Alaattin Karaca yazdı: Bozkırın tezenesi

Alaattin Karaca yazdı: Bozkırın tezenesi

Mustafa Çiftçi, Anadolu’yu ve Anadolu insanını ustalıkla anlatıyor, dile taklalar attırıyor. İç Anadolu’ya özgü dili, tüm canlılığı, tabiiliği ve rengiyle ustaca kullanıyor. Bu hâliyle ‘Bozkırın tezenesi’dir Mustafa Çiftçi. Neşet Ertaş’ın öykücü ikizi.

18-03/11/kitabin-ortasindan.png

Güzel öyküler yazıyor Mustafa Çiftçi. Bir kere, çağdaş öykü yazarlarının çoğu, özgünlüğü biçim ve anlatım tekniklerinde ararken, o klasik, tek çizgi üzerinde düz ilerleyen öyküler kaleme alıyor. Bunlarda zamanda kırılmalar, metinler arası ilişkiler, gerçekle düşün iç içe girmesi, kahramanların dönüşmesi, bilinç akışı vb. tekniklere rastlanmıyor. Yeni teknikler olsa kötü mü? Hayır! Ama olacak diye bir şart da yok!..

Söz, öyküde biçim ve teknikten açılmışken, edebî eserde biçim-öz ilişkisi üzerinde kısaca durmakta fayda var. Genelde tekrarlanan bir sözdür “edebiyatta ne söylendiğinden çok nasıl söylendiği”nin önemli olduğu. Doğrudur, sanatta önemli olan konu veya konunun çok yüce olması değildir; önemli olan güzel ve etkili anlatmak… Demek ki, biçim ve teknik -eskilerin deyişiyle lâfız- önemli. İyi ama mana önemli değil mi? Bence o da önemli! Sanırım mana ile lâfzı; yani biçim ile özü birbirinden ayırarak yanlış yapıyoruz. Çünkü biçim ve öz, bir kâğıdın iki yüzü gibidir birbirinden ayrılmaz. Mana, kendine uygun lâfzı bulur, öyle olması gerekir… Bir de lâfızda kalmak var! Bazı lafızlar, iletmek istediği manayı taşıyamaz, taşıyamadığı için de mana ile lâfız arasında uyumsuzluk ortaya çıkar. Lâfızda, kabukta kalmak budur! Mustafa Çiftçi’den örnek vererek açıklayayım bunu.

Çiftçi’nin öykülerinin çoğunda Anadolu ve Anadolu insanı merkezdedir… Olayların hemen hepsi Yozgat ve Ankara’da geçer, kahramanlar da “Orta Anadolu insanları”; onların hayatları, sıkıntıları, evlikleri, aşkları, işleri vs… Kısaca mana dairesinde “Anadolu’daki mahalli hayat ve mahalli kişiler” var. Sonuçta bu mahalli evren, kendine en uygun dille, teknikle anlatılmalı. İşte bu teknik, bu biçim, öncelikle o daireye uygun mahalli lafızları buluyor; yani öz, kendini en iyi ifade edeceği dile bürünüyor; bu da doğallıkla “mahalli dil”!..  Sonra kahramanların kültür ve eğitim düzeyi belli, iç bunaltıları, entelektüel krizleri olan, varoluşsal sıkıntılarla kıvranan karakterler değiller. O hâlde bilinç akışı, monolog, iç konuşmalar, zamanda kırılmalar vb. anlatım tekniklerine uygun değiller. Kısaca bu öykülerde özü oluşturan atmosfer, kendine en uygun tekniği bulmuş, o da geleneksel anlatım tarzı ve mahalli dil. Nitekim dikkat edilirse, öykülerin çoğunda anlatıcı, adeta bir kahvede veya bir dükkânda oturmuş da çevresindekilerle sohbet eder gibidir; sanki bir meddah veya halk hikâyecisi. Meselâ “Piç Sevi”de Eczacı Selim Efendi’yi anlatırken; “Kızın babası Eczacı Selim Efendi’dir. O kimmiş derseniz; Eczacı Selim Efendi, Erkan ve babası Sülükçü Müslüm için cumhurbaşkanı şöyle dursun, kral kadar, padişah kadar mühim adamdır. (…) Neyse lafı uzun etmeyelim. Kız meselesine bir daha uğrarız.” (Bozkırdaki Altmışaltı, s. 140) der.

Son olarak şunu da belirteyim: Kanaatimce eserin yaratım sürecinde önce mana belirir, sonra bu mana kendine uygun lafızla şekle bürünür. Peki mana/öz, kendine uygun biçim bulamazsa ne olur? İşte bugünkü gibi uyumsuz, “yapay, sadece biçimden ibaret, ruhsuz eserler ortaya çıkar.

18-03/06/ekran-resmi-2018-03-06-183402.png

Mustafa Çiftçi’nin “Bozkırda Altmışaltı” (İletişim Yay., 2017, 4. Baskı) adlı eseri öyle değil! Kitapta “Handan Yeşili”, “Kara Kedi”, “Ensesi Sararmış Adamlar”, “Ankara’daki Evlâtlar”, “Bir İğne Bir Kuyu”, “Elif, Nina, Tolga” ve “Piç Sevi” adlı yedi öykü var. Bu öykülerde teknikten çok öz -Anadolu hayatı- öne çıkar. Yazar, yeni tekniklerin peşinde değildir. Öykülerin en özgün yanı, evvelâ dili… Çünkü yazar, İç Anadolu’ya özgü dili, tüm canlılığı, tabiiliği ve rengiyle ustaca kullanmakta!.. Hatta bu bakımdan bir “dil virtüözü” denebilir ona.  Tüm öykülerde; “Annem dersen zaten camız yoğurdu gibidir.” (s. 9), “Yemeği beraber yiyek güzellik otum” (s. 11), “… mayın tarlasında eşek oldum kaldım” (s. 16), “kaçırdın mı, yan ağla, dön ağla” (s. 38), “Dövülmüş danalara döndük” (s. 56), “Nedir senin aklının dibindeki?” (s. 58), “kitabın essah kavline göre konuşmuştur” (s. 72), “acemi avcıların ördek beklediği gibi” (s. 81), “Götüne soğuk değsin de bak nasıl gelir” (s. 102) vb. deyimler, İç Anadolu’ya özgü argo ifadeler, benzetmeler, döner durur.

Sonra, çoğu esnaf olan karakterler… Çiftçi, Anadolu’nun kendine has karakterlerini tasvirde usta. “Handan Yeşili”ndeki bozkır çocuğu “Çetin”, babası Sansar Sami, “Kara Kedi”deki esans satıcısı Aziz Efendi, “Ensesi Sararmış Adam”daki taksi şoförü Öpçe Sadi, “Ankara’daki Evlatlar”ın esnaf Refet Efendisi, “Bir İğne Bir Kuyu”nun terzi Niyazi Efendisi ile oğlu Şahin, hele Ümmet, “Piç Sevi”deki Piç Erkan ve babası Sülükçü Müslüm, “Adem’in Kekliği ve Chopen”deki Marangoz Adem, aynı kitapta “Çati’ye Kıyamam” öyküsündeki yoksul, gariban Çati unutulmaz karakterler…  Kahramanlarına hükmetmiyor Çiftçi, kendi hallerine bırakıyor. Ama bir öykü hariç: “Elif, Tina, Tolga”. Bu öykü, tarzına uymuyor. Bir kere kahramanları Tolga ve Tina doğal değil! Ayrıca yazar, Doğu-Batı karşılaştırması yapma, zaman zaman da mesaj verme kaygısında. İşte bu nedenle öykü yapaylaşıyor, karakterler kartona dönüşüyor. Meselâ öyküde, bir müstahdemin kızı olan Elif’e âşık olur Tolga, bir Batılı kız (Tina) bu aşkın imkânsızlığına dair siyasî, sosyal yorumlarda bulunur (s.118). Mesaj kaygısı!.. İyi ama Çiftçi’nin buna ihtiyacı var mı? Bence yok! Anadolu dışına çıkınca, Anadolu tiplerini tasvirden uzaklaşınca ve sosyal mesele peşinde koşunca, yazarın nefesi tıkanmış!..

Hasılı Çiftçi, Anadolu’yu ve Anadolu insanını anlatırken usta, oradan çıktığında tıkanıyor. Ele aldığı esnaf tiplerini ustalıkla anlatıyor, dile taklalar attırıyor. Ama bir dezavantajı var! Sürekli aynı tipleri ve aynı dili tekrarlayabilir… Anadolu dışına çıktığında tıkanabilir. Ayrıca anlattığı tip ve olaylar, geçmişte kalıyor, kaldı bile… Öyküsüne bu nedenle, başka yollar, başka kanallar da bulmalı. Ama kanaatimce Anadolu’da kalarak bulsun o yolu… Zengin bir damar yakalamış çünkü.

Bu hâliyle “Bozkırın tezenesi”dir Mustafa Çiftçi. Neşet Ertaş’ın öykücü ikizi.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN