Bugünkü Amerika’nın doğduğu savaş

Bugünkü Amerika’nın doğduğu savaş

İlkin Başar Özal’ın günümüz Amerika’sını doğuran savaşa yeni pencereler açan ‘Amerikan İç Savaşı’ kitabı Timaş Yayınları’ndan çıktı. Kitaptaki Nat Turner, Jayhawker ve John Brown gibi pencereleri çok sevdim. Western filmlerinden ‘arkadaşlarımız’ Jesse ve Frank James kardeşlerin aslında köleci Güney’in beslediği çetelerden olduğunu ise hiç bilmiyordum. Bu savaşı merak ediyorsanız, okurunu sadece muharebe alanlarında dolaştıran kitapları değil, Özal’ınkini okumalısınız.

TANER AY

Rus Devrimi’ni, İspanya İç Savaşı’nı veya Ché’nin Bolivya dramını günü gününe bilirim de, Amerikan İç Savaşı dendi mi, kendimi ‘zayıf’ bulurum. Bu konuda hiç okumadım değil, aslında epeyce de kitap ve makale okumuştum. Ancak, okuduklarımdan öğrendiklerim bir türlü savaşın omurgasını önüme koyamamıştı. Bu nedenle geçenlerde Timaş Yayınları’ndan çıkan İlkin Başar Özal’ın ‘Amerikan İç Savaşı’ isimli eserini okumaya birazcık da korkarak başladım. Ancak, kitabı elimden bırakamadım ve sonunda bir kitap bana Amerikan İç Savaşı’nı öğretti. Özal’ın üslûbu ve yöntemi nefis, bir ‘kırlangıç uçuşu’ gibi rüzgâra dalıyor. Akademisyen ama üslûbu kuru değil, küçük küçük müdahaleleriyle Amerikan İç Savaşı’na farklı pencereler açıyor. Örneğin, Nat Turner, Jayhawker ve John Brown gibi pencereleri çok sevdim. Western Sineması’ndan ‘arkadaşlarımız’ olan Jesse James ve Frank James kardeşlerin aslında köleci Güney’in beslediği çetelerden olduğunuysa bilmiyordum. Jesse James üzerine kitaplığımda birkaç kitap var, ama hiçbiri nedense onun bu yönüne değinmiyor.

620 BİNDEN FAZLA KİŞİ ÖLDÜ

Amerikan İç Savaşı deyip geçmemeli. Bugünkü Amerika oradan doğmuştur. Savaşta toplamda 620 binden fazla kişinin ölmesine karşın, bu ölümlerin üçte ikisinin hastalık nedeniyle olmasıysa çok ilginçtir. Askerlerin 30 binden fazlasıysa kolunu, bacağını veya gözünü kaybetmiştir. Savaşa katılanların hepsi ‘travma sonrası stres bozukluğu’ yaşamıştır. Hobo alt kültürünün ortaya çıkmasında bu rahatsızlığın payı hayli büyüktür. Savaş, ırkçı ve köleci Güney’in servetinin üçte ikisini yok etmiş, Richond, Mobile, Columbia ve Atlanta yanıp kavrulmuştur. Bu yangınların dehşeti, çoğumuzun aklında ‘Rüzgâr Gibi Geçti’ filminden kalmadır. Güney Carolina ise bir uçtan diğer uca simsiyahmış. Savaş, Kuzey’de enflasyonun yüzde seksene çıkmasına neden olurken, Güney’deki enflasyon yüzde dokuz bindi. Savaş sonrasında Kuzey’in ekonomik olarak en büyük sıkıntısı bütçenin yüzde kırkını oluşturan savaş gazilerinin maaşları olmuştur.

Eğer Amerikan İç Savaşı’nı merak ediyorsanız, okurunu sadece muharebe alanlarında dolaştıran kitapları değil, öncelikle İlkin Başar Özal’ınkini okumalısınız. Gerek kendisini, gerekse de Timaş Yayınları’nı kutluyorum.

05kr02-man.jpg

FATİN HAZİNEDAR’IN ‘HECCAV’ ŞİİRLERİ

Fatin Hazinedar’ı Besim Dalgıç sayesinde tanıdım. Onların Kalamış’taki Todori’de buluşma günleri var. Cevat Çapan, Turhan Günay, Turgay Fişekçi ve Hakan Savlı gibi edebiyatçıların masası yeni bir ‘edebiyat mahfili’. Besim bizim semt-i dildarımıza torunları için geçtiğinde onunla birlikte sohbetlerine iki defa dahil oldum. Fatin benim gibi Karadeniz doğumlu. O, okul yıllarında Marshall yardımı sütü hiç içmemiş, bense Siirt’te Atatürk İlkokulu’nda üçü ve dördü okurken her gün içmiştim. 27 Mayıs’ta hiç şiir okumamış, ben de okumadım ama, 27 Mayıs ‘tatil’ olduğundan o günü pek sever, hemen sinemaya kaçardım. Çocuk aklı işte, darbe filan nedir bilmiyoruz, tatil olduğundan 27 Mayıs’ı iple çekiyoruz. Fatin, mahalle takımlarımda hep santrafor oynamış, bense mahalle takımlarının bir iki tık üstünde sağ açık oynamıştım. Ben sıkı Fenerliyim, Fatin hangi takımı tutar bilmiyorum. Ama, onu baştan sevmemin asıl nedeni kediler. Benim gibi kediciymiş.

Fatin Hazinedar’ın ‘Yakışıklı Yelkovan’ isimli şiir kitabı iki hafta kadar önce Sözcükler Yayınları’ndan çıktı. Todori’den döner dönmez hemen okudum. Biraz Cancikyan, biraz Orhan Veli, ama daha fazla ‘heccav’ Fatin. Şiirlerini çok sevdim, okurken çok eğlendim. ‘Apollo 11’, ‘Sahil Kedisi’, ‘Ayasofya’, ‘Cancağ’zım Cancikyan’ ve ‘Can Erik’ şiirleriyse enfes! Bir süredir KARAR gazetesinin Görüşler sayfasında ‘Kadıköyü’nün Edebiyatı’nı yazıyorum ya, Dalyan faslına geldiğimde, Edip Cansever’in yazlığı için Fatin’in ‘Can Erik’ şiirini mutlaka kullanacağım: ‘Can erik sever / Edip’ten şiirler okur gün boyu eriğe / Erik şiir sever / Edip dinler gün boyu Can’dan / Edip can eriği sever’. Kalemine sağlık Fatin, bana iyi bir şâiri tanıttığı için Besim Dalgıç’a da teşekkürler. Sözcükler dergisinin 101’inci sayısını da Turgay Fişekçi’den Todori’de aldım. Benim geçtiğimiz günlerde Ötüken Neşriyât’tan çıkan ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’in ikinci cildi kapsamındaki Hasan Basri Alp’in şiirlerinin yıllar sonra ilk defa Sözcükler dergisinin 101’inci sayısında yayımlanması tuhaf bir tesadüf oldu. Ben de Alp’in şiirlerini TÜSTAV arşivinden okumuştum, Turgay da oradan temin etmiş. Sadece Hasan Basri Alp’in şiirlerinin olması bile, Sözcükler’in 101’inci sayısını arşivlik yapmaya yeter...

05kr02-kit.jpg

JOSE SARAMAGO ÖDÜLLÜ BİR YÜZLEŞME

Timaş Yayınları’ndan Ocak ayı içinde çıkan Julian Fuks’un ‘Direniş’ isimli romanına değinmeden geçemeyeceğim. Jabuti, Oceanos ve José Saramago edebiyat ödüllerini toplayan bu romanı yıllardır merak ediyordum. İlk bana kim bahsetti, anımsamıyorum. Romanın kahramanı Sebastian, Arjantin’deki ‘faşist’ askeri darbeden kaçıp, Brezilya’da sürgün yaşayan bir ailenin çocuğudur. Annesi ve babası tıp tahsili görmüşler. Musevi asıllı baba silâhlı mücadele, Katolik asıllı anne ise yasal mücade yanlısı. Ailenin üç çocuğundan biri evlatlıktır, Sebastian öyküsünün merkezine kendisinden ve kardeşinden çok onu yerleştiriyor. Çünkü, evlatlık ağabeyinin kendilerinden daha fazla Arjantinli olduğuna inanıyor. Kendi fadesiyle, ‘öldürülenlerin ölümünü bile öldüren rejimin vahşeti’ bittiğinde köklerini aramak için Arjantin’e dönen Sebastian, maalesef orada ‘sahte anılar kataloğu’ndan başka bir şey bulamayacaktır. Julian Fuks’un romanı kısa kısa 47 bölümden oluşuyor. Belki 10’uncu bölüme kadar çok kişiyi sıkabilir, ama sabredin, 10’uncu bölümle birlikte her şey değişiyor, Sebastian’ın hesaplaşmaları yerini okuyucunun derin merakına bırakıyor. Belki ‘99 yapımı ‘Olimpo Garajı’ gibi sinir bozucu değil ama, yine de romanı bitirdiğinizde kendinizi yorgun hissediyorsunuz.

05kr02-man2.jpg

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN