Gece neden tırnak kesilmez, niye eşikte durulmaz, gadasını aldığım ne demek?

Gece neden tırnak kesilmez, niye eşikte durulmaz, gadasını aldığım ne demek?

Gece neden tırnak kesilmez, niye eşikte durulmaz, gadasını aldığım ne demek, ölünün karnına neden bıçak konur, kurşun dökmenin mantığı nedir? Batıl inanışlarımızın hepsi Türk mitolojilerinden kaynaklanıyor.

Türk mitoloji tarihi araştırmacısı Prof. Dr. Muharrem Kaya ile, eski Türk inançlarının ve mitolojisinin günümüze uzanan kalıntılarını konuştuk. Milattan önceki yıllarda kalan inanışların, Anadolu adetlerinde, söylencelerinde, deyişlerde ve batıl inançlardaki izini sürdük. 

"Gece neden tırnak kesilmez, niye eşikte durulmaz, gadasını aldığım ne demek, ölünün karnına neden bıçak konur, kurşun dökmenin mantığı nedir?" Prof. Kaya ile, bu ve benzeri sorulara cevap verirken Batıl inançlarımızın kökenine indik.  

Çömelerek su içmekten tahtaya vurmaya, çocuğu 40’ı çıkmadan insan içine çıkarmama adetinden ‘gadasını aldığım’ lafına, kurşun döktürmekten türbe ziyaretlerine, gece neden tırnak kesilmeyeceğinden ağaca çaput bağlamaya kadar günümüze dek varlığını korumuş batıl inançları derledik. Gördük ki yaşlılarımızdan duyduğumuz bazı adetler ve batıl inanışlarımız,  günümüze kadar ulaşmış eski dini ritüellerden başka bir şey değil. Bu eski inanışlar sadece gelenek ve adetlerde değil, bazı deyişlerde de saklı duruyor.

15-09/18/20150916_160503.jpgProf. Dr. Muharrem Kaya.

Gadasını aldığım!

Mesela gündelik dilde sevgi ifade etmek için kullanılan ‘gadasını aldığım’ diye bir deyiş vardır. Çoğu kişi bunun gıdısını okşamak gibi bir anlama geldiğini düşünse de gerçek anlamı bundan çok farklı. Eski Türklerin inanışında yer alan bir tür temas büyüsünden geliyor. İnanışa göre nazar ve kötü talihe hedef şaşırtmak için gada alınır. Mesela hasta birinin içine kötü ruh girdiğine inanılıyorsa, bu ruhun hedefini değiştirmek için koyun gibi bir hayvan hastanın yanına getirilip temas büyüsü yapılır. Bilge ya da şaman önce hastaya sonra koyuna dokunarak hastadaki kötü ruhu koyuna aktarır. Yani gadasını alıp başka bir şeye aktarır. Tahtaya vurulması da kötü talihin tahta aracılığıyla ağacın ruhuna geçirilmesi ritüelinin günümüze ulaşmış biçimidir.

15-09/18/hhh.png

Dağlara, kaba ağaçlara gitsin

Günümüzde Türkmen Alevilerinde nazar ve belaya karşı kullanılan “ona değil ulu dağlara kaba ağaçlara gitsin” deyişi de gada alınması yani kötü ruhun başka bir tarafa yönlendirilmesiyle alakalıdır.  Eski Türk inanışlarında dağ, su ve ağaç gibi unsurların güçlü birer ruha sahip olduğuna inanıldığından, kötü ruhlar onlara yönlendirilirdi. Bugün kurşun dökenlerin veya üfürükçü tabir edilenlen kişilerin dua ettikten sonra hastaya dağlara veya yeşilliklere bakmasını söylemesi de bu ritüellerin bir devamı niteliğinde. 

15-09/18/saman.jpg

Türbe ziyaretleri ve mevlit ata kültünün devamı

Türbe, yatır ziyaretleri ise şamanizmdeki ata kültünün bir devamı. Eski Türkler üstün niteliklere sahip olan atalarının öldükten sonra da onlara yardım edeceğine inandıklarından mezarlarını ziyaret ederlermiş. Günümüzde tahtacı Türkleri hala ölülerini ‘rahat döşeği’ denen şekilde gömüyor. Giydirip bir yatağa yatırdıkları cesedi giysilerinin üzerinden kefenleyip o şekilde gömüyorlar. Bu eski Türklerin defin adetleriyle hemen hemen aynı. Eski çağlarda yakınlarını bu şekilde gömen Türkler, atalarının uyanıp kendilerine ruhen destek olacaklarına inanırlarmış. Bu nedenle de giysileriyle gömerlermiş. Bugün türbe ve ağaçlara çaput bağlamak, dilek dilemek de aynı inanışın devamı niteliğinde. Ağacın ve atanın ruhunun yardım edeceği umulur. Mevlit geleneği ise, ölünün ruhunun bedenden ayrıldığına inanıldığı 40. ve 52. günlerde, ölünün ruhuna hediye olarak saçı saçılması adetinden geliyor.

15-09/18/aaaa.jpg

Neden çömelerek su içilir?

Türbeden su ve taş alınması adetine gelince, eski Türklerde atanın ruhunun, bulunduğu yerdeki suya ve taşa geçeceği inanışının günümüze kadar uzandığı görülüyor. 

Eski Türklerde özellikle su kutsal ve belli bir ritüel ile içiliyor. Bugün de yaşlılarımızın suyu elini başına götürerek veya çömelerek içmesi, suya saygı inanışının bize kalmış kırıntıları. 

Su gibi git

Eski çağlarda yapılan benzerlik büyüleri de bugün gelenekler olarak karşımıza çıkıyor. Anadolu’da gebe kadının güzele bakmasının iyi olacağı adeti, benzerlik büyüsü inanışından geliyor. Yolcunun ardından su dökülmesi de, yolculuğun su gibi akışkan olması için yapılan bir benzerlik büyüsünden başka bir şey değil. Günümüzde de adet olarak sıklıkla kullanılıyor. 

Gece neden tırnak kesilmez?

Atalarımıza göre insanın canı yani ruhu kemikte ve kanda bulunurmuş. Bu yüzden kemiğin uzantısı olan tırnak gece kesilmez ki ruhumuzun bir parçası olan tırnak, gece ortaya çıkan kötü ruhların eline geçmesin. Çünkü inanışa göre parçaya yapılan etki bütünü de etkiliyor. Dökülmüş saça basılırsa baş ağrır denmesinin de nedeni bu. Günümüzde Anadolu’da bazı yaşlıların kesilen tırnak ve dökülen saçlarını yakması da bu eski inanışa dayanıyor.

Ölünün karnına neden bıçak konur?

Eski Türklerde madenlerin de içinde kutsal ve koruyucu bir ruh olduğuna inanılıyor. Kurşun dökmek bu anlamda kötü ruhları kovma geleneğinin bir parçası. Lohusanın yanında iğne, makas, bıçak bulundurulması, ölünün karnına şişmesin diye bıçak bırakılması da aslında kötü ruhları kaçırmak için bir demir konması adetinden kaynaklanıyor.

Lohusa humması değil Al Karısı

Eski Türklerin günümüzdeki batıl inanışlara yansıyan en önemli korku karakterlerinden biri ‘Al Karısı’. Lohusa kadını ve bebeği öldürüp ciğerlerini suda yıkayıp yediğine inanılan bu kötü ruh, lohusa humması ve doğum sonrası depresyonunu açıklayamayan eski insanların hayal güçlerinden doğmuş gibi görünüyor. Bu inanışın günümüze yansıması olarak Anadolu’da lohusa kadını yalnız bırakmama adeti devam etmekte.

15-09/18/nnn.jpg

Cadılar evde kalmış kızlardan türüyor

Albastı olarak da anılan Al Karısı kara ve sarı olmak üzere ikiye ayrılıyor. Hoppa ve şarlatan diye de adlandırılan sarı albastılar hoca, baksı ve şaman gibi alim insanların dualarıyla insanlardan uzaklaştırılabiliyor. Kara albastılar ise ancak kendilerini görebilen askerlerden, demircilerden ve tüfek sesinden korkuyor. Al Karısı'nın evde kalmış kızlardan türediğine inanılıyor ve boğmasın diye loğusa yalnız bırakılmıyor. Al basmasın diye Hakkari'de yorgana iğne batırılıyor, loğusa yatağı yanına süpürge konuyor. Iğdır, Ağrı, Van, Hakkari, Muş ve Malatya çevresinde Al Karısı'nın ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerlerde bulunduğuna ve destursuz buralara girilmemesi gerektiğine inanılıyor. Manisa'da kapının ağzına kazma kürek konması, bir şişin üzerine elma, portakal, üzerlik otu, çörek otu ve mavi boncuk, kırmızı kurdeleyle bağlanıp lohusanın başına asılması birer korunma yöntemi. Çukurova'da ise lohusanın yatağının altına soğan, ayna, tarak, ekmek, bıçak koyup yüzünü kırmızı bir örtüyle kapatıp yatağına iğne takılıyor; etrafındaki su kaplarının ağzı da kapanıyor. Zira Al Karısı'nın kuş şeklinde gelip suya boncuk atacağına, o sırada çocuğun öleceğine inanılıyor. 

Korku efsanelerinde cadılar başı çekiyor

Eski Türklerin mitolojik korku karakterlerinde dişi yaratıklar başı çekiyor. Örneğin yeni doğan çocuklara musallat olan kötü ruhların, örümcek kılığına girebilen babaanne veya hala olduklarına dair anlatılar var. Bir Doğu Karadeniz hikayesinde olduğu gibi… Dört çocuğu da bilinmeyen bir sebepten ölen adam beşinci çocuğunun başından ayrılmaz. Bir gece bacadan aşağı inen bir yaratığın bebeğin yanına gittiğini görür. Adam yaratığı döver, kolunu bacağını kırar ama yaratık kaçmayı başarır. Adam sabahleyin yatağından kalkamayan annesini uyandırmaya çalışır. Yaşlı kadın oğluna gece evire çevire kendisini dövdüğünü söyler. Adam bebeklerini öldürenin kendi annesi olduğunu anlar. 

15-09/18/jjj-1442584476.jpg

Kara kura, şubat karısı ve Mayısa

Urfa'da yaygın olan Şubat Karısı efsanesinde ise her yılın şubat ayında evlerin bahçesindeki kuyulardan çıkan kötü bir cadının çocukları bir yakınının sesiyle kuyuya çağırdığı, sonra da onu kuyuya çekip boğduğu anlatılıyor. Doğu Karadeniz'de anlatılan Mayısa isimli karakter de dişi, alevden saçları olan bir yaratık. Issız yerlerde yaşıyor, yaylalarda insan kılığında yağ satıyor. Ondan alınan yağ yedi dere geçince insan pisliğine dönüşüyor. Akçaabat'ta da tarladaki ürünlerin bereketini çalan, beşikteki bebeklerin canını alan Kırım Cazısı (cadısı) diye isimlendirilmiş kötü ruhlu kadınlardan söz ediliyor. Kara Kura denen bir diğer yaratıksa kedi büyüklüğünde bir keçiye benziyor, boğmak için geceleri erkeklerin üzerine çullanıyor. 

Eşikte neden durulmaz?

Eski Türkler yeraltını kötülüğün başlangıcı olarak görürdü. Erlik, eski Türk inanışlarında yeraltındaki ruhların başı kabul edilirdi. Kendisine kurban verilmezse insanların canını alıp yeraltına indirip hizmetçi olarak kullandığına inanılırdı. Bazen de insanlara kötülük yapsınlar diye yeryüzüne gönderirdi. Yeraltında kara çamurdan yapılmış bir sarayda yaşadığı düşünülürdü. Sarayı insanların gözyaşlarından oluşmuş dokuz nehrin birleştiği yerdeydi. Nehrin üzerinde at kılından bir köprü bulunurdu; yeraltından kaçmaya çalışan canlar köprüden geçerken Erlik köprüye basar ve onları suya düşürür, su da onları Erlik'in kucağına teslim ederdi. Demir başlı yedi oğlu vardı. Oğulları kapı eşiklerinde dururdu. O nedenle günümüzde hala eşiğe basmak pek çok yörede iyi olarak görülmez. Bu mitolojik hikayenin yanı sıra bazı eski inanışlara göre evin koruyucu ruhu eşikte beklediği için saygısızlık olmasın diye eşikte durmak hoş karşılanmıyordu.

Karabasanlar mitolojik hikaye karakterleri

Türk korku karakterleri arasında ‘karabasanlar' da çok popüler. Örneğin Kamos, Harput çevresinde faaliyet gösteren kötü bir ruh. Onun yalnız başına uyuyanlara ağırlığıyla çöktüğüne, insanları çarpıp öldürdüğüne inanılıyor. Cüce veya kara kedi gibi gözüküyor. Kamos'un bastığı kişi kanının çekildiğini sanıyor. Kamos'un börkünü (şapkasını) kapanların elinde börk kadar altın kaldığına inanılıyor. Sivas'ta da simsiyah bir gölgeye benzeyen, insanı göğsüne bastırarak nefessiz bırakan Enkebir'den ve Hıbilik'ten söz ediliyor. Hıbilik'in kendisini yakalayana altın verdiğine dair anlatılar da mevcut. Hayvan görünümlü veya yarı hayvan, yarı insan şeklindeki yaratıklar da Anadolu'nun korku dağarcığında önemli bir yere sahip. Tekirdağ'da derlenen iki efsanede zincirli manda ve zincirli inek şeklindeki şeytanların gece önüne çıkan insanları kaçırdıkları anlatılıyor. 

15-09/18/ooo.jpg

Yılanı eşiyle beraber öldür, yoksa…

Trabzon'da derlenen bir efsanedeyse Kara Koncolos adlı yarı hayvan, yarı insan, kıllı vahşi bir yaratıktan bahsediliyor. Kapos veya Kepoz adıyla bilinen ve Elazığ'da anlatılan bir başka efsanevi yaratıksa çeşitli hayvan kılıklarına girip insanları korkutuyor; bir insanın kılığına da girip o kişinin yakınlarını kandırıp öldürebiliyor. 

Hayvanlar arasında da yılan önemli bir korku unsuru. Sivas'ın Şarkışla ilçesi Gücük köyünde derlenen ev yılanı efsanesinde evin gelininin evde yaşayan kara yılanı öldürmesi üzerine yaşananlar anlatılıyor. Yılan öldürüldüğü zaman kendisini öldürenin resmi gözünde kalırmış. Yılanın eşi böylelikle onu kimin öldürdüğünü öğrenirmiş. Gelin o gece öldürdüğü yılanın eşi tarafından ısırılıp zehirlenir ve ölür. Şarkışla'da yılanların eşiyle birlikte öldürülmesi gerektiğine inanılır. Eğer teki öldürülürse gözüne un sürülmelidir, böylelikle eşi öldürülen yılanın un çalarken yani hırsızlık sonucu öldürüldüğüne inandırılır ve kimseyi zehirlemeden evi terk eder. 

40’ı çıkmamış çocuk insan içine çıkarılmaz

Eski Türkler dağ, taş, tepe, kaya, vadi, ırmak, mağara, ağaç, göl, deniz, demir ve kılıcın birer ruhu olduğuna inanıyordu. Özellikle taş, eski Türkler'de pek çok efsaneye malzeme olmuş. Ağrı'da çocuk boncuğu adlı taşla ilgili inanç hayli ilginç. Bu taş kayısı büyüklüğünde, şeffaf ve rengarenk. Bu taşın çocukların öldürülmesinde kullanıldığına inanılıyor. Taş sahibinin o taşı bir çocuğun üstünde sıkması halinde o çocuk ölürmüş. Eğer çocuğun evinde de o taştan varsa bir tesiri olmuyor. Taşın bu olağanüstü gücü çocuğa kırkı çıkıncaya kadar tesir ediyor. Bu yüzden özellikle Ağrı'da kimse kırkı çıkmamış çocuğu konu komşuya göstermez. Ki bu adet diğer illerde de var. 

Arvağı beni bastı

Eski Türk inanışlarında şamanların ve bilge insanların hayvan şeklinde arvak (cin, eş) denen bir ruhu olduğuna inanılırmış. Geyikli babanın geyiğe binerek gezmesi, Hacı Bektaş Veli'nin şahin olup uçması arvak ile bağlantılıdır. Harput'ta "Ne biçim kişiymiş ki ağırlığı (arvağı) beni bastı, fikrini sözünü kabul ettirdi" deyişi bu inanışının devamı olarak görülebilir. 

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN