İslâmcı edebiyatın geleneği var mı?

André Gide’in dediği gibi “Her şey çoktan söylendi” ise, -ki bence de her şey çoktan söylenmiştir- yeni gelen yazar/ şairler bize ne söylüyor, niçin söylüyor?.. Kanaatimce tüm yazar ve şairler, Tanrı’nın ‘tek lisan”ıyla ezelde bildirdiklerini, kendi lehçeleriyle çoğaltıp duruyorlar… Tanpınar’ın dediği gibi, her yeni şiirde eskiye bakan bir taraf var. Dolayısıyla gelenek, bizi önce kendi lehçemize; yani kendi kültürümüze, ama o da neşet ettiği evrensel “Ana dil”e, İlahî dile götürür. İşte gerçek irfan, bu dil zincirini izlemek, derinlerde süren o ezelî ve ebedî halkaya, kendi lehçemizle bağlanmaktır. Ben, Yahya Kemal’in “Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim/ Bir meşaledir devredilir elden ele” mısralarını böyle anlıyorum.

O hâlde önce şunun altını çizmemiz lazım: Sanat, edebiyat, düşünce, bilgi, o kadim ırmaktan beslenir, zamanın arkında geçmişten geleceğe doğru akan bu ırmağa, o “Ana dil”e her millet kendi ‘lehçe’siyle eklenir… Sanatta, edebiyatta ve bilimde ilerleme ya da tekamül, böyle sağlanır. Buna “kültürde devamlılık” deniyor. Cemil Meriç’in tabiriyle “Dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık”… Tanpınar’ın sürekli vurguladığı “mazi-hâl-istikbal” zinciri… Buna rağmen, her çağda ruhunu şeytana satan Faust’lar çıkmayacak mı? Çıkacak! Nitekim çıkıyor da! Faustik bir meydan okumayla, “çağdaşlaşmak ve bilimsellik” adına, bizde de gelenek inkâr edilip, ilerlemeye engel olarak görülmedi mi?.. Oysa kuşaklar arasındaki köprüleri uçurarak, hafızayı silerek ne sanatta, ne bilimde ilerlenebilir!.. Hâl böyleyken “Kültürde neden zayıfız?” diyen muhafazakârlara ben de şunu sormak isterim: Kadim gelenekle köprü kurmak için ne yapıyorsunuz ki?..

***

Bir de son zamanlarda sıkça tekrarlanan “yerli ve milli” söylemi var! Bu, yukarıda anlatmaya çalıştığım “Gelenek” konusuyla doğrudan ilgilidir. Ancak gördüğüm kadarıyla yanlış anlaşılıyor. Sadece ulusal kültüre yönelerek yerli ve milli olunmaz! Ulusal kültür, yukarıda açıklamaya çalıştığım üzere “Kadim Gelenek”in alt basamağıdır, tabiri caizse “İlahi dil”in lehçesidir. Dolayısıyla salt lehçe (ulusal kültür) düzeyinde kalan bir gelenekçilik, ana dilden bîhaber milliyetçi reflekslerden ibaret kalır. Nitekim geleneği böyle anlayanlar var! Buna karşılık bir de kendi kültür dilinin (ulusal kültür) geleneğine vakıf olmadan, sadece hâlin, çağdaş dil ve tekniklerin imkânlarıyla “Gelenek”e ulaşmak isteyenler var. Bu da mümkün değildir!..

Asıl sorum şuydu: Çağdaş İslâmcı edebiyat, “Gelenek”le bağ kurabildi mi? Bence hayır!.. Meselâ Necip Fazıl, daha çok “Bâbıâli yokuşu”nda ve siyasî arenada savaştı. Aksiyonerdi, çabuk sonuç almak istiyordu. Geleneğe ulaşmak için uzun arkeolojik kazılar yapmaya, onu dönüştürmeye vakti yoktu!.. Şiirinde modern bir aydının Allah’ı arayışını, hafakanlarını, iç dünyasındaki gel-gitleri, geleneğe eklemlenerek değil, ‘modern bir eda’ ile ifade etmiştir.

***

Sezai Karakoç, kanaatimce bu zincir içinde “Gelenek” konusuna ciddiyetle eğilen en önemli şairdir. Hem poetik yazılarında, hem şiirlerinde “kültürde devamlılık” ilkesine bağlı kaldı. Bir yandan Osmanlı kültürünü kazdı (Yunus’u, Mevlana’yı, Fuzuli’yi, Şeyh Galip’i, Mehmet Âkif’i, Yahya Kemal’i), oradan da asıl geleneğe “Eskimeyen Yeni”ye ulaşmaya çalıştı…

Nuri Pakdil’in “Edebiyat Dergisi” ise, bu bakımdan zincirin en zayıf halkası… Çünkü Karakoç gibi “Gelenek”le bağ kurmak için uzun kazı çalışmaları yapmak yerine, dikkatlerini “hâl”deki çağdaş edebiyat ve dile çevirdiler. Oysa “Hâl yoktur; mazi ve onun emrinde bir istikbal vardır.”

Hâsılı çağdaş İslâmcı düşünce ve sanatın önündeki en büyük risk, gelenekle irtibat kuramayışı ve bu anlamda bir “Kılavuz”dan ve birikimden yoksun oluşudur.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum