Benzerliklerimiz değil farklılıklarımız birleştirir

Benzerliklerimiz değil farklılıklarımız birleştirir

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Patrick White’ın kaleme aldığı ‘Arabadakiler’, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avustralya’da kesişen dört kişinin yaşamını mistik-sembolik bir anlatıyla okuyucuya sunuyor. Edebiyat eleştirmenlerine göre White’ın başyapıtı kabul edilen romanda “Bizi benzerliklerimiz değil, farklılıklarımız bir araya getirir ve mutlu kılar” mesajı veriliyor.

ERKUT TEZERDİ

Avustralyalı yazar Patrick White, Nobel Edebiyat Ödülü’nü 1973’te aldı. Edebiyat eleştirmenlerine göre onun başyapıtı ise 1961’de okuyucuyla buluşturduğu, Türkiye’de İletişim Yayınları tarafından yayımlanan, çevirmenliğini Murat Belge’nin yaptığı ‘Arabadakiler’ (Riders in the Chariot) romanı. Önsözünü yazan Barış Özkul, “Patrick White’ın mistik-metafizik bir anlatıma yöneldiği dönemin romanı olduğu için gerek okuru gerekse de eleştirmenleri epey uğraştırmıştır.

Yahudi mistizmi, Kabala geleneği, Hıristiyan sembolizmi, Romantik şiir, modernist estetik, mit analizi, psikanaliz gibi çeşitli bilgi alanları anlaşılması için seferber edilmiştir” sözlerini kaydediyor. Romana böyle açıklayıcı bir metin eklenmiş olması okuyucunun yararına. Çünkü ‘Arabadakiler’ tek yönlü bir eser değil; sembolik göndermeleri birçok açıdan yorumlanıp farklı algılanabilecek niteliklere sahip. Dini alegori romanın bütünlüğüne işlenmiş gibi gözükse de dönemin Avustralya halkının toplum yapısı/sınıfları veya Jung’un temel arketipleri -Animus/Anima, Magna Mater, Persona, Gölge- üzerine de bir değerlendirme yapmak mümkün. Mesajı sabit: “Bizi benzerliklerimiz değil, farklılıklarımız bir araya getirir.” Tüm bunlar da karakter yapıları ortaya serildiğinde net bir şekilde anlaşılabiliyor. Konusu II. Dünya Savaşı’ndan sonra 50’li yıllarda geçen romanda -ki savaşın yarattığı buhrana büyük göndermeler var- birbirinden farklı iki erkek ve iki kadının yaşamı anlatılıyor. Bir zaman sonra bu karakterlerin yolları; banliyö, tren, malikene ve çevresi gibi alanlarda kesişiyor. Yedi bölümden oluşan kitabın ilk kısmında Miss Hare anlatılıyor.

17-08/25/arabadakiler.jpg

Ailesinden kalma Xanadu adındaki malikanesinde yaşarken yanına Jolley adında bir hizmetçi alan Hare, doğayı çok seviyor, bitkilere karşı da duyarlı lakin mutsuz: “Çok kez gizli gizli ağlardı, üzüntüden değil, rahatladığı için. Şimdi de ağlamaya başlamıştı. İnsanlardan hoşlanmayı imkânsız buluyordu, yüzlerini sevmiyor, hiçbir zaman olmamış şeyleri anlatıp sonra da olduğuna inanma huylarını ise hiç sevmiyordu.” Hare, Yahudi mülteci ve fabrika işçisi Himmelfarb’la tanışıyor. Nazi Almayası’ndan kaçmadan önce bilim insanı olan Himmelfarb ile Hare arasında gelişen diyaloglarda, benzerliklerinden çok aslında ne kadar farklı oldukları ve buna rağmen aynı noktada nasıl buluştuklarının sonucuna varılıyor. Esere adını veren metaforik ‘Araba’yı da ikisi görebiliyor. Himmelfarb’a arabayı gördüğünü söyleyen Hare, “Her ne kadar birisi hastalıktan öyle sandığımı ima ediyorsa da, gördüm. Mrs. Godbold da gördü, ona inanırım, güvenirim... Siz de arabayı kitaplarda bulmuşsunuz, anlattığınızdan fazlasını anlamışsınızdır mutlaka” diyor. Bunun üzerine gelişen diyalogda Himmelfarb, Hare’nin dünyayı dolaşan, tedavi eden, yorulmadan iyilik yapan 36 zaddikhim’den biri olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Hatta söylentiye göre Tanrı’nın yaratıcı ışığı zaddikhim’in içine akmıştır. Tanrı’nın arabası onlardır.” Romanın üçüncü kişisi Mrs. Godbold. Aşırılığa kaçacak ölçüde anaç. İyilik ve sevgi dolu. Kocasını sevgisiyle bunaltıyor. Halk arasında herkese karşı sevgisi nedeniyle ermiş olduğunu söyleyenler bile çıkıyor. Aborjin ressam Alf Dubbo da romanın dördüncü önemli karakteri. Sanatı, yaşamı algılarken kullanıyor. Bu sayede bir aşkınlığa ulaşıyor. Paralelinde varoluş sorunları yaşıyor. Yaptığı resimleri bir zaman sonra sevmiyor, daha iyisini ortaya koymaya çalışıyor. ‘Arabadakiler’, kesişen hayatların romanı. Karakterleri bir araya getiren ise incinmişlik. ‘Arabadakiler’ın anlatımı ilk etapta okuyucuya yorucu gelebilir.

Karakterlerin davranışları, iç içe geçen diyaloglar ve arabanın gerçekte ‘ne olduğu’ iyi bir odaklanma gerektiriyor. En önemlisi okuyucu, tıpkı Kafka’nın Şato’sundaki gibi bir yerlere varmak isteyebilir. Ayrıca bu ‘araba’ metaforunu biraz daha detaylandırmak gerekiyor: 1999 yılında izleyiciyle buluşan Matrix filmi, kimine göre Kung fu ve aksiyonla dikkat çekerken kimine göre de aslında Platon’un idealar dünyasını veya Baudrillard’ın simülasyon teorisini anlatıyor. ‘Arabadakiler’ de böyle bir roman; ‘araba’ için karanlıktan aydınlığa doğru ruhani bir aydınlanma çıkarımı yapılabiliyor ya da romanın genelinde ‘Paramparça Aşklar ve Köpekler’ misali kesişen yaşamlar aktarılıyor.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN