Sait Faik hapse girmekten çok yürüyememekten korkardı

Sait Faik hapse girmekten çok yürüyememekten korkardı

Sait Faik Abasıyanık’ın yaşamını ve aşklarını ‘Yalnız Hatta Yapayalnız’da anlatan Özlem Esmergül “Sürekli yürüyen, sürekli insan manzaraları izleyen bir adam” dediği yazarla ilgili “Hapse girmekten de en çok bu yüzden korkuyor zaten. İçeride olmak mesele değil onun için, yürüyememek işin fenası... Yürümezse yazamaz. Yürümekle yazmak arasında büyük bir bağ kurmuş” yorumunu yapıyor.

RÖPORTAJ/ERKUT TEZERDİ

Türk öykücülüğünün eşsiz kalemi Sait Faik Abasıyanık’ın hayatı romanlaştırıldı. Özlem Esmergül’ün kaleme aldığı Destek Yayınları’ndan çıkan ‘Yalnız Hatta Yapayalnız’da, yazarın hayatının dramatik kırılma noktaları ve yaşadığı dönem edebiyatımızın birçok önemli ismiyle kurduğu yakın ilişkiler satırların arasında yer buluyor. Romanda, aşkları da genişçe anlatılırken hayata bakışı geri plana hiç atılmıyor. Esmergül’le konuştuk.

‘Yalnız Hatta Yapayalnız’da Sait Faik Abasıyanık’ı, ailesini, sevenlerini, dostluklarını, sokağın insanını anlatıyorsunuz. Neden böyle bir roman yazdınız? Sizi cezbeden ne oldu?

Türk edebiyatında ‘hikâye’ dendiğinde önce Sait Faik Abasıyanık vardır benim için sonra Tomris Uyar… Sait Faik, yazım tekniği açısından da ilgiyle okuduğum bir yazardı zaten. Ders çalışır gibi notlar çıkararak izini sürerdim yazarlığının. Biraz mesleğimden dolayı da sahip olduğum bir refleks bu. Ders kitabı gibi okuduğum birkaç yazar daha vardır böyle. Yusuf Atılgan, Sevgi Soysal, Kemal Tahir gibi… Sait Faik’in hikâyeciliğini incelerken ister istemez yaşamına da gözümü çevirmek zorunda kaldım. Çünkü yazarlar yaşadıkları dönemin koşullarına göre de yazım üslupları seçer ve geliştirirler. Sait Faik’in yaşadığı 40’lı yıllarda Türk edebiyatı toplumcu gerçekçi yazarlar ortaya çıkarırken, Sait Faik’in bireycilikteki ısrarı çok dikkat çekiciydi. Aziz Nesin’in anılarını okurken kapıyı aralayan cümleleri buldum. ‘Sait yaşadığı gibi yazardı’ diyor Aziz Nesin. ‘Yaşadığı gibi savruk, dili kekremsi, kuralsız bir adamdı. Rum kızlarına aşık olurdu. Ne kalabalıkların içinde yaşayabilir ne kalabalıklardan kaçabilir. Kendini yalnızlığa mahkum etmiş ama yazmak için sokakta olmaya muhtaç bir adam…’ İşte bu dedim… Sait Faik’in hikâyelerindeki deha bu. Üstelik ne kadar da romanesk bir adam...

Romanı yazımına ilişkin detayları anlatır mısınız?

Sait Faik hakkında okumaya ve araştırmaya devam ettikçe hayatımın orta yerinde zaman kırıldı ve bir anda 1940’a gittim. Onu sıkıyönetim mahkemesinde, hakim karşısında gördüm. Yazdığı öyküyü savunuyordu. Öykünün adı ‘Çelme’… Siyasetle işi olmamış hatta toplumcu yazmıyor diye dönemin Babıali’si tarafından dışlanmış bu adamın sıkıyönetim mahkemelerinde işi ne? Roman da böyle başladı zaten... Sait Faik’teki sevgi görme ve onaylanma ihtiyacı olağanüstü irdelenmesi gereken bir meseleydi benim için. Fransa’da eğitim görmüş, Fransızca çeviriler yapan, iyi kitaplar okuyan bir entelektüelin hamallarla, kestanecilerle, kerhanecilerle, balıkçılarla, martılarla, kırlangıçlarla ve dipsiz bir yalnızlıkla kendini ifade ediyor olması başlı başına bir romandı. Hayatını susarak yaşamış bir adamın iç sesini konuşturmak istedim... Cebinde hep bir sarı defter var. Bir kurşun kalem, kalemi yontmak için bir çakı, biraz da kabak çekirdeği… Sürekli yürüyen, sürekli insan manzaraları izleyen bir adam… Hapse girmekten de en çok bu yüzden korkuyor zaten. İçeride olmak mesele değil onun için, yürüyememek işin fenası… Yürümezse yazamaz. Yürümekle yazmak arasında büyük bir bağ kurmuş.

Çok varlıklı bir ailenin oğluydu Sait Faik, yurtdışında eğitim gördü ama o sokaktan hiç kopmadı, hayatı boyunca hep insan tanıdı herkesle selamlaştı, Burgazada’da yaşadı, Beyoğlu’nda dolaştı; onun yazıları buram buram İstanbul kokar… Romanda tüm bunları görmek mümkün. Araştırma yaparken ve yazarken nelere dikkat ettiniz?

O yılların sokaklarını, siyasi havasını, ilişkilerini araştırdım. Sait Faik’in kullandığı bütün güzergâhlarında dolaştım. Bomonti’den Beyoğlu’na yürüdüm, Burgazada’da köşkten çıkıp Hristo Tepesi’ni tırmandım. Vapurda bile oturmayı tercih ettiği koltuklara oturup onun gözünden izledim manzarayı. Oktay Akbal’la, Aziz Nesin’le Yüksekkaldırım’dan Karaköy’e yürüyor. Yüksekkaldırım’da akşam vakitleri saatlerce oturup şehri izliyor. Müthiş bir sinema tutkunu. Düzenli şekilde bazen Salah Birsel, Samim Kocagöz ve Sabahattin Kudret Aksal’ın

da olduğu bir grupla sinemaya gidiyor. Afişlerin önünde durup burada uzun vakitler geçirmesine şaşıp kalan insanlar var. ‘Sait ne buluyorsun o afişlerin içinde?’ diye soruyorlar. Sait Faik, denizi de deniz mahkukatlarını da huyuyla, suyuyla, karakteriyle, yapısıyla tanıyan bir adam. Onun gözlemciliği seyircilikten ibaret değil. Düpedüz içeriyi görebiliyor.

Onu araştırırken en ilginç bulduğunuz ayrıntılar neler?

Önceleri öfkesi çok ilginç geldi bana. Saman alevi gibi ama gayet yakıp yıkıcı. Kafa göz dalıyor kavganın içine. Ceplerine taş doldurup Maçka’ya kavgaya gittiği bile olmuş bir grup yazar arkadaşıyla. Sevgilileriyle birbirlerini tırmalayarak dövüşmeleri de çok ilginçti. Sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi… Ama içime en dokunan yanı kendini değersiz hissetmesi oldu. Özellikle de annesini gözünde işe yarar bir adam olabilmek için çabalıyor olması çok dokunaklıydı. Yazmaktan başka hiçbir iş beceremeyen, bir baltaya sap olamamış, yaşıtları iş güç, aile sahibi bir adamın bir işi başarmış olmak sevincine duyduğu özlem, beni çok etkiledi. Çivi çakmayı bile bilmiyor Sait. Ticaretten hele hiç anlamıyor. Babasının açtığı dükkanı bile altı ayda iflas ettiriyor. Bir ara öğretmenlik yapıyor ama derse vaktinde girdiği yok. Öğrencilere sözünü de dinletemiyor. Muhabirlik yapmaya kalkışıyor ama yazılarına müdahale edilmesine tahammül edemiyor.

Ve romanın esas kadını dik başlı ve cesur Eleni, Sait Faik’i nasıl görüyor? Hisleri ne yönde?

Eleni sadece karnını doyurarak hayatta kalma mücadelesi içinde değil, o gelecek güzel günlerin umudunu da korumak derdinde. Yoksulluk yüzünden onurunu da yitirmek istemiyor ama yazık en çok bununla sınanıyor. Yaralanmaktan korktuğu yerden yara alıyor hep… Sait onun için bir can simidi değil. Aslında hayranlık duyduğu bir adam. İyi eğitimli olmasından, iyi bir aileye sahip olmasından, yabancı ülkeler görmüş, görgülü bir adam olmasından etkileniyor. Kendini de onun yanında görmek istiyor. Küçücük de olsa onurlu bir hayat kurmak mümkün olabilir umudunun peşinden gidiyor ama Sait Faik kimseye umut dağıtacak bir adam değil.

Yaşar Nabi, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Kudret, Abidin Dino, Salah Birsel, Bedri Rahmi, Mina Urgan, Necati Cumalı ve Peyami Safa… Romanda Sait Faik’in onlarca yazarla ilişkisini ve dönemin edebiyat düşüncesini de aktarıyorsunuz. Aralarında etkilendikleri mutlaka vardır… Sizce?

Hayır, Sait Faik dönem arkadaşlarının hiçbirinden etkilenmiyor. Zaten bu nedenle de eleştiriliyor. Farklı olduğu için… Ama en büyük övgüyü de yine bu yüzden alıyor. Çünkü Sait Faik özgün bir öykücü… Fakat Andre Gide’tan etkilendiğini kabul etmek lazım. Bunu kendisi de ifade ediyor. Andre Gide’a hayranlık duyuyor. Onun bireyciliğinden etkilendiğini söylemek mümkün.

“… Herkes yaşlılığını rahat geçirmek için gençliğini heba edercesine her şeyi yasaklayıp kısıtlıyor kendine. Oysa gençliği ıskalanmış bir hayatın yaşlılığı ne işe yarar ki?” Sait Faik hayatı nasıl görüyor?

Hayatı geleneksiz görüyor Sait. Kuralsız, yargısız, yaptırımsız, baskısız ve alabildiğine özgür… ‘Yaşamak, geleneksizse yaşamaktır’ diyor zaten. 

Peki aşkı?

Aşkın hayranlık üzerine kurulu olduğunu düşünüyor. Aşkın ateşini başlatan şey hayranlık… Her kadında hayran olabileceği bir şey buluyor ama bu yeterli mi onun için hayır. ‘Aşk insanı bir şeyler icat etmeye zorlamalı’ diyor mesela. ‘Yoksa ne anlamı kalır bir kadını düşünüp durmanın.’ Aşk seni değiştirmeli. Seni bir şeyler icat etmeye zorlamalı. Bir şeyleri başarmak zorunda bırakmalı…

Yaşadığı dönemin özellikleri dikkate alındığında Sait Faik sizce neden toplumsal gerçekçi metinler kaleme almak yerine yalnızca ‘insan’ı anlatıyor?

Sait Faik, siyaset yazmadı diye onu toplumcu olmamakla eleştirmek haksızlık olur. Bir röportajında bu soruya kendisi çok güzel ve yerinde bir cevap vermiş: ‘Beni toplumcu olmamakla suçluyorlar. Bireyi yazıyorum diye eleştiriyorlar. Yahu toplum da bireylerden oluşmuyor mu zaten?’ Sait Faik de aslında herkesin baktığı yere bakıyordu. Sadece farklı bir pencereden…

18-03/11/basliksiz-2-1520778362.jpg

Yalnız Hatta Yapayalnız
Özlem Esmergül
Destek Yayınları
392 sayfa/25 TL

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN