İslâmcı şairlerin şehre bakışı…

Geçen hafta, 13-15 Ekim tarihleri arasında Türkiye Yazarlar Birliği ve Esenler Belediyesi’nin İstanbul’da ortaklaşa düzenlediği 4’üncü Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’ndeydim. Turgut Cansever’in hatırasına düzenlenen kongrede şehirlerimize ve şehir tarihine dair bildiriler sunuldu. TYB ve Esenler Belediyesi bu konuda takdire şayan faaliyetler ve yayınlar yapıyor. Bunlar, yeterli değilse de, muhafazakâr camiada, şehirciliğe dair çalışmaların arttığının işareti. Ancak şu da bir gerçek: Muhafazakâr iktidarların şehir imarıyla ilgili icraatları baştan beri problemli! Bu konuda bir plân ve politikaları yok! Hatta şehirleri bir “inşaat/ rant alanı” olarak görmekle suçlanıyorlar!

***

Edebiyata gelince… Elbette şehirleri şair ve yazarlar inşa etmiyor! Ama şehrin sesidir onlar; yeri geldiğinde kamuoyunu harekete geçirirler. Hatta eserleriyle şehirlilik şuurunu ve şehre aidiyet duygusunu pekiştirirler. Ayrıca şehrin tarihini, mimarî yapılarını, sosyal hayatını kaydeder, bir hafıza oluştururlar. Meselâ “saltanat İstanbulu”nu Yahya Kemal kayda geçirmiştir, Süleymaniye, onunla “hendeseden bir âbide” olmaktan çıkmış, yaşayan bir varlığa ve “miras”a dönüşmüş, böylece milletle şehir arasında kuvvetli bir “aidiyet” bağı kurulmuştur. Aynı şeyi James Joyce da Dublin için yapar; bir mektubundaki “Bir gün Dublin ortadan kalkarsa, bir rehber kitap gibi benim kitabıma bakılarak kurulsun…” sözü veya “İstanbul Kitabı”, “Galata”, “Pera” gibi eserlerin yazarı İlhan Berk’in “Pera günün birinde yıkılırsa benim kitabıma göre yeniden kurulabilsin.” (Kanatlı At, s.116) cümlesi, sanatın şehirleri kayda geçirme işlevine işaret ediyor. Hâsılı şehirleri mimarlar yapar; ama muhafaza eden ve onlara ruh veren sanatkârlardır…

Peki, İslâmcı şairlerin şehre bakışları nasıl, şehirle münasebetleri ne kadar? Eserlerinde şehri kayda geçirme, ona ruh verme kaygısı var mı? Şiirlerine, meselâ Yahya Kemal’deki malikiyet ve aidiyet duygusu veya bir şehri derinlemesine anlatacak tarih ve estetik (mimari, musiki, resim, heykel vb.) bilgisi ne kadar yansıyor?

***

Bu konuda evvelâ Necip Fazıl’ın şiirlerine bakmak lâzım. “Çile”de şehri doğrudan konu edinen sadece bir şiir var: “Canım İstanbul”. Güzel şiirdir, kuvvetli bir malikiyet/ aidiyet duygusuyla yazılmıştır, İstanbul’un tarihi, tabiatı ve estetik cephesi şiire yansımıştır. Ama tek başına bu şiir, Üstad’ı bir “şehir şairi” yapmaz!.. Çünkü şiirlerinin odağında “şehir” yoktur. Zaten dikkatini dışa, şehre çeviren bir şair değildir o; “Kaldırımlar”da olduğu gibi, sokağın, evlerin, eşyanın ötesindeki “ruh”u arar. Şiirinde dıştan çok iç, maddeden çok ruh ve mavera öne çıkar. Bu sebeple bir “şehrin şairi” değil; ama “şehirli şair”dir. Eserlerinde “şehirli bir Müslüman aydın”ın dinî, felsefî ve ideolojik “çile”si vardır. Birkaç şiirinde modern şehrin, mahremiyeti ortadan kaldıran, Allah’ı unutturan, tabiatı tahrip eden yeni nizamına, özellikle gökdelen ve apartmanlara -meselâ “Şehrin Kalbi”ndeki; “Nur yolunu tıkıyor yüzbir katlı gökdelen” mısraındaki gibi- karşı çıkar veya “Apartman”da; “Sır vermeye alışkan/ Pencereler aydınlık” mısralarında apartmanların mahremiyeti ortadan kaldırdığını söyler. Aynı şiirdeki; “Üst üste insan türü/ Bu ne hayat, götürü/ Yakınlıktan ötürü/ Kaçıp gitmiş yakınlık” mısralarını da “modern kent”e yönelik bir tepki olarak okumak lâzım: Sonraki şairlerde bu modern kent tepkisi/ sancısı büyüyecek ve derinleşecektir…

Hasılı Üstad’ın şiirlerinde “şehir” öncelikli bir “mesele” değil! Şehrin “İslâmcı şairler”de din, medeniyet, İslâm coğrafyası, modernizm bağlamında başlı başına bir “mesele/tema” hâline gelmesi için Sezai Karakoç’u beklemek gerekiyor!..

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.