 Temmuz 2016 günü herkes gördü ki bu mücadelenin olağan standartlar içinde kalarak yapılması mümkün değil. Darbe girişiminin ardından OHAL ilanı zaten bunun için gerekliydi.

Ama ne 15 Temmuz’dan önce ne de sonra meseleyi Avrupa’ya anlatamadık. Onlar da kendi ülkelerindeki yükselen yabancı düşmanlığı iklimini de gözettikleri için bizi anlamamakta ısrarcı oldular. Tarihimizin en vahşi darbe girişimi karşısında bile bizimle dayanışma içine girmekten uzak durdular.

Tamam, AB ile aramızı düzeltmek için ortaya attığımız “Geri Kabul Anlaşması”nın başına gelenler aradaki ilişkileri iyice bozmuştu ve Avrupalı liderleri bize karşı kendilerince haklı olarak öfkelendirmişti ama bu durum 15 Temmuz konusundaki duyarsızlığın mazereti olarak kabul edilemez.

Ancak FETÖ ile mücadelenin özgül gereklerinden doğan olağandışılığı dışarıya anlatmanın zorluğu devam ederken gündeme gelen referandum konusundaki tartışmalar bu zorlukların üstüne tuz biber ekti. Şimdi FETÖ’ye karşı mücadelenin aslında otoriterleşme ve demokrasiden uzaklaşma amacıyla yapıldığını ileri süren kesimler Başkanlık yönetimine geçişimizi de eski iddialarına delil olarak göstermeye çalışıyorlar.

Kendimizi anlatmanın bu ikinci zorluğu da nur topu gibi kucağımıza verilmişken haber aldığımız Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin kararını “Türkiye’ye operasyon yapılıyor” diye yorumlamak işin kolay tarafı.

Düşünün ki bize operasyon yaptığını söylediğimiz AKPM’nin birkaç yıl önceki başkanı bugünkü dışişleri bakanımızdı. Türkiye ile AB ilişkilerinde 13 yıllık bir defterin kapatılması ağır ve haksız bir karar ama adamların amacı Türkiye’ye düşmanlıktan ibaret olsaydı 13 yıl önce o defterin açılması da söz konusu olmazdı herhalde diye düşünmek lazım.

Bir nokta daha: Türkiye’nin 2004’te çıktığı denetim kategorisine yeniden alınması konusu AKPM’de 2008’de gündeme gelmişti ilk defa. AK Parti’ye karşı saçılan kapatma davasına tepki olarak… Anayasa Mahkemesi’nden kapatma kararı çıkmayınca yeniden denetime alma konusu da gündemden kalkmıştı.

Nereden nereye…

YORUMLAR (39)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
39 Yorum