Balkanlar öznesini kaybedince

6 Ağustos’ta Öncü eğitim grubunun düzenlediği ve halen devam etmekte olan Balkan seyahatine çıktım. Balkanlar, Osmanlı’nın kızıl elması. Anadolu’da, Osmanlı mimarisi Balkanlar kadar yaygın ve canlı değil dersek yanılmış olmayız. Osmanlı, Balkanlarda fethettiği ülkeleri, kentleri yörenin iklim yapısına, mimari dokusuna uyumlu Osmanlı’nın imparatorluk yapısına uygun bir yaşam alanına dönüştürmüş.
Nehirlerin etrafına kurulu şehirlerin merkezine külliyeler kuruyor. Her külliyenin camisi, medresesi, hamamı ve bedesteni o şehrin çekirdeği oluyor. Şehrin imarı, külliye merkezli büyüyor. Balkanlarda kadim şehirler ekseriyetle nehir kenarına kurulu. Osmanlı bu nehirlerin üzerine ördüğü köprüler halen altın bir gerdanlık gibi duruyor. Bu köprülerin en önemlilerinden biri Hırvat asıllı Nobel Edebiyat ödüllü yazar İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” romanına konu olan Vişegrat’ta Drina Nehri üzerine kurulu Sokullu Mehmet Paşa köprüsüdür. Yahya Kemal’in tabiriyle “Bir rüyadan uyanır gibi’ göreni Osmanlı medeniyetine uyandırıyor. Bir diğeri de Üsküp’te Vardar Nehri üzerine kurulu Taş Köprü’dür. Her ne kadar Makedonya Hükümeti, köprüyü gölgelemek için olmadık iğreti heykeller ile çevrelese de etrafını Taş Köprü halen göreni kendine hayran bırakan bir mimari dokuya sahip.
Osmanlı, bazı mabedleri camiye dönüştürmek dışında bölgenin dini yaşamına müdahale etmemiş. Osmanlı öncesi sık sık yaşanan ırk ve mezhep savaşlarının tekrar etmesine de engel oluyor. Osmanlı döneminde zaman zaman isyanlar yaşanmamış değil. Ancak Osmanlı bölgeden çekilince Balkanlar savaşların ve siyasi istikrarsızların alanı haline geldi. Bu durum halen devam etmekte
Osmanlı’yı, maalesef maarif kitaplarımız savaşların sebep ve sonuçları dışında pek yer vermez. Balkanlardaki Osmanlı medeniyeti siyasi tarih ile geçiştirilmeyecek kadar mühim.

Tekke ve dergahlar

Balkanları savaşlar ile fethedilmiş ancak bölgeyi İslam ve Türk yurdu haline getiren askerlerin çekilmesinden sonra büyük meşakkatler ile Balkanlarda kurulan dergahlar ve tekkelerdir. 1925 ‘te Türkiye’de tekkeler kapanınca bizde Balkanlardaki tekkeleri görmemezlikten geldik. Bektaşi, Melami, Rufai ve diğer tekkelerin bir kısmı içi boşalmış olsa da bazıları halen faaldirler. Merhum Akif Emre’nin tabiriyle:”Balkanlarda tekkelerin izlerine bakılarak toplumun hafızasında nasıl bir yere sahip olduğu çıkarsanabilir.”

Özellikle Mostar yakınında bulunan Blagay Tekkesi. Meşa Selimoviç’in “Derviş ve Ölüm” romanın da konusu olan tekke Buna Nehri’nin kaynağında halen nefes veriyor bölgeye.
Kalkandelen''deki Harabati Baba Tekkesi, ''kampüs'' denilebilecek bir alana yapılmış. Ahşabın, suyun, taşın ve yeşilliğin zikri uyumundan oluşan tekkenin kendisi ayakta lakin içi boşalmış durumda.

Üsküp ve Yahya Kemal

Yahya Kemal, Üsküp’ü Bursa’ya benzetir.

Şairin hatıralarında “Bayırdan kayar İsa Bey Cami’sinde bulunan asırlık çınarın altında oynardık.” dediği cami avlusunda annesinin kabri ile karşılaşıyoruz.
“Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa

Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa”

Kabir taşına şairin bu mısraları yazılı. Şairin, okul ile tanıştığı cami içinde bulunan odaları dolaşıyoruz.

Batı’dan vazgeçmeyen ancak kadim Osmanlı medeniyeti ile ruhunu dinlendiren, şiirini besleyen Yahya Kemal’in hayatı ile Üsküp’ün şehir yapısı arasında paralellik var. Taş Köprü’nün bir yakasında insanı eğlenmeye, dünya hazzı yaşamaya çağıran yeni çarşının bulunduğu Hristiyan mahallesi diğer yakasında sade bir mekanda bir çay içimi bir parça simit tadımı ile insanın gönlünü dinlendiren, insana ruhi dinginlik yaşatan asırlık Osmanlı çarşısı. Balkanlar’da diğer şehirlerde de gördüğüm müslümanların yaşadığı bir ruh halidir, bu iki dünya arasında gidip gelme kararsızlığı.

Balkanların Osmanlı ve müslümanlardan arındırılması

Balkanlar’da, tıpkı birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra kurulan ülkelerin birçoğunda görüldüğü gibi tarih sonradan yazılıyor. Dünya siyasetinin küresel tekelcileri kalemi yöre aydınının (!) eline vererek onlara tarihlerini siyasi tekelcilerin istedikleri ifadelerle yazdırıyorlar. 19. yüzyıldan itibaren bölgenin Osmanlı ve müslümanlardan arındırma politikası Yugoslavya’nın dağılmasıyla daha da hızlanmış durumda. Yugoslavya’dan ayrılan ve müslümanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde dahi islam kentlerini çevreleyen dağların en yüksek tepelerine kocaman biçimsiz haçlar dikilmiş. Sırf minarelerden daha yüksek olsun diye kentin ve katedralin mimarisine aykırı haç kuleleri yapılmış. Ezan okunma saatlerinde zamanı olmamasına rağmen ezan sesini bastırmak için çanlar çalınıyor. Bölge İnsanının zihnileriyle oynanıyor. Balkanlarda, Osmanlı bir sömürge imparatorluğu resmî söylem ve tarih kitaplarında. Osmanlı’ya karşı isyan edenler heykelleri dikilecek kadar büyük kahramanlardır.
Tika , maarif Vakfı Okulları ve Yunus Emre Kültür Merkezleri bölgede aktifler. Özellikle Tika, kadim medeniyetimize ait eserleri, camileri yeniden restore edip bölge halkının hizmetine sunuyor. Bölgenin mevcut kültürel ve dini kimliğinden arındırılmasına bir nevi engel oluyor restore faaliyetleriyle.
Tarih kitaplarımız, Merhum Halil İnalcık ve Kemal Karpat’ın eserlerini kaynak alarak
Balkan tarihini yeniden yazmalı. Siyasi tarih üzerinden değil kültür tarihi üzerinden okunmalı Balkanlar.
Sezai Bey’in:” Hayatının öznesini kaybedince devrik olur tüm cümlelerin” misali; Balkanlar, Osmanlı’yı kaybedince devrik oldu halkların hayatı....

Not: Balkanlarda tekkelerin misyonuyla ilgili merhum Akif Emre Bey’in yazdığı link https://www.yenisafak.com/yazarlar/akifemre/ruhunu-arayan-balkan-tekkeleri-51266

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.