İs kokusu gibi roman

İs kokusu gibi roman

Bige Güven Kızılay, ‘Hayal Ağacım-İğde’de eski Türk filmlerindeki iyiliğe, yakınlığa, dayanışmaya, samimiyete olan özleme sesleniyor. Tıpkı kışın hatırlanan is kokusu gibi. Yazar, olumlu anılarına yaslanıp okurun da kendisine çocukluk biçmesine sebep oluyor. Umutsuzluk becereksizlikte eriyip gitmiyor, anlattıklarıyla ümitsizliğe merhem sürüyor.

BELGİN SUNAL

Bugün 35-40 yaş üstü ortalama kentli bir insanla oturup biraz derin bir sohbete dalsanız, bir yerden mutlaka bir Türk filmine gönderme çıkar ama öyle 80 sonrası ve devamı Türk sinemasına değil, 50’lerden 80’lere kadar olan kısım muhtemelen. Sosyal psikolojimizde böyle bir şey var, o filmleri, o zamanın insanlarını, ilişkilerini özlüyoruz. Şakaları kaba, çiğ, sakil ama en önemlisi zararlı değildir. Kötüler hep cezasını bulur. İyiler hep kazanır ama bu çoğunlukla para değildir. Para, aile ve aşk ilişkilerinin değeri karşısında adeta küçümsenir, hatta kötü adamın/kadının suratına fırlatılır. Dayanışma vardır. İlla dürüstlüğün sesi olan bir karakter vardır. Sınıf atlama çabası, kendini ve değerlerini feda etme pahasına yapılacak bir şey olarak tanımlanır ve makbul görülmez. Ezcümle, iyi, naif ve çocuksu insanların dünyasıdır. Diğer yandan, bunu belli yaş üstündeki insanların geçmişe duyduğu özlem olarak açıklamak eksik kalacaktır çünkü biz artık hiç de ‘iyi, naif ve çocuksu insanların dünyası’nda yaşamıyoruz. Bu bakımdan, eski Türk filmlerine duyduğumuz özlem, bir anlamda iyiliğe, yakınlığa, dayanışmaya, samimiyete duyduğumuz özlemdir.

Bige Güven Kızılay, hem romanlarında hem de son iki deneme kitabında bu özleme sesleniyor. ‘Hayal Ağacım-İğde’ ise bu zincirin son halkası. Bu yapay bir sesleniş, bir kurgu değil, onun içinden geldiği dünya bu ve öyle anlaşılıyor ki halen koruyabildiği bir dünya. Zaten okuru kendine çeken şey de bu. Onun dünyası büyüklerin büyük olduğu, iş ve aile görevlerini büyük aksamalar olmaksızın gerçekleştirebildiği, ağır yoksunlukların ve yoksullukların olmadığı, olan kısmının da büyükler tarafından tolere edildiği, çocukların büyüklerin yardımıyla deneyimlerinden öğrenerek çıktığı, çocukluklarını yaşayabildikleri, değer verildikleri, zorlukların aşılabilir olarak tanımlandığı ve bunun için çaba harcanabilen ağırlıklı pozitif bir dünya. Yazar, okura bu dünyayı açıyor ve bir anlamda, günümüzde olan biteni dert eden insanlara musallat olan çıkışsızlık, ümitsizlik duygusuna merhem sürüyor. Hadi, diyor, bak burada bu var, gördün mü, burada da şu, hatırladın mı, haydi, yapabiliriz, küçük küçük değiştirebiliriz, umut edebiliriz, sadece sen bile yapsan, kâr, haydi!

Öyle anlaşılıyor ki, belki de insanoğlunun en sağlam sigortası budur, ne kadar yüzeyselleşme bombardımanı altında kalsak da bir tarafımız buna direniyor. Ruhumuz mu demeliyiz buna? Sesini çok az duyabildiğimiz, en fazla ihmal ettiğimiz ruhumuz? Bige Güven Kızılay, bir tür gaflet uykusu gibi dalıverdiğimiz, belleksizleştiğimiz, hatta hissizleştiğimiz kendimizle bağımızı, kendi çocukluk hatıraları üzerinden tazeliyor, güçlendiriyor. Hani çocukluğunuzun havadaki is kokusunu hatırladığınızda kışı, babanızın kömür parasını denkleştirme telaşını, annenizin pişirdiği salçanın kokusunu, çalışmaktan büyümüş ellerini, sobanın üzerinde kızaran ekmeği, içinde eriyen peyniri ve şekerli çayı, pazar günlerinin radyodan gelen maç seslerini, sabun kokusunu hatırlarsınız ya… Sizi siz yapan şeyleri… Bir is kokusu insanı onca şeye alıp götürüverir. Bige Güven Kızılay, bir bakıma o is kokusu gibi.

Diğer yandan öfkenin, korkuların, ihmalin, ağır hayat koşullarının, utancın, küçük düşmenin, sindirilmenin, ruhsal ve bedensel istismarın olmadığı bir geçmiş tasavvuru bu. Geçmişi bir olumlu anılar diyarı olarak görmek isteyip öyle kurgulamamızı kolaylaştıran bir yanı var kitabın. Bir tür kaçış oluşturuyor. Bir tür, yazarın olumlu anılarına yaslanıp okurun da kendine çocukluğundan öyle bir çocukluk biçmesine sebep oluyor. Yine de insanın sevgiyi hissedebildiği yaşantıları elde tutmak istemesinde şaşılacak bir şey yok.

Bige Güven Kızılay, eskiden öyle görmeyip şimdi değerini anladıklarını, yaptığı hataları, beceriksizliklerini, tekrar tekrar deneyip nihayet oldurduklarını, yıkadıklarını, pişirdiklerini, altüst ettiklerini, bir gün aniden fark ettiklerini, hep koruduklarını, hiç vazgeçmediklerini ama her zaman benim hayatım, benim deneyimlerim diye değer verdiklerini yazıyor. Kendini önemsiyor, kendiyle alay ediyor, kendini büyütmeye, zenginleştirmeye çalışıyor. Muhtemelen okuru çeken de bunlar. Olumsuz bir iç sesi yok, kendisiyle tek yönlü bir ilişkisi yok, umutsuzlukta, beceriksizlikte eriyip gitmiyor. Allah’ına direniyor, umut ediyor ve deniyor. Okura, sen de yapabilirsin diyor. 35 yaş altı da iyiliğe, dayanışmaya, samimiyete ihtiyaç duyuyordur şüphesiz fakat onlar kapitalizmin ve teknolojinin çok acı bir çağına denk geldi. Yoğun bir yüzeyselleşme tehdidi altındalar. Onların bu duyguları hayata geçirme çabası daha zorludur diye düşünüyor insan ve aslında tam da bu nedenle, bu tür malzemeler onlar için çok daha elzem olmalı.

18-06/13/ekran-resmi-2018-06-13-204528.png

Hayal Ağacım-İğde
Bige Güven Kızılay / Hayy Kitap
264 sayfa / 20 TL

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN