Türkiye beni evlat edinen anavatanım

Türkiye beni evlat edinen anavatanım

Türkiye’ye ilk kez 1964’te gelen ve Balıkesir’in Bereketli köyünde iki yıl ‘Barış Gönüllüsü’ olarak görev yapan Prof. Dr. Heath Lowry, yarım asırlık Türkiye tutkusunu yazdığı kitapta anlattı. Lowry, anılarında oruç tuttuğundan işkembe yediği ilk güne, kan davasına ettiği tanıklıktan hapishane ziyaretine pek çok ilginç anekdota yer verdi.

İNCİ DÖNDAŞ

Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Heath W. Lowry, ‘Yarım Asırlık Tutku Türkiye ve Ben’ adlı anı kitabında, Türkiye’ye ilk geldiği 1964’ten 66’ya kadar geçirdiği süreyi anlatıyor. O yıllarda 21 yaşında olan Lowry, dönemin ABD Başkanı John Kennedy’nin kurduğu Barış Gönüllüleri’ne katılır ve ‘Kırsal Toprakların Geliştirilmesi’ için Türkiye’ye gönderilir. Bu süreyi o yıllarda haritada bile görünmeyen Balıkesir’in Bereketli Köyü’nde geçiren Lowry, burada neler öğrenmemiş ki; misafirperverlik, ‘inşallah’ sözüyle özetlenebilecek kader anlayışı, yüzleşilen zorluklar karşısında metaneti korumak, hayatı sürekli kontrol altında tutmanın imkansız oluşu... Ramazan’da köylülerle birlikte oruç tutmuş, köye tek başına kavak ağaçları dikmiş, ‘kaçak’ odunla tanışmış, gazete kağıdına sarılan tütün içmiş. Tabii geldiği ilk günler büyük şok yaşamış. Mesela Türkiye’ye adım atmadan önce öğrendiği ‘Buralarda benzin var mı?’ cümlesinin ne kadar faydasız olduğunu görmüş. Şu an önemli bir Osmanlı tarihi profesörü olan Lowry, Boğaziçi Üniversitesi, Princeton Üniversitesi’nin ardından halen Bahçeşehir Üniversitesi’nde görev yapıyor. Kendi tabiriyle ‘evlat edinildiği’ anavatanında bir Türk kadınla evlenen, yakın zamanda Türk vatandaşı olan 75 yaşındaki Lowry ile kitabını konuştuk.

1964’te Türkiye’ye geldiniz. ABD’deki şartlarla o yılların Türkiye’sindeki şartlar arasındaki farkların sizi nasıl şaşırttığını söylüyorsunuz. Mesela tuvalet bile yoktu köyde. ABD’ye dönmeyi hiç düşündünüz mü?

Bir tek Ankara’da geçirdiğim ilk gece. İşkembeciye gitmiştik. İçinde ne olduğunu bilmiyordum. İçince ‘Acaba hata mı yaptım?’ diye düşünmüştüm. Hala içmem!

17-03/28/screen-shot-2017-03-28-at-040958.pngHeath Lowry’nin kitabında Bereketli’de yaşadığı odadan köy kahvesinde geçirdiği günlere ait pek çok fotoğraf yer alıyor. Onlardan biri de İsmet İnönü ile tanıştığı günden... Lowry, anlattığı anekdotta İnönü’nün İngilizceyi mükemmel konuştuğunu söylüyor.

Kitapta sizin döneminizden bazı kişilerin hayatta olduğunu söylüyorsunuz. Onlarla görüşüyor musunuz?

Üç yıl önce Bereketli’ye gittim, köyün nüfusu benim zamanımdakinden az. Çoğu Balıkesir’e taşınmış. Çiftçilik yapanlar günübirlik gidip geliyor. Orada mesela 48 yaşındaki biri yanıma geldi ‘Heath abi beni hatırladın mı?’ diye sordu, ben oradayken iki yaşındaymış. Benim yaşımdakiler de vardı tabii. İlginç bir şey oldu, kitapta da anlattım kan davasıyla ilgili. Mesela gençlere bu olayı anlattığımda ‘Katiyyen böyle bir şey olmadı’ dediler ama yaşlılar anlattığım olayı hatırladı. Hatta oradaki kan davası nedeniyle hapiste olanlar ailelerinden köye bir Amerikalı’nın geldiğini öğrenmişler ve beni görmek istemişlerdi. Benimle tanışmak istemişlerdi, hapishaneye gittim.

Yaşadığınız yer duruyor mu?

Yakın zamana kadar kaldığım evdeki oda bıraktığım gibi duruyordu. Geri döneceğimi düşünüp öyle bırakmışlar.

Neden Türkiye’de yaşamayı seçtiniz?

1966’da ABD’ye döndüğümde üniversiteye girmeye karar verdim. 1960’da tiyatro eğitimi alıyordum ama dönünce Türkiye ile ilgili bir şeyler okumak istiyordum. Portland State Üniversitesi’ne girdim, iki profesör vardı biri antropolog diğeri genç bir Osmanlı tarihçisiydi. Türkiye ile ilgili tüm dersleri aldım. Antropolog felaket çıktı! İlk derste bize bir film gösterdi, Atatürk Orman Çiftliği’nde bir traktör vardı görüntülerde ‘Bu Türkiye’deki tek traktör’ dedi. Ben Bereketli köyündeyken üç tane traktör vardı! Kendisine bunun yanlış olduğunu söyledim, ‘Hayır’ deyince ‘O zaman sen aptalsın’ deyip dersi terk ettim. 1971’de tez için İstanbul’a geldim, bir yıl sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermeye başladım. 1980’de İstanbul’da hayat pek güvenli değildi, ABD’ye döndüm. 2013’e kadar hemen her sene birkaç ay Türkiye’ye geliyorduk.

Birkaç yıl önce Türk vatandaşı oldunuz. Neden daha önce değil?

2013’te Princeton Üniversitesi’nden emekli olunca temelli Türkiye’de yaşamaya karar verdik. Bir gün televizyonda programa çıktım, gelen sorulardan biri de nede Türk vatandaşı olmadığımdı. Aslında fırsatlar olmuştu, Turgut Özal teklif etmişti ama o yıllarda ABD’de olduğum için kabul etmemiştim. Bunu söyledim herhalde Ahmet Davutoğlu duydu, Dışişleri Bakanlığı’ndan telefon ettiler, vatandaş oldum.

Bereketli’den kalan alışkanlığınız var mı?

Kuru fasulye orada benim ana yemeğimdi, hala seviyorum.

Türkiye’ye ilk geldiğinizde CIA ajanı olduğunuzun düşünüldüğünü söylüyorsunuz.

ABD ise Türk ajanı olduğum düşünülüyor. Derin deniz ve şeytanın arasında kalmak gibi. 10 yıl önce çok iyi tanıdığım bir arkadaşım ‘Heath aramızda hiçbir sır yok, söyleyebilirsin ajan mısın?’ diye sordu. Evet CIA o kadar iyi çalışıyordu ki 60’larda Türk köylerine ajan koydu ama İran’ın nükleer silahının olduğunu 70’lerin başında öğrenemedi!

ÖZAL’IN KADERİNİ DEĞİŞTİREN NEVRUZ

Bu anılarınızın birinci kitabı. Kaç tane daha yazacaksınız?

Herhalde iki cilt daha olacak. Birinde Türkiye’de tanıdığım kişiler ve onlarla ilişkilerim yer alacak. Diğerinde ise 1972-1980 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çalışma hayatım yer alacak. 

Türkiye’de tanıdıklarınız arasında kimler olacak?

Başta Turgut Özal olacak. Cumhurbaşkanı olduktan sonra beni çağırdı ve hayatını yazmamı istedi. Kendisine ‘Heath Lowry’ye anlattığım hayatım’ diye bir şey yapabileceğimi söyledim. Kabul etti ve bana ‘Ama şimdi söyleyeceksin neden yazmak istemiyorsun?’ diye sordu. ‘Şimdi sizin istediğiniz şekilde yazarsam Türkiye’de tanıdığım ve sevdiğim kişilerin yarısını kaybedebilirim. Ama eğer kendi fikirlerimi koyarsam bir tane çok kuvvetli düşmanım olabilir’ dedim. Güldü. O gün 3-4 saat anlattı. Ertesi gün tekrar çağırdı. Ben sonra ABD’ye gittim. Bana bir telefon numarası yazdı ve Türkiye’ye gelmeden 10 gün önce kendisine haber vermemi istedi. Hatta Abant’ta kimsenin bilmediği bir evi olduğunu, orada bu işi bitireceğimizi söyledi. Ama bunu söyledikten bir ay sonra vefat etti. Elimde  8 saatlik kayıt kaldı.

Peki o kayıtlarda neler var?

Benim Türkçem çok parlak değil onun İngilizcesinden kat kat iyi. Ama konuşmayı illa İngilizce yapmak istedi. İngilizcesi çok kötüydü. Böylece onu bazı konularda köşeye sıkıştırabildim. Mesela kimse onun sakat olduğunu bilmiyor. 10 yaşındayken ailesiyle Silifke’de yaşıyormuş. ‘Sene de bin bayram var, hepimiz dağlara giderdik’ dedi. Bu bayramla Nevruz’u mu kastettiğini sorunca ‘evet’ dedi. Oradan dönüşte kendisi eşeğe binip köye inmek istemiş. Annesinin istememesine karşın binmiş ve eşekten düşmüş. Sağ mı sol mu hatırlamıyorum kolundaki kemikler parçalanmış. Gittikleri doktorlar  ‘Kolu keseceğiz’ demiş. Bunu anlatırken önümde soyundu ve kolunu gösterdi. Gerçekten kolunda bir delik vardı ve kolunu belli bir yerden yukarıya kaldıramadığını söyledi. ‘Bu, hayatımı değiştirdi’ dedi. O yaşına kadar büyüyünce ne yapmak istediğini sorduğumda ‘Ya güreşçi olacaktım ya da asker’ yanıtını vermişti.

Başka ne anlatmıştı?

Çocukluğunda yaşadıkları Malatya’da Bursa Söğüt’te, Silifke’de elektrik yok. Liseyi Kayseri’de okumuş, orada da elektrik yok. Bir bayramda Malatya’ya ailesinin yanına gitmek için trene binmiş. Tren Malatya’ya Halep üzerinden gidermiş. Tren orada birkaç saat durmuş Özal hayatında elektriği ilk kez orada görmüş. İlk kez New York’a gidişi de ilginç. ‘Uçaktan indim, saatlerce sokaklarda yürüdüm. İnanamadım. Saatlerce gökdelenlerini seyrettim. Çünkü o zamanlar Türkiye’de her şey güzel diye anlatılıyordu’ demişti.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN