Bu ülkede şairler ölünce sevilir

Bu ülkede şairler ölünce sevilir

Dokuzuncu şiir kitabı ‘Azap’la okuyucu karşısına çıkan Ömer Erdem, Modern Türk Şiiri’nin evrensel ölçekte bu ülkede başarılmış en yüksek insanlık atılımı olduğunu söylüyor. Erdem “Ama unutmayalım şiiri şairler yazar, kültür, düşünce ve sanat dünyasının atmosferi onun kitlesel etkisinin önünü açar. Kitlesel iletişimin önünde bilinçli bir duvar var. Şairler ölünce sevilir bu ülkede. Duvarlar alkışlarla yıkılır, heykellerle yer değiştirilir” diyor.

ERKUT TEZERDİ / İSTANBUL

Şair, edebiyat eleştirmeni, köşe yazarı... İlk şiir kitabını 1996’da yayımlayan Ömer Erdem, geçmişten bu yana edebiyatın her alanıyla ilgili yazılar kaleme aldı, konferanslar verdi. Ancak hiçbiri şair kimliğinin önüne geçmedi. Her zaman doğallıktan, doğadan yana olan Erdem, şimdi Everest Yayınları’ndan çıkan dokuzuncu şiir kitabı ‘Azap’la şiirseverlerin karşısında. Erdem’le ‘Azap’ı ve Türk şiirini konuştuk.

* Daha önceki şiir kitaplarınıza ‘Kireç’, ‘Kör’ ve ‘Pas’ gibi isimler verdiniz. Peki, ‘Azap’ın hikâyesi nedir?

Bir ismin hikayesinden çok varoluş gerekçesine bakılmalı. Hikayesi, aktüel olan yanıyla daha çok günü karşılamaya adayken varoluş hem kendi çizgisini belirleme hem de içine doğduğu kültürel, sosyal, tarihi ortamı özne üzerinden estetize etmek gibi bir amaca bağlanır. Azap, yokluğa ve çaresizliğe değil, asıl ışıttığı gerçeklikten yine varlık adına bir kurtuluş umudu diye okunmalıdır.

* Kitabı Nisan, Doğa, Nehir, Derin ve Rüzgar Atlas diye bölümlere ayırmışsınız. Bu isimlerin sizin için önemini anlatır mısınız?

Geçmiş kitaplarımda da bu uzamda gelişmiş bölümlemeler var. İleride belki getirdiği iç düğüm açığa kavuşacaktır. Ben serbest okuma ve özgür yorum üzerinden ilerlemenin bu bölüm isimlerinin rehberlik etme kapasitelerini artıracağını düşünüyorum. Az önce umuttan bahsettim. Yaşama ve geleceğe bağlıyım ve bunu ailesel birlik içinden kurma arzusu taşıyorum. Ayrıca bu kelimelerin çağrışım değerlerinde de görüleceği gibi okurun önünü kapatmak değil onun ferahlamasından yanayım.

* ‘Azap’ta toplamda 47 şiir bulunuyor. Bunların bir araya gelme öyküsü için neler söylersiniz?

Bir önceki kitabım Pas’tan sonra ummadığım bir duyuş yoğunluğu ve yazma sıklığı içinde buldum kendimi. Bazıları bir defter hacminde şiirler yazdım, ki hepsine yer veremedim Azap’ta. Öte yandan daha minimal diyebileceğim imge ve duyuruş açısından sıkı şiirler hep beni yoklayıp durdu. Yenilenmiş akıl edişlerle bu şiirler doğdu. Kitap biraz da kendisini tamamlar. Onun da mevsimler gibi olgunlaşan bir tabiatı var. Bu yıl 50 yaşıma bastım ve ömrümün meyvesi böylece olgunlaştı.

* Aralarında sizin için daha önemli olan şiirler var mı?

Benim için değil her şiir her mısra hatta her kelime çok önemlidir. Öyle bilindik haliyle çılgın bir masa başı şiir çalışanı değilim. Şiiri yaşaya erteleye, bekleye dura yazan / yazabilen bir karakterim var. İnsan bir toplam karşısında bir basınç elbette hisseder ama ben yeni yoluma, nicedir yazmayı arzuladığım şiir iklimine çoktan düşmüştüm.

* Şiirlerinizin genelinde bir ‘Doğa’ anlatımı var; Ağaçlar, deniz, meyveler, bahçeler, yağmur... ‘Doğa’ size ne anlam ifade ediyor?

Doğa insanın özü aslında. Doğaya açık ve onunla anlam bulan bir yanımız var ve bunun negatif yanı çağla birlikte türlü vahşilikler olarak çeşitleniyor. İnsan mekanikleşiyor. Aşk, adalet, hak, hukuk, merhamet, vicdan gibi insani değerler silinip her yerde ölüm yüceltiliyor. Oysa benim şiirim bu saydığım insani değerlere bağlı kaldı. Doğa, naturaya dahil bir erek olarak yazdıklarımda hep kurucu unsur oldu. Çünkü asıl değişmeyenin derin müziğini ve mutlak geçici olanın yazgısını da bize öğreten o.

* Bir röportajınızda kendi şiir aktarımınıza ilişkin “Octavia Paz’ın ‘kaplamlı şiir’ dediği modern şiirin bütün olanaklarına dayanan ama ona salt bel bağlamayan bir şiir sanırım” dediniz. Bunu biraz daha açar mısınız?

Modernizmin tuhaf ve yazgısal biçimde tam da ortasında olduğumuz halde, kavramsal olarak ona karşıyız. Dışarıdan gelen kötücül ve parçalayıcı bir değer olarak görüyoruz onu. Modern şair bu gerçeklik payının bütün salınımlarını sezer ve bunu kendi dilinde, kültür ve tarih kodlarıyla mayalayarak şiire döker. Kaplamlı olmak, sinema sanatındaki, efekt, ışık, ses, kurgu, senaryo gibi doğrudan devrede olmayan ama o bütünün bütün bileşenleri olarak estetik olanın etkisini artıran unsurlar gibi, modern şairin duyarlığında ve yazma biçiminde toplanır. Biz artık tekil değil çoğul, tek duygulu değil çok düşünceli şiirler yazıyoruz. Bunu hayatımızın çarpık olduğu kadar her yerde rastlanmayan kaotik ışıltısı da getiriyor.

* Türkiye’de şiirin, şairlerin geldiği konumu bir de sizin ağzınızdan duymayı çok isteriz...

Türkiye’de şiirin kendi içinde geldiği yer ile saf şairin durduğu yer ayrı olmakla beraber bugün ne şiirin ne de şairin geldiği yerle övünebiliriz. Modern Türk Şiiri, evrensel ölçekte bu ülkede başarılmış en yüksek insan/insanlık atılımıdır. Ama onun üleşmeye ve boyun eğmeye teşne olmayan karakteri böylesi bir algı oluşturulmasının önünü açtı. Çokça şair de bazen elekle bazen de kovayla bu duruma su taşıdı. Ama unutmayalım şiiri şairler yazar, kültür, düşünce ve sanat dünyasının atmosferi onun kitlesel etkisinin önünü açar. Kitlesel iletişimin önünde bilinçli bir duvar var. Şairler ölünce sevilir bu ülkede. Duvarlar alkışlarla yıkılır, heykellerle yer değiştirilir.

ROMAN BİR MÜMKÜNLÜK SANATI

* Şair kimliğinizin yanısıra köşe yazarlığınız ve edebiyat inceleme yazılarınızla da biliniyorsunuz. Peki bir şair için roman ve hikâye nedir?

Mümkün, temkin ve cüret. Roman bir mümkünlük sanatıdır ve orada her unsurun yaşama şansı vardır. Öykü ise yapısı gereği dilsel ve hacimsel temkinlerle ilerler, ne şiirden enerji ne de romandan doping edinme ihtiyacı duymalıdır. Şiir, sadece cüretle vardır. Yazılır.

DİL, HER ANIMIZDA BİZİ YAKALAR

* İlk şiir kitabınızı 1996’da yayımladınız. O günden bu yana poetik olanı dille ilişkilendirme sürüveniniz nasıl bir değişim geçirdi?

Görgüleriniz, yaşama kültürünüz, hayata ve insana bakış yanında, felsefe, sinema, tarih gibi alanlarda edindiğiniz yeni tecrübeler, şair kumaşınızı esastan değiştirmese bile şiire gitme, gelen şiiri karşılama, poetik düşünceyi berraklaştırıp atılıma hazır hale getirme kapasitenizi geliştirir, dönüştürür. İnsan duygudan düşünceye doğru ilerler diyorum ısrarla ve hayatın her şeye rağmen trajik olduğunun altını çiziyorum. Ama ‘mülklerin en lanetlisi olan’ dil, insan olmamızın en kritik anında bizi yakalıyor ve şiirle buluşturuyor. Hasılı hayatla mayalanan, yeni akıl edişlerle ilerleyen, insana umutla inanan ama şiirsel varoluşuna hep bağlı bir poetik yürüyüş bendeki. Literatürle değil şiirsel yaşantının hayat açıklığıyla irtibatlı bir poetika bu.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN