Eserler satılmak için üretilirse sanat olmaz

Eserler satılmak için üretilirse sanat olmaz

Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un yaşam öyküsü, kardeşine yazdığı mektuplarda ortaya çıkıyor. ‘Theo’ya Mektuplar’ adlı kitapta ressamın dünya görüşünden sanat yönelişine kadar 13 yılda nasıl bir değişim geçirdiği anlatılıyor. Gogh “Satış için çalışmaksa, asıl iyi yol değildir bence, sanatseverlere boş vermektir” sözlerini kaydediyor.

ERKUT TEZERDİ

Sanat eleştirmenlerine göre o bir sanat dâhisi! Popüler kültürde ise yalnızca ‘kulağı kesik ressam’ olarak biliniyor; Yıldızlı Gece ve Ayçiçekleri gibi eserleri duvar kağıtlarında, peçetelerde ve köprü kenarlarında yer alıyor. Psikolojik ve fizyolojik acılar içinde yaşayan Vincent Van Gogh, 2 bin 100’den fazla eser üretmiş ama en meşhurları hayatının son 10 yılına ait. Modern resim sanatının öncüllerinden Gogh’un tablolarının her biri bugün milyonlarca dolar ediyor ancak iddialara göre yaşamı boyunca yalnızca Kırmızı Üzüm Bağı isimli tablosunu satmış -ki o da mecburiyetten! Remzi Kitabevi tarafından edebiyatseverlere sunulan ‘Theo’ya Mektuplar’da Gogh’un hayatı ve sanata olan tutkusu kendi ağzından dökülüyor. Kitaba ismini veren Theo, Gogh’dan dört yaş küçük kardeşi.

1853’te doğan Gogh’un 13 yılını özetleyen kitapta onun dindarlığa ne kadar önem verdiği, bir vaiz kisvesine bürünerek sarf ettiği sözlerden anlaşılıyor: “Bilirsin ki, yalnız İncil’in değil, bütün kutsal kitapların en köklü, en esaslı hakikatlerinden biri, ‘Karanlıkta parlayan ışıktır.’ Karanlıktan varılır ışığa. Ama kim gerçekten gereksinir bu hakikati, kim kulak verir ona?” Gogh kitapta anlatmaya 18 Ağustos 1877’de başlıyor. Paris’te bir galeri yöneticisi kardeşi Theo’yla dertleştiği mektuplarında, aslında ne denli coşkulu biri olduğu, gerek betimlemeleri -özellikle mekan tasvirleri- gerekse de umuda yönelişi 7 Eylül 1881 tarihli mektubunda gözler önüne seriliyor, Gogh aslında acıyı hiç sevmiyor. “Canı isteyen üzülsün, ben bıktım üzüntünden. Çayırkuşu bahar günü ne kadar neşeliyse, o kadar neşeli olmak istiyorum. ‘Gene Sevmek’ şarkısından başka şarkı söylemek gelmiyor içinden.”

17-08/12/12kr02-theoya-mektuplar.jpg

Resme çocukluk yıllarında kara kalemle başlayan Gogh, ilerleyen süreçte sulu boyaya geçiyor, portreler yapıyor. 1880’den sonra sanat çevrelerinde ünleniyor ama bu ün ona aslında para kazandırmıyor. Giderlerini kardeşi Theo karşılıyor. Gogh, sanatı yücelten bir ressam, verdiği değer ise “Sanat kelimesinin şu tanımlamasını bir dinle, daha iyisi yapılamaz bence: ‘Sanat doğaya eklenmiş insandır.’ Evet, doğayı gerçeği hakikati dile getirmektir sanat ama sanatçının kattığı, ayırıp belirttiği, özgürleştirdiği, aydınlatıp renklendirdiği bir anlam, bir görüş ve bir özellikle dile getirmektir” sözlerinden anlaşılıyor. 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan Art izlenimcilik akımının öncüsü Gogh özellikle doğayı algılayış biçimi ve kullandığı renk tonlarıyla dikkat çekiyor. Kitapta neden bu akımı ve tonları benimsediği de satırların arasında bulunuyor: “... Anladığım kadarıyla salt kara aslında yoktur. Beyaz gibi siyah da her renkte vardır ve grinin perde (ton) ve kuvvet ayrıntılarıyla meydana gelen sonsuz çeşitlemelerinde vardır. Demek oluyor ki doğada gördüğümüz renkler aslında perde ve şiddet (yeğinlik) ayrıntılarından başka bir şey değildir.”

Gogh ayrıca hem ressamların atölyelerine gömülerek doğadan kopmasına hem de ürettikleri eserleri satmasına karşı çıkıyor. Kitaptaki tarihi belli olmayan mektupta “Doğa duygusu ve sevgisi er geç dile gelir sanatla ilgilenenlerde. Ressamın ödevi doğaya büsbütün dalmak, olanca aklını kullanıp, olanca duygusunu eserine koymaktır ki, başkalarınca anlaşılır hale gelsin eseri. Satış için çalışmaksa, asıl iyi yol değildir bence, sanatseverlere boş vermektir” diyen Gogh, zihin rahatsızlığının (Deliriyum) yaratıcılığını artırdığını düşünüyor. 37 yaşına kadar yaşayan ressam yaşamının son anlarında artan halüsinasyonlardan çok mutlu oluyor: “... Perişan, hasta, çatlak bir insan oldukça gitgide daha çok sanatçı, daha yaratıcı oluyorum.” Gogh girdiği bunalım sonucunda 28 Temmuz 1890’da Fransa’nın kuzeyindeki Auvers-sur-Oise köyü tarlalarında kendisini göğsünden revolver ile iki el vurdu ama ölmedi. Evine gitti, gece fenalaşarak yaşamını yitirdi. Son sözleri “Keder sonsuza kadar sürecek” oldu.

HAFTANIN KİTABI

17-08/12/12kr2yenicikan2.jpg

Dört kişiyi kenetleyen yolculuk

Nobel Edebiyat Ödülü’nü 1973 yılında alan Avustralyalı yazar Patrick White’ın ‘Arabadakiler’ isimli romanı Naziler döneminde harabeler arasında başlıyor, dört karakter üzerinden edebiyatseverlere ulaşıyor. Yolculuk romanında White, acı verici toplumsal olayların estetik bir dille nasıl birleşeceğini de gösteriyor. Murat Belge’nin Türkçeye kazandırdığı roman, Batılı edebiyat eleştirmenlerine göre White’ın roman sanatında zirveye ulaştığı eserin başında geliyor. Romandaki karakterler okuyucuda yaşıyor hissi uyandırırken kurgu inandırıcılığını koruyor. Kitapta ailesi bir zamanlar zenginken yoksulluğa evrilen Miss Hare, Xanadu harabeleri arasında dolanırken yerli ve ününü kaybetmeye yüz tutmuş ressam Alf Dubbo ve Yahudi bilim adamı Himmelfarb ile karşılaşıyor. Mrs. Godbold’un da ekibe dahil olmasıyla birlikte arabadaki dört karakteri ortak bir yazgıda kenetleyen yolculuk başlıyor. Romandaki dört karakter de geçmişte yaşadıkları nedeniyle büyük acılar çekiyor. Aralarında gelişen diyalog sonrası her şey ortaya çıkıyor. Birinin önerisi diğerinin acılarının ilacı oluyor. Geçmişte her biri çeşitli şekillerde dışlanan ve incinen bu dört karakterin kurtuluşu aradığı yolculuk Nazi Almanyası’ndan Avustralya kırlarına, Kabbala geleneğinden çarmıha geriliş mitine kadar uzanıyor. Geniş bir kültürel coğrafyayı insani bir bakış açısıyla anlatan ‘Arabadakiler’ kolektif hafızadaki acı verici deneyimleri sanatsal bir yapıya dönüştürüyor.

YENİ ÇIKANLAR

17-08/12/12kr2yenicikan1.jpg

Aile bağlarına dair

2002 yılında PEN/Faulkner Ödülü ve Orange Ödülü’ne layık görülen Amerikalı yazar Ann Patchett, yedinci romanı 'Hep Beraber'de aile bağlarına, yaptığımız seçimlerin hayatımızı nasıl değiştireceğine değiniyor. 50 yıllık bir süreçte iki ailenin bireylerinin yaşadıklarını konu alan romandaki karakterler kah neşeli, kah sorunlu. Eleştirmenlere göre aile bağlarına dair sürükleyici, doyurucu ve sıcak bir roman.

17-08/12/12kr2yenicikan.jpg

Kuyucaklı 80 yaşında

Bu özel baskı romanda romantizm doğal-yapay karşıtlığına indirgenebilecek bir değerler sistemi üzerine temellendiriliyor.  Metinde beliren kasaba-doğa, yozlaşmışlık-masumiyet, ölüm-yaşam ve yapay insan-doğal insan gibi ikili karşıtlıklar, bütünlüğü olan felsefi bir anlam üretiyor. Roman, kültür bağlamı içerisinde okunursa, Sabahattin Ali’nin haksız düzene, Marksist açıdan değil de, hain ve kötü zenginlerle iyi ve yoksul halk arasındaki ayrımı vurgulayan romantik bir tavırla yaklaşmasının nedeni de açıklanmış olur.

ÇOK SATANLAR TÜRKİYE

17-08/12/12kr02-elia-ile.jpg

Elia İle Yolculuk

Zülfü Livaneli

Sapiens

Yuval Noah Harari

Olağanüstü Bir Gece

Stefan Zweig

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Stefan Zweig

Huzursuzluk

Zülfü Livaneli

Kürk Mantolu Madonna

Sabahattin Ali

* Türkiye’de çok satan kitaplar Idefix, Babil, Kitapyurdu, Remzi ve D&R listelerinden derlenmiştir.

AVUSTRALYA

17-08/12/12kr02-the-barefoot.jpg

The Barefoot Investor

Scott Pape

Churchill’s Ministry of Ungentlemanly Warfare

Giles Milton

Working Class Man

Jimmy Barnes

Colombiano

Rusty Young

The Subtle Art of Not Giving a F*ck

Mark Manson

The Ultimate Soup Cleanse

Nicole Pisani, Kate Adams

Avustralya’da çok satan kitaplar Fishpond, Amazon ve Booktopia listelerinden derlenmiştir.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN