Acı vatandan dönenlerin hikâyesi

Acı vatandan dönenlerin hikâyesi

Almanya’da doğup, ilkokula kadar orada yaşayan Ela Elisabeth Beken, 1984’te Türkiye’ye döndüğünde henüz çocuk olan eski gurbetçileri buldu onların hayatını ‘Bir Parça Almanya’ adlı belgeselde anlattı. Belgesel, Los Angeles’ta uluslararası festivalde ödül kazandı. 

İNCİ DÖNDAŞ/İSTANBUL

Almanya’da hükümet yabancı sayısını azaltmak için 1983’te ‘Kesin Dönüşü Özendirme Yasası’ çıkardı. Eylül 1985’e kadar yürürlükte kalan bu yasayla belli şartlar altında ülkelerine dönen yabancılara 10 bin 500 Alman markı, her çocuk için de bin 500 mark ödenmesi kararlaştırılmıştı. Ayrıca çalışanların emeklilik sigortasına ödedikleri primlerin hak sahiplerine geri ödenmesi de kabul edilmişti. 1983 ve 1984 yıllarında çoğu Türkiyeli 250 bin yabancı, ülkelerine döndü. Uyum konusunda belki de en fazla zorluğu çekenler çocuklardı. İşte o zaman çocukken şimdi birer yetişkin olan bu kişilerin öyküsü ‘Bir Parça Almanya’ adlı belgeselde anlatıldı. Oyuncu ve yönetmen Ela Elisabeth Beken’in hazırladığı bu belgesel, geçtiğimiz günlerde Los Angeles’taki bir film festivalinde ‘En İyi Yabancı Film Ödülü’ne layık görüldü. 

Ela Beken, Almanya Münih’te göçmen bir Türk ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğu orada geçen Beken, 1984’te Türkiye’ye döndü, ilkokulu ve ortaokulu burada bitirdi. Lise ve yüksek eğitimini Almanya’da yapan Beken, daha sonra bir TV kanalında grafikçi olarak işe başladı. Bu arada film prodüksiyonundan mezun olduktan sonra, hep istediği oyunculuk eğitimime başladığını anlatan Beken, bunun için Münih’te International School of Acting’e gittiğini söylüyor. TV filmlerinde rol alan Beken, hatta birinde Filistinli bir kızı canlandırdığını anlatıyor. Sonrasında Münih’te bir takım özel tiyatrolarda görev aldığını kaydeden Beken, ardından ilk belgeseli ‘Bir Parça Almanya’ için kolları sıvadı. Beken, “Oyuncu olarak başka insanların yazdığı hikayelerde değişik karakterlerin kılığına girmek tabii ki bana çok heyecan veriyordu. Fakat aynı zamanda bir sanatçı olarak halka ve dünyaya, özellikle de çocuk ve gençlere karşı bir sorumluluk taşıdığımı düşünüyordum” diyererek yola çıkış amacını açıklıyor. Müzisyen Münir Nurettin Beken ile evlendikten sonra 2011’de taşındığı Los Angeles’tan belgesel için Berlin’e seyahat eden ve orada arşivlerde araştırmalar yapan Beken, önüne çıkan zorluklardan hiç yılmadığını söylüyor: “Almanya’da büyük film projelerine parasal destek sağlayan bir devlet kurumuna başvurdum. Alman aktör, yönetmen ve yapımcı Ulli Lommel’nin projeye verdiği destekten dolayı beni hemen görüşme için davet etmişlerdi. Film teklifini çok beğendiklerini ama Alman hükümetini kötü gösterdiğini düşündükleri için birtakım sahne ve kısımları çıkarmanın şart olduğunu belirtmişlerdi. O günü çok iyi hatırlıyorum, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Görüşmeden sonra şehir merkezinde yürüyerek dolaşıp bunun bir haksızlık olduğunu düşünmüştüm. Bu yaşadıklarımı Ulli ile paylaşmıştım ve o da bana yılmamamı söylemiş ve cesaret vermişti. Bana tavsiye olarak da ‘Projelerini gerçekleştirirken hiçbir zaman kendi inançlarından ayrılma’ demişti. Belgeseli, tek başıma ve bu projeye inanan kişilerle gerçekleştirmeye karar vermiştim.”

Filmciler, siyasetçiler, tarihçiler şimdiye kadar çoğunlukla Türkiye’den Almanya’ya gidenlerin hikayesine odaklandı. Kimse oradan buraya gelenlerin hikayesini anlatmadı. Beken, bu öyküyü neden gündeme getirdiğini şöyle açıklıyor: “Çocukken evi, arkadaşları, okulu, öğretmeni, mahallesi ve oyun bahçesinden bir anda koparılmak, oraya istediği zaman geri gidememiş olmak beni hep üzmüş ve derinden etkilemişti. Bu konu üzerinde uzun yıllar düşündüm; neden? Nasıl? Bu çocuklar şimdi neredeler? Neler hissettiler? Şimdi nasıl hissediyorlar? İyiler mi? gibi soruların yanıtlarını öğrenmek istemiştim. Ben çocukken düşüncelerimi resimle anlatırdım. Almanya’yı o kadar özlerdim ki, oradaki evimizi mahallemizi en ince ayrıntısına kadar çizip Türkiye’deki yeni arkadaşlarıma büyük bir heyecanla gösterirdim. Film dünyasına atılıp bu belgeseli yapma kararı aldıktan sonra araştırmalarımın sonucunda çocukların ne kadar ihmal edildiğini fark ettim. Daha sonra Almanya’ya döndükten sonra, 1984’te olanları kime anlattıysam hiçbiri bilmiyordu. Medyada konuşulmuyor, tartışılmıyor sanki hiç böyle birşey yaşanmamış gibi görmezden geliniyordu.”

1984 yılının çocukları artık birer yetişkin. Belgeselde de anlatıldığı gibi kimi zengin kimi orta halli kimi ekonomik olarak daha güç durumda. Genel olarak baktığınızda bu kişilerin hayatları Türkiye’de yaşayan diğer kişilerden hiç farklı degil. Hayatlarından memnun, Türkiye’ye tamamıyla adapte olmuş mutlu insanlar. Beken işte bu noktada “O nedenle bu filmin çekimleri büyük bir hassasiyet ve saygı gerektiriyordu” diyerek, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Çünkü bu çocuklara bunca yıl hiç kimse ‘Kendini nasıl hissettin?’ diye sormamış. Ben Almanya’da yaşayan bir Alman vatandaşıydım ama benzer tecrübeleri yaşadığımız için onları anlıyordum. Zannediyorum onlardan biri olduğum için bana kendilerini ifade edebildiler. Çekimler sırasında, zaman zaman ben de çok onlarda birklikte ağladım. Aslında bu çocuklara 1984’te olanlar bana göre insan haklarına aykırı. Hadi diyelim anne babalar hükümetin bu kararını zorla imzalamadı ama çocuklar kendi kararlarıyla geri dönmedikleri için onların haksızlığa uğradığını düşünüyorum. Bütün bu insanlar Almanya’yı kendi memleketleri olarak görüyordu, çocuklukları orada geçmişti. Son 34 yıl boyunca ailelerinin o zaman verdikleri bir karardan dolayı doğdukları memlekete özlem duymak zorunda ve orada yaşama hakkından tamamıyla mahrum kaldılar.”

Çekimlerini Marmara ve Ege Bölgesi’ndeki illerde yaptıklarını kaydeden Beken, prömiyeri 3 Haziran’da Los Angeles’taki Garifuna Uluslararasi Film Festivali’nde yapılan belgeselin ‘En İyi Yabancı Film Ödülü’ne layık görüldüğünü, ayrıca Moskova’da, Avrasya Film Festivali’nde ise ‘En İyi Belgesel Film Ödülü’nü aldığını söylüyor. Beken, belgeselin Türkiye’de gösterilmesini arzu ettiklerini belirterek “İnanıyoruz ki Türkiye’de pek çok kisinin ilgisini çekecek. Binlerce insan için konuşan ve onların hakkını arayan bir film” diyor. 

Bu arada belgeselin müziklerinde Ela Elisabeth Beken’in ünlü müzisyen eşi Münir Nurettin Beken’in imzası var. Beken yeni projeleri hakkında ise şu bilgileri veriyor: “Ünlü çello sanatçısı Yo-Yo Ma hakkında bir belgesel film de dahil olmak üzere, İsviçreli fotoğrafçı Jacqueline Peyer’in yaşamı ve eserleri hakkında bir belgesel film, ‘Bir Parça Almanya’ belgeselinden esinlenen uzun metrajlı bir film senaryosu, kendi romanım olan ‘Sema’nın Günlüğü’nden üzerine yine bir uzun metrajlı film senaryosu üzerinde çalışıyorum.”

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN