Emine Batar: Günümüzde sarsıcı eserler ortaya koymak zor

Emine Batar: Günümüzde sarsıcı eserler ortaya koymak zor

Emine Batar, yeni kitabı ‘Turuncu Ölüm’, bağımsız öyküler olarak ilerlese de son hikaye hepsini birleştiriyor. Arka planda yer yer felsefeyi ve psikolojiyi kullanan Batar, bugünün dünyasında sarsıcı eserler ortaya koymanın zor olduğunu söylüyor: Buhranlar maddiyatın sağladığı rahatlıkla anında emiliyor, acı henüz rengini bulamadan kayboluyor.

Emine Batar, dördüncü öykü kitabında sade fakat güçlü diliyle karakterlerini ortak bir olay karşısında birbirine bağlıyor. Ölümle zorunlu olarak bir nevi akrabalık kuran öykü kişileri ve okurlar, kendilerini kuşatan ölüm dışında hiçbir şeye sahip değil. Her hikaye üç bakış açısından anlatılırken değişmeyen tek şey, aralarından birinin ayrılmış olması. Batar ile konuştuk... Öncelikle kitabın ismini sormak isterim. Ölümün rengi bizde siyah olarak bilinir. Fakat siz turuncuyu seçmişsiniz. Bunun özel bir anlamı var mı? Her bir ölümün diğerinden farklı sebepler ve sonuçlar içerdiği öyküleri turuncu renkte birleştiren nedir? Kitapların isimlerini hep en sona bırakmışımdır. Dosya biter, yayınevine gitmek için son hazırlıklar yapılır, aklıma birden isim üzerinde düşünmediğim gelir.’Turuncu Ölüm’ kitaptaki bir öykünün ismi, kitap için de uygun oldu; bütün öyküleri kendi etrafında topladı. Her kahramanın ölümle gelen acısı farklı. Bunlar bir yerde birleşsin istiyor insan ama herkes birbirinin acısının yanından kayıtsızca veya bihaber geçip gidiyor. ‘Biz’ olmaktan kopup ‘ben’ olmanın cazibesine kapıldığından beridir yalnız olan insan her an ölümle kuşatıldığını aklından çıkaracak kadar da mağrur. Oysa ölüm, hayatın en kadim olgusu. Turuncu renk bana karanlık ve aydınlığı, ümidi ve ümitsizliği, iyiliği ve kötülüğü birlikte barındırıyor gibi gelir. Ölüm üzerine ciddi bir tefekkür var kitapta. Arka planda yer yer felsefeyi ve psikolojiyi kullanıyorsunuz. Tıpkı üçüncü kitabınız ‘Islıkla Çağrılan’ gibi bu kitapta da şiirsel cümleler yer alıyor. Bütün bu felsefik, psikolojik yaklaşımın ve şiirselliğin metninizi güçlendirdiğini düşünüyor musunuz? Bugünün dünyasında sarsıcı eserler ortaya koymak zor diye düşünüyorum. Buhranlar maddiyatın sağladığı rahatlıkla anında emiliyor, acı henüz rengini bulamadan kayboluyor. Her birey kulesini en yükseğe çıkarmak için uğraşıyor, böyle olunca kendinden başkasını görmüyor. Herkes kendinin biriciği. Küçük sancılarımızın ve sarsıcılıktan uzak düşünce dünyamızın içinde elle tutulur bir şeyler arıyoruz. Geçmişten bugüne görkemini koruyan yalnızca ölüm var. Beni ölüm teması etrafında dolaştırıp duran bu olabilir. Şiiri çok severim, fakat yazamam; öykülerimde bir aroma ve tat olarak bu şiirsel dili kullanmam da yazamamamın bir tesellisi belki de. Anlatım o sırada neye ihtiyaç duyuyorsa onu buluyor. Metnin oluşumundaki bu dengeyi anlatmak bir yerden sonra olanaksız. Felsefe ve psikoloji insanın iç alemiyle ilgilendiği için uzak durmak mümkün değil. Sanatın merkezinde insan var çünkü. İnsanın bedensel fonksiyonları bile ruhunun sonucudur. Kitap bağımsız öyküler olarak ilerlese de son öyküde birleşiyor. Bu çalışılmış bir şey miydi yoksa kurgu mu sizi buraya sürükledi? Aynı kitaba giren öyküler arasında -en azından bir yönden- bütünlük olmasından yanayım. Bu kitapta bir tema
bütünlüğü vardı zaten. Fakat ilk başladığımda böyle kurgulamamıştım. O kendi ibresine doğru beni çekti ve böylece nasıl devam edeceğimle ilgili bana yardımcı oldu. Yani öyküleri birleştirmeye üç karakterin öyküsü ortaya çıktıktan sonra karar verdim. Dört öykü kitabınız var. Her kitapta farklı bir form denediğinizi görüyoruz. Yeni bir form denemek öykücü için riskli midir? Anlatınız bu durumdan nasıl etkileniyor? Sanat daima değişme, yenilenme isteği uyandırır insanda. İşlevlerinden biri de budur. Eğer her çıkan kitabım bir öncekine benzeyecek olsaydı en başta ben okumak istemezdim, sıkılırdım. Beni heyecanlandırmayan, okuru nasıl heyecanlandırsın? Yeni bir form denemek riskli olabilir elbette ama bu riski göze almak düşüncemi canlı tutuyor. Bir süre sonra yazmak ve yazmamak eşitlendi benim için. Ne yaptığımı, niçin yazdığımı sorgulamaya başladım. Yazdıklarımı ölçüp biçme titizliğim her adımda daha da önem kazandı. Elbette bu konuda beni en çok besleyen okuduklarım oldu. Okumakla körlüğümü gidermeye çalışıyorum, daha doğrusu körlüğümün kılcal damarlarına iniyor, onu keşfediyorum. Bu keşiften sonra yazmaya oturduğumda o kılcal damarlardan biri daha açılıyor. Her yeni form arayışını buna benzetebiliriz belki. Form demişken... İlk kitabınız ‘Uzayan Gölgeler’de hakikat arayışı, kavrama gücü okura “Evet burada bir yaşanmışlık var” hissi veriyordu. Daha sonra siz kurguyu öncelediniz. Bu tercihinizin sebebi nedir? O zamanlar hem acemiliğin verdiği saf, açık yürekli bir dil hem de forma yabancılık var. İkisinin belli bir denge içinde ve birlikte olması gerekirken, ‘şöyle yazmalıyım’dan çok ‘şunu yazmalıyım’ ön planda. Henüz yolun başındayım; yazma konusunda çok iştahlıyım, ne yazsam oluyor gibi geliyor. Ayrıca yaşanmışlıklar söz konusu: Özellikle bir metin haline gelmek isteyenler acele ediyorlar yazılmak için. Sanatı henüz tanımadığım ama kendimi içinde bulduğum bir dönemdi. Bir konuda fazla bilginiz, birikiminiz yoksa daha özgürsünüz demektir. Bu özgürlük de bir çeşit deli cesareti sağlar. Öğrendikçe eksiklerimin farkına vardım. Farkına varmam deli cesaretimi elimden aldı, beni yavaşlattı. Geçtiğim yolları daha iyi görmemi sağladı bu yavaşlama. ‘Uzayan Gölgeler’deki öyküler ise koşarak başladığım öykü yolculuğumun meyvesidir ve benim için de kıymetlidir. Fakat kitaptaki öykülerin size dokunmasını kurgunun geri planda olması üzerinden açıklamamız doğru olur mu bilmiyorum. Doğallığı, samimiyeti kendi gerçeğimize en yakın olanda buluruz çünkü. Diyelim ki o öykülerde yaşanmışlıklardan yola çıkarak yazdığım öyküler daha çok. Ama hangi öykünün ‘gerçekten’ yola çıkarak, hangisinin tamamen kurgusal olduğunu okur bilemez. Çünkü yazdığımız şey tamamen gerçek olsa bile onu yazıp bir hikâye metni haline getirdiğimizde o artık kurgudur. Hiç deniz görmesek bile bir denizci öyküsü yazmamız gerekebilir. Diğer taraftan yazarken; gördüğümüz, duyduğumuz veya yaşadığımız şeylerden -farkında olmadan veya olarak- yazdıklarımıza sürekli damıtırız.
SIDDIK

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN